Mustafa Özcan

Mustafa Özcan

Ekim sürprizleri devam ediyor

Ekim sürprizleri devam ediyor

Ekim Sürprizi öncelikli olarak Barbara Honegger’in Tahran-Washington hattındaki gizli müzakere ve pazarlıkları konu ettiği kitabın adı. Carter döneminde İranlı talebelerin Amerikan elçiliğini basması üzerine uzun maratonlu bir gizli pazarlık süreci yürütülür. Molla rejimi Carter’la anlaşmak üzereyken Reagan takımı devreye girer, pazarlığı ve rehinelerin salıverilmesi sürecini uzatır ve böylece Carter’ın ikinci defa seçilmesinin önünü keserler. Carter iner Reagan çıkar.

Reagan bundan dolayı İranlılara minnettar olmalıdır. Mollalar rehineler üzerinden Beyaz Saray’ın anahtarlarını Reagan’a teslim etmiş olurlar. Bu tür rehine eylemleri ve onu takip eden pazarlıklar seçimlerin sonucunu etkileyebilmektedir. Reagan minnettarlığının sonucu ‘İranlılar kindardır, unutmaz, onlarla geçinmenin yolunu bulmalıyız’ diyerek İrangate skandalına da imza atmıştır.

Elbette azgın teke misali azgın Yahudi olan Daniel Pipes gibi bunlara komplo teorisi deyip gülüp geçenler de var. Ya olup biteni anlamaya kıt zeka düzeyi elvermiyor ya da Yahudileri tenzih etmek için komploları tümden inkar cihetine gidiyor. Böylece hem ahlaklı hem de tutarlı kalmayı başarıyor! Bunun başka bir hattaki hikayesini ise Türkiye gazetesinden Ceren Kenar anlatıyor.

Biraz uzunca bir alıntı ile ışık tutalım: “1986 yılının Mart ayı, Lübnan’dan Batı kamuoyuna bir mesaj geliyor: ‘Taleplerimiz yerine getirilmezse, elimizdeki rehinelerden birini, Fransız olanı öldüreceğiz.’ Tehdidin zamanlaması manidar. Fransa’daki parlamento seçimlerinden on gün önce... Eric Rouleau, Le Monde gazetesinin eski Tahran muhabiri. Arkadaşlarının evinde bir yemekteyken, sürpriz bir telefon geliyor. Karşısında Başkan Mitterand, Rouleau’dan rehinelerin serbest bırakılması için müzakerelerde ‘arka kanal’ olmasını teklif ediyor. Rouleau Tahran’a gidiyor, müzakereler başlıyor. İranlı muhataplarının ‘bizim dahlimizin olmadığı bir konuda ne yapabiliriz ki’ itirazları zamanla yerini ‘Lübnan’da bazı dostlarımız var, peki karşılığında Fransa bize ne verecek’ sorusuna dönüyor. İranlılar pazarlığı Fransızların halihazırda devam eden İran-Irak savaşında Saddam’a silah ambargosu koyması talebi ile açıyor.

Şah döneminde yapılan bazı anlaşmalar nedeniyle Fransa’nın İran’a olan bir milyar dolar borcunun kapatılması ile pazarlık sonuçlanıyor. Paris’e haberi müjdeleyen telgraf çekiliyor, dışişleri bakanı Roland Dumas, rehineleri karşılamak için havaalanına gidiyor. Ve o akşam İran’dan anlaşmanın iptal olduğuna dair bir haber geliyor. Anlaşmanın iptali aynı anda Lübnan’da Hizbullah’ın ilk genel sekreteri Şeyh Tufeyli ile başka bir pazarlık yapan, farklı bir Fransız ekibin girişimlerinden kaynaklanıyor. Bu ekip seçimlerden önce Fransız rehinelerin serbest bırakılmasını istemediklerini söylüyor. Mitterand adına müzakereleri yürüten Rouleau, İranlıların ‘siz ne veriyorsanız siyasi muhalifleriniz (Jacques Chirac) 10 fazlasını vaad ediyor’ dediğini Paris’e söylüyor. Muhalefet (Chirac) Fransa’da seçimleri kazanıyor. Rehineler serbest bırakılmıyor. Ta ki, 1988 yılında gerçekleşen, başkanlık seçimine kadar. Başkanlık seçiminden dört gün önce rehineler, rakibi Mitterand karşısında seçilme şansı daha düşük olan başkan adayı Jacques Chirac tarafından karşılanıyor….”

¥
Artık buna pazarlık mı dersiniz kara şantaj mı dersiniz size kalmış bir değerlendirme. Ama İran ruhu budur! Ekim ruhu sürprizleriyle birlikte devam ediyor. Şimdi ise pazarlık unsuru rehineler değil İran’ın sürdürdüğü nükleer program. Nükleer programı durdurma veya aktivitesini azaltma karşılığında da İran Ortadoğu’da ABD ile ortak olmak istiyor. Stratejik ortaklık kurmak ve nüfuz paylaşımına varmak istiyor.

Sünni dünyayı birlikte ‘gütmek’ istiyor. Bush dönemi tabiriyle söyleyecek olursak; İran BOP’un gizli öznesi olmak istiyor. Veya yine eski deyimiyle BOP’un kurucu ortağı haline gelmek istiyor. Ulusalcıların gözü aydın! Nereden mi çıkartıyoruz? 6 Ekim 2013 tarihli Frankfurter Rundschau gazetesinde ‘Darum sollten wir Netanjahu misstrauen’ başlıklı bir yazı yayınlanıyor. Yazıda Alman milletvekili Von Jürgen Todenhöfer ABD ile İran hattında ‘postacı’ olduğunu ifade ediyor ve iki taraf arasındaki pazarlıklara ve muhtevasına temas ediyor. Şimdiki pazarlık, 2003 yılında yine İran’dan gelen ve Cheney tarafından ‘şer eksenine dahil olan bir ülkeyle pazarlık yapmam’ diye reddettiği teklif zemininde yürümüyor.

Elbette bazı güncellemeler var. Alman Vekil Von Jürgen Todenhöfer Ekim Sürprizi zemininde devam eden Ruhani-Obama dönemi pazarlık versiyonunun aslında 2010 pazarlığına dayandığını ifade ediyor (http://www.fr-online.de/israel-iran-konflikt/gastbeitrag-zu-israel-und-iran--darum-sollten-wir-netanjahu-misstrauen-,11950234,24546064.html ). Küçük pazarlıklar ise her zaman yürümektedir. Demek ki İran pazarlıkları sürekli olarak güncelliyor. İranlılar nükleer programdan vazgeçme veya daha doğru bir tabirle askıya alma karşılığında Amerikalılara Ortadoğu’da nüfuz paylaşımı teklif ediyorlar. Uranyum zenginleştirilmesini muayyen oranda sabitleyeceklerini ve tıbbi amaçların dışına çıkmayacaklarını taahhüt ediyorlar. Bunun dışında Afganistan ve Irak’ta (elbette şimdi ilaveten Suriye) yatıştırıcı ve yapıcı rol oynayacaklarını söylüyorlar. Zaten 2007 yılında Irak’ta ABD ile anlaştıklarına dair karineler mevcut.

Thomas Friedman, 2014 sonrasında Afganistan’da Taliban ve Sünni İslamcılara karşı gizli müttefik olarak yeniden İran’a sarılacaklarını yazmıştır. Demek ki bu cephede ABD, İran, Rusya ve Hind ekseniyle hareket ediyor. Sünni Pakistan’ın nüfuzunu gemleyen ve istikrarını hedef alan ABD açık veya zımni olarak bu bölgede İran’la işbirliğine gitmektedir. Hatemi’nin yardımcılarından Muhammed Ali Ebtahi gibi yetkililer bunu alenen doğrulamıştır. İranlılar nükleer ihtiraslarından vazgeçme karşılığında ayrıca teröre karşı ABD ile somut işbirliğine gitmek istediklerini ifade ediyorlar. Maliki de Washington ziyaretinde Şii eksen adına bunu teklif etmiştir.

Gerçekten de Obama Suriye’de İran’ın söylemini sahiplenmektedir. Erdoğan’ın hilafına Beşşar’a terörist demezken İran’la bir olup muhaliflere en azından bir kısmına terörist olarak tanımlıyor. Üstelik bu unsurların palazlanmasından kalleş politikalarından dolayı kendisi sorumlu olduğu halde! İran tamim ediyor ve hepsine terörist yaftası yapıştırıyor ABD ise bir kısmına terörist derken; ılımlıların da çıkarlarını karşılamadığını söylemektedir. Demek ki fiili beraberlik var.

ABD’nin çıkarlarıyla çatışması için muhatabın İslamcı olması yetiyor. İran arabulucu Lahdar İbrahimi’ye Suriye’deki olayları yatıştırmak için İran’ın seferber olacağını söylemiştir. Gerçekten de Beşşar rejimiyle birlikte takrir-i sukun politikası uygulamakta zaten seferber durumda! Gördüğünüz gibi bölgede İsrail’in düşmanlarına terörist muamelesi yapıyorlar. Evet! Ekim Sürprizi ve sürprizleri devam ediyor!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mustafa Özcan Arşivi