Ahmet Doğan İlbey

Ahmet Doğan İlbey

Cumhuriyet; Kur’ân’dan Kopuş, Medenî Bilgiler Kitabı’na Geçiştir

Cumhuriyet; Kur’ân’dan Kopuş, Medenî Bilgiler Kitabı’na Geçiştir

“Bu mazhariyetten dolayı Cenab-ı Hakk’a hamd ü senâ ederim” diyen ve Kur’ân okutarak Meclis’in açılışını yapan, ardından Hacı Bayram Veli Câmii’nde namaza katılıp, kendi ifadesiyle “Vatan-ı İslâmiyye” için dua eden M. Kemal’in Millî Mücadele esnasında, yani Cumhuriyeti ilân ettirinceye kadar yaptığı konuşmalarda İslâmî bir üslûp hâkimdir:

“İstiklâl mücadelemizde inâyet-i samedisini Türk milletinden esirgemeyen Cenab-ı Hakk’a hamd ü senâ etmeği aslâ unutmayalım. Bizler meşrû olan dâvamızda (Vatan-ı İslâmiyye) inâyet-i ilâhiyeden hiçbir zaman ümidimizi kesmedik.”

1923’den sonra Batılı bir Cumhuriyetin temellerini tepeden inme usullerle oturtan M. Kemal’de İslâmî kanaat ve tavrına dair samimi ve kalıcı mânada hiçbir ifade ve fiil görmek mümkün olmayacaktır. Çünkü Millî Mücadele’deki İslâmî siyasetinden uzaklaşarak “Devrimci Cumhuriyetin” yolunu tutmuştur.

CUMHURİYET, “HÂKİM MİLLET”İ EZEREK LAİKÇİ ULUSÇULUĞU İKAME ETMİŞTİR

Cumhuriyet ilk işi İslâm’ın gücünü yok ederek, İslâm’dan arındırılmış ulusçu bir Türk milliyeti projesini hayata geçirmektir: “1928 yılında dinde yapılmak istenen düzeltimleri tasarlamak amacıyla Fuat (Köprülü) Beyin başkanlığında bir kurul oluşturulmuş ve bu kurulca bir rapor hazırlanmıştır. (...) Hazırlanan layiha, tapınmanın biçiminde (sağlık, uygarlık), dilinde (Türkçe), görünüş ve duyuluşunda (sıfat, musiki vb.) söylevlerin içeriğinde (salt dinsel değerler) değişiklikler yapılmasını öngörmekte...” (Tek Parti Dönemi, Prof. Dr. Mete Tunçay, s.221).

Bu noktada bir konuyu hatırlamak gerek. İslamî değerlerin zeminine oturmayan bir kısım sentezci Türkçülerin önemli referanslarından M. Fuad Köprülü’nün laikçi reformist kurula başkanlık etmesi ne kadar trajiktir? “Türkçü” bilinen birçok Cumhuriyet aydının laikçi devrim heyetlerinde yer aldığını anlamak için “yalan söyleyen” resmî tarih okumamak gerek.

Cumhuriyet, 1921 Anayasasının temel maddelerinden olan şu hususu çiğnemiştir: “Din buyruklarının (ahkam-ı şeriyyenin) yerine getirilmesi (…) Büyük Millet Meclisinindir. Kanunlar düzenlenirken, halkın işine en uygun ve zamanın gereklerine en elverişli din ve hukuk hükümleriyle töreler ve önceki işlemler temel alınır…”

Dünya âlem bilir ki Cumhuriyet rejimi, “Din buyruklarının yerine getirilmesi…” görevini ifa etmeyip, tam zıddı istikametinde hareket etmiş. Kanunları çıkarırken “halkın işine uygun”luğu kararına uymamış, “din ve hukuk hükümleriyle töre ve önceki işlemleri temel” almamıştır. Bu tek maddeye ihanet bile

Cumhuriyetin ne mal olduğunu, zihniyet ve karakterini anlatmaya yetmez mi?

CUMHURİYETİN GAYESİ İSLÂM’I PROTESTANLAŞTIRMAKTI

İslâm’ı Protestanlaştırma hareketi Kemalist Cumhuriyet’in gayesi ve varlık sebebi hâline geldiği, uygulamalarıyla malûm. 1931 Yılında Prof. Afet İnan tarafından hazırlanan “Medeni Bilgiler” kitabında İslâm’ın milletin temel unsurlarından biri olarak kabul edilmediği yazılmıştır. M. Kemal bizzat kendi kontrolünde hazırlanan bu kitaba el yazısıyla notlar düşerek ve düzeltmeler yaparak dinin niçin milletin bir unsuru olmaması gerektiğini detaylıca izah eder. Birçok Atatürkçü yazar 1950’li yıllara kadar süren bu kitabın dayattığı pozitivist devlet anlayışının M. Kemal’in beyan ve siyasetinin sonucu oluştuğunu yazıyor.

Atatürkçü akademisyenler, Cumhuriyet’in gayesinin Batılılaşmak, yani Protestanlaşmak olduğunu söylüyor. Prof. Dr. Halil İnalcık, “Kemalizm’in büyük inkılâpçı karakteri, zihniyette bir tebeddül, bir değişiklik, Batı kültürünü yaratan dünya görüşünü getirmesidir. Bir başka Atatürkçü akademisyen Prof. Dr. Hamza Eroğlu da Cumhuriyet’in gayesinin kökten Batılılaşmak olduğunu ifade ediyor: “Kökten Batılılaşma, inkılâbın hedefidir. Batı’yı ilim ve tekniğiyle birlikte zihniyet ve görüşüyle, hayat şartları ile birlikte almaktır.”

“CUMHURİYET’İN KANI” MÜSLÜMAN MİLLETİN KANI DEĞİLDİR

“Cumhuriyetin kanı”, milletin kanıymış öyle mi? Hayret ki, hayret! Oysa gerçekler “cumhuriyetin kanının” Müslüman Türk milletinin kanının olmadığını ayan beyan ortaya koyuyor. “Cumhuriyetin kanı”, din-i İslâm adına İstiklâl Harbine katılan milleti 1923’den sonra aldatarak devrimci cumhuriyeti ilân eden zorba ve bürokratik egemen sınıfın, yani Kemalistlerin kanıdır. “Vatan-ı İslâmiye”nin kurtuluşu mânasına gelen Millî Mücadele’nin muhtevasından koparak Müslüman milletin değerlerini “redd-i miras” edenler Atatürkçü Cumhuriyetçilerdir.

Cumhuriyet’in laiklik adı altında giriştiği her adım İslâm’ın tasfiye hareketi ve siyasî olarak hayattan silinmesi anlamına gelir. Müslüman Türk milletinin derin köklerinin olduğu İslâm medeniyetinin bütün unsurlarıyla tasfiye edilmesine çalışılır. Türkçe ezan, câmilere sıra konulmasının düşünülmesi Protestanlaştırmanın bir parçasıdır. Bu hareketlerde daima askerî üslûp kullanılmıştır.

Batılılaşmanın yanında, Cumhuriyet hareketi 1930’larda ayrıca“Ergenekon tarihine” yönelerek, İslâm olmayan arkaik bir kültür inşa etmeye çalışır. Türk dilinin kaynakları Moğolca’da Hititlerde aranır. Medenî Bilgiler kitabına bizzat M. Kemal tarafından “Türklüğün kaynakları ve ataları Eti, Sümer…” olarak yazdırılır. Türklüğün köklerinin İslâm’da değil, “Alp Türk ırkında olduğu…” ders kitaplarında okunmaya başlar.

M. KEMAL DİNDAR DEĞİL, PROTESTAN BİR İSLÂM TARAFTARIDIR

Cumhuriyet’in felsefesini oluşturan M. Kemal’in, ulusalcı laikçilik ve pozitivizmden mürekkep Protestanlaştırılmış bir İslâm taraftarı olduğuna şüphe yok. İslâmsız Cumhuriyet’in teşekkülünde bizzat M. Kemal’in düşünce ve siyasetinin tesiri vardır. Kendi devrinin yazarlarınca yazılan, M. Kemal’in İslâm hakkındaki görüşleri öyle durup dururken ondan habersiz yazılmış olmadığı gibi bizzat kendisinin bu zemini hazırladığı bir gerçektir.

“KUR’AN SÛRELERİ AÇIK SEMADA PEYDA OLMUŞ DEĞİLDİ...”

Cumhuriyet‘in felsefesini anlamak için M. Kemal’in düşüncelerine bakmak gerek. “Türk Tarihinin Ana Hatları” kitabına kendi el yazısıyla yazdığı eklerde “tek Allah fikrinin doğuşunu sosyal ve siyasî gelişmelerle” açıkladıktan sonra “Hazret-i Muhammed ve İslamiyet” başlığıyla “peygamberliğin de sosyolojik bir gelişme olduğunu, vahiy fikrine karşı çıktığını ve Kur’an sûreleri açık semada peyda olmuş bir şimşek gibi günün birinde birdenbire inmiş değillerdi. Muhammedin söylediği sûreler uzun bir devirde dini düşüncelerinin ürünü olmuştu. Muhammed bu sûrelere birçok çalıştıktan ve incelemeler yaptıktan sonra edebî bir şekil vermişti...” diyor.

“ALLAH FİKRİNİ KABUL ETTİRMEK, SİYASETİN NETİCESİYDİ...”

“Medenî Bilgiler” kitabında yer alan M. Kemal’in açıklama ve el yazıları “Allah’ın doğuşunun sosyolojisi” ve “Dinler tarihi” başlıkları altında Cumhuriyet’in ideolojisi olarak1950 yılına kadar lise birinci sınıf tarih kitaplarında okutulmuştur. M. Kemal’in bu kitaba yazdığı metnin bir cümlesi Cumhuriyet’in felsefesini açıklamaya yeter: “Masum ve cahil insanları, yüzlerce Allah’a taptırmak veya Allahları muayyen gruplarda toplamak ve en nihayet bir Allah fikrini kabul ettirmek, siyasetin doğurduğu neticelerdir.”

M. Kemal’in el yazısıyla yazdığı “Allah” ve Peygamber” hakkındaki görüşlerine merak edenler, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Yayınları arasında 16. dizi olarak yayınlanan “Cumhuriyet’in 75.Yılı-Medeni Bilgiler ve M. Kemal Atatürk’ün El Yazıları” kitabından sansürlenmiş metnine bakabilirler. İlk adı Nutuk olan 17 Mart 1937 tarihli Atatürk Söylev ve Demeçleri Cilt: II, s.280-281’de yer alan ve sonraki baskılarından çıkarılan şu sözler, Allah’ı ve Hz. Peygamberi karşısına alan Cumhuriyet felsefesinin sahibi M. Kemal’e aittir:

“Vaktiyle kitaplar karıştırdım. Hayat hakkında filozofların ne dediklerini anlamak istedim. Bir kısmı her şeyi kara görüyordu: Mademki hiçiz ve sıfıra varacağız, dünyadaki geçici ömür esnasında neşe ve mutluluğa yer bulunamaz. Başka kitaplar okudum, bunları daha akıllı adamlar yazmışlardı: ‘Mademki sonu nasıl olsa sıfırdır, bari yaşadığımız sürece şen ve keyifli olalım.’ Ben kendi karakterim itibariyle ikinci hayat anlayışını tercih ediyorum.”

“ARAPLARIN DİNİ TÜRK MİLLETİNİN MİLLÎ RABITASINI GEVŞETTİ”

Bu sözlerin devamı M. Kemal’in asıl zihniyetini bütün hatlarıyla gösteriyor: “Din birliğinin bir millet teşkilinde müessir olduğunu söyleyenler vardır, fakat biz, bizim gözümüzün önündeki Türk milleti tablosunda bunun aksini görmekteyiz. Arapların dini (...) Türk milletinin millî rabıtasını gevşetti, millî hislerini, millî heyecanlarını uyuşturdu. Bu pek tabiî idi. Çünkü Muhammedin kurduğu dinin gayesi bu dini kabul edenlerin kendilerini unutmağa, hayatlarını Allah kelimesini her yerde yükseltmeğe hasretmeğe mecburdurlar.(...) Bu vaziyet karşısında Türk milleti birçok asırlar ne yaptığını, ne yapacağını bilmeksizin âdeta bir mecnun halindedir. Kur’ân’ı ezberlemekten beyni sulanmış hafızlara döndük. A. İnan, a. g. e., s. 365).

Şu sözleriyle de Türklüğün varlığında İslâm’ın olmadığını beyan ediyor: “Türk milleti millî hissi, dinî hisle değil, fakat insanî hisle yanyana düşünmekten zevk alır (A. İnan, a. g. e., s. 361). Mete Tunçay, M. Kemal için “Cumhuriyetin kuruluş yıllarında tanrı tanımazlığa varmamakla birlikte, din adamı aleyhtarlığı ötesinde din, yani İslâm karşıtlığı yönündeki hareketleri onaylıyordu” diyor.

“ALLAH’I DA SULTANLA BİRLİKTE TAHTINDAN İNDİRDİK”

Tunçay, 14 Ocak 1929 tarihli Vakit Gazetesi’nin haberinden hareketle cumhuriyetin ilk yıllarında rejimin Kemalizm’e dönüşmesini ve dine (İslâma) karşı tavırlarını devrin aydınlarının görüşleriyle anlatıyor: “Kumandanoğlu Tevfik diye bir zat, ‘Genç Düşünceler’ adlı bir mecmua çıkarmaya başlayarak mecmuanın ilk sayısında (1928) ‘Hazret-i Muhammed’e Açık Mektup’ başlığıyla bir yazı yayımlayınca İslâmiyeti tezyiften ötürü yargılanmıştır. Ancak, Refik Ahmet 15 ağustos 1929 tarihli Uyanış’ta ‘Allah’ı da sultanla birlikte tahtından indirdik. Bizim mabetlerimiz fabrikalardır’ diye yazınca bildiğim kadarıyla herhangi bir kovuşturmaya uğramamıştır” ( Tunçay, a.g.e., s.220).

Bu satırların devamı daha da şedittir. “Dinin yerini ulusçuluğun dolduracağına dair umutlar beslenmiştir. 1926 Ekim ayında Ruşenî imzasıyla kaleme alınan ‘Din Yok, Milliyet Var’ başlıklı deneme, Atatürk tarafından okunarak çeşitli sayfalarına işaret ve notlar konulmuştur. Denemenin yazarı 4. 5. 6. dönemlerde Samsun milletvekili olan emekli kurmay subay Ruşenî Barkur’dur”( Tunçay, a. g. e., s. 220 ve devamı).

Millet ve devlet yapısında dinin fonksiyonunun azaltılması ve yerine pozitivist-laik ulusçuluğun ikâme edilmesinde Kemalist Cumhuriyet son derece kararlıdır: “Mehmet İzzet’in Milliyet Nazariyeleri ve Millî Hayat kitabında ilginç görüşler vardır. Örneğin, ‘dinî hissiyat zayıflamadıkça, milliyet hissi kuvvetlenmemiştir’ gözlemini yapan yazar, Müderris Ahmet Naim’in ‘Asabiyet-i kavmiye ve cinsiye, vücud-u İslâm’ın dağılması denecek kadar mühlik bir bidât-ı ecnebiyedir’ sözlerini bu tezine gerekçe gösterir. Dinle milliyetçiliğin bağdaşmazlığı, birini ötekinin yerine geçirilebilirliğiyle yakından ilgilidir. (...) 1950’deki Cumhuriyet Halk Partisi’nin yenilgisi milliyetçiliği bir çeşit ersatz din haline getirmek isteyen kültür politikacılarından açıkça yüz çevirmedir” (Tunçay, a.g.e., s. 154-220).

SÜREKLİ BAŞKALAŞAN MAKYAVELİST M. KEMAL

Laikçi inkılâplar olan asıl hedefine varmak için şartlara göre sürekli değişen M. Kemal’in bu zihniyetine şu misâl yeter. 23 Nisan 1920’de Millet Meclisi’nin açılışından sonra “Padişah-ı âzâm, Halife ve Hakanı akdesimiz (mukaddesimiz) Efendimiz” diyerek başladığı konuşmalarında sürekli başkalaşan siyaseti ve fikirleriyle şaşırtabiliyor ve makyavelist bir pozisyona düşüyor:

“Padişahımız! Kalbimiz hissî sadakat ve ubudiyetle (kulluk) dolu, tahtınızın etrafında her zamandan daha sıkı bir rabıta ile toplanmış bulunuyoruz. Toplanmasının ilk bu sözü Halife ve Padişahına sadakat olan B. M.M.’nin son sözü yine bundan ibaret olacağını südde-i seniyelerine (yüce kapınıza) büyük tazim ve huşû ile arz eder” (Prof. Taha Parla, Türkiye’de Siyasî Kültürün Resmi Kaynakları)

Sultan Vahdettin’e sadakatlerini bildirdiği bu ifadelerin, iki yıl sonra tam zıddını söyleyecektir: “Türkiye devletinin istiklâline hatime(son) veren, Türkiye halkının hayatını, namusunu, şerefini imha eden, Türkiye’nin idam kararına ayağa kalkarak bütün endamıyla kabul etmek istidadında kim olabilir?” M. Kemal’in, birçok tarafı izaha muhtaç bu hissî ve siyasî taktik ihtiva eden ifadeleri salonda “Vahdettin, Vahdettin!..” bağırışlarıyla alkışlanır.

PROF. TAHA PARLA: “ATATÜRK İNANDIĞININ TAM TERSİNİ ÖVEBİLİYOR VE YÜCELTEBİLİYOR”

Prof. Dr. Taha Parla, “M. Kemal’in 1920’li yıllarındaki demeçlerinde sultanlardan, halifelerden, Osmanlı tarihinden, Müslümanlık tarihinden, saray tarihçisi üslûbuyla ve kuvvetli ululayıcı sıfatlarla söz ettiğini” belirttikten sonra, “Atatürk, inanmadığı konularda cepheden mücadele yapmıyor, susmuyor, dikkatli ve ölçülü eleştiri yapmıyor; inandığının tam tersini övebiliyor ve yüceltebiliyor” diyor (Parla, a.g.e., s. 265).

PRAGMATİST M. KEMAL ULUSALCI TÜRKLÜKTE KARAR KILIYOR

Türkiye’de dine ve dolayısıyla millete karşı çatışmalı bir cumhuriyet zihniyetinin oluşmasına M. Kemal’in resmî sıfatıyla öncülük ettiğine dair açıklamalar bulunan Şerafettin Turan’ın “Atatürk’ün Düşünce Yapısını Etkileyen Düşünürler, Kitaplar” adlı kitabının 39. sayfasında M. Kemal’e ait şaşırtıcı şu satırlar vardır:

“Baylar, bütün insanlığın görgü, bilgi ve düşünüşte olgunlaşması, Hıristiyanlıktan, Müslümanlıktan, Budizmden vazgeçerek yalınlaştırılmış ve herkes için anlaşılacak bir duruma getirilmiş katkısız ve lekesiz bir dünya dininin kurulması ve insanların şimdiye değin kavgalar, pislikler, kaba istek ve eğilimler arasında bir bataklıkta yaşadıklarını kabul ederek, bütün gövdeleri ve aklen ağulayan kötülük etmenlerini ortadan kaldırmaya karar vermesi gibi koşulların gerçekleştirilmesini gerektiren Birleşik Dünya Devleti kurmayı düşünün, tatlı bir düş olduğunu yadsıyacak değiliz.”

Ulusalcı laik Türklükte karar kılan M. Kemal, fikirlerini Cumhuriyet ideolojisi hâline getirdiği ve resmî sıfatıyla Cumhuriyet devletinde seküler Batıcı düşüncelerin yer edinmesine sebep olduğu aşikârdır.

-------------------------------------

İLÂVE YAZI:

 

ŞAİR MEMDUH ATALAY VE FİKİRLİ SİVASLILIĞIN BEŞ ŞARTI

Ey azizan! Fakiri yadırgamazsanız bu haftaki fikirli bir hâtıramı anlatacağım. Evime yirmi küsur kilometre uzakta olan hastaneden ayrılıp dolmuşla gelirken ikinci durakta terbiyeli genç bir kardeşimiz bindi ve yanıma oturdu. İçime doğdu, “Bu genç güzel huylu ve fikirli bir insana benziyor. Yol uzun, eve yaklaşık kırkbeş dakika sonra vasıl olacağım, şu vakarlı gence bir zarf atayım” dedim.

“Aziz dost, üniversite talebesi misiniz?” dedim.

“Şu karşı ki Güzelyurt mahallesinde öğretmenim” dedi.

“Sizi talebe sandım, maşallah erkenden öğretmen olmuşsunuz, ne güzel” dedim.

“Bu dönem başında başladım göreve” dedi.

“Ne öğretmenisiniz?”, “Türkçe öğretmeniyim…” deyince, “Allah Allah, demek Türkçe öğretmenisiniz, ne bahtiyarlık, nasibim açık bugün! Fakir, Türkçe ve edebiyat muallimlerini çok sever, kanım kaynar hemen” dedim.

Genç dostumuz utangaç bir tebessümle gözlerime baktı.

“Adınız nedir?” dedim, “Ali….” deyince,

“Demek adınız Ali, fakir Ali ismini çok sever..” dedim.

“Memleket neresi aziz dost?”

“Sivas’’ın Suşehri kazasındanım” dedi.

“Demek Sivaslısın, ne güzel. Şehr-i Maraş’da çok zamandır vazife yapan Sivaslı edebiyat öğretmeni Memduh Atalay’ı tanır mısınız?”

“Tanışmadım, fakat ismini duydum” dedi.

“Çok fikirli biridir Memduh Atalay, şair ve yazardır. Sivas’ın fikirli soğuğu diye hitap ederim ona. Falan okuldadır, tanışmanda fayda var” dedim.

Sivas’ın hüzünlü türkülerini de sever, dinler misiniz” diye sordum.

“Evet, çok severim türküleri…” deyince, cezbeye kapıldım, “fakirin türküleri Sivas merkezlidir” dedim.

“Sen beş şartı da taşıyorsun, Sivas’ın tam bir fikirli soğusun, gel kucaklaşalım seninle” dedim ve kucaklaşarak musafaha ettik. Dolmuştaki yolcular tuhaf tuhaf bakıyor ve bizi dinliyorlardı.

Fakirin cezbesinden heyecanlandı, utangaç bir eda ile yüzüme bakınca, meramımı daha açık anlatmaya başladım. “Beş şart şu: Birincisi; Türkçe öğretmenisin, ikincisi; adınızın Ali olması, üçüncüsü; fikirli bir Sivaslı oluşunuz, dördüncüsü; Memduh Atalay’ın adını duymuş olmanız, beşincisi; türkü dinlemeniz.”

Maraşlı birçok şairin adını saydı ve okuduğunu söyledi. Fakir de Sivaslı yazarların adlarını saydı. Bir anda kırk yıllık dildaş oluverdik. Demek ki insan gönül ve fikir dilinden bir olunca hemen dost oluverirmiş.

ilbeyali@hotmail.com 29 Ekim 2013

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Doğan İlbey Arşivi