Tuzla'daki istisnai ölümler, tersaneciliğimize mal edilemez!..

Tuzla'daki istisnai ölümler, tersaneciliğimize mal edilemez!..

Bir gazete okuyucu, sıradan bir haber tüketicisi olarak Tuzla tersanelerindeki sonu ölümle biten kazaları şaşkınlık ve dehşetle takib ediyorum. Konunun uzmanı değilim; ömrümde tersane görmedim, görmem de gerekmez.

Türkiye'deki bütün sanayi kuruluşları ve benzeri işyerlerinin uymak zorunda olduğu asgari sağlık ve güvenlik tedbirleri vardır; bürokratlar bu kuralları koyar ve uygulamayı yürütürler. Akşam olunca gereği yapılır. İşte Tuzla'da benim teorik bilgimin hiçbir işe yaramadığı açıkça görülüyor; sayı kaç oldu bilmiyorum fakat buradaki tersaneler mıntıkasında iş kazaları birbirini kovalıyor ve ardısıra ölüm haberleri geliyor. Bir, üç, beş, elliyi geçti galiba...

Diyorlar ki, Türkiye'de işçilik ucuz, bu yüzden Tuzla'da gemi yaptırmak, diğer ülke tersanelerinden daha ucuza geliyor. Talep yoğun, buna mukabil tersane için ayrılan sanayi bölgesi ise pek mahdut; işçiler, yer darlığı sebebiyle iş güvenliği tedbirleri olmaksızın çalışmak zorunda kalıyorlar!.. Mazeret mi? Kat'iyyen!

Bu ülke, ev kirasını ödedikten sonra cebinde beş lira kalmayan çaresiz çalışanların ülkesi. Ekonomimizin mühimce bir kısmı karşılığı doğru dürüst ödenmeyen iş emeğiyle dönüyor. Kâğıt üstündeki rakamlara göre bu kompozisyon Türkiye'ye bazı sektörlerde avantaj sağlıyor diye bu çarpık manzarayı seyretmekle yetinmeli miyiz? Hayır, bu ideolojik boyutu olmayan bir mesele ve bu meselede bütün suçu, görevini savsaklayan veya keyfine göre yorumlayan "merkezî bürokrasi"ye yıkarak işin içinden sıyrılamayız; bu meselede sadece Tuzla'da iş güvenliğini denetlemekle görevli orta seviyedeki bürokratlar değil, siyasi otorite, yani hükümet de sorumluluk altındadır. üç işçinin ölümüyle sonuçlanan son kurtarma botu faciasının ayrıntılarına girmiyorum; hükümet, Tuzla tersaneleri meselesine ciddiyetle el koymalı, vazifesini ihmâl eden denetleyicilerden hesap sormalı ve ilgili kanun ve yönetmeliklerin doğru yürütülmesini sağlamalıdır.

*

Gazeteci Necdet Şen, dünkü Star gazetesinde, "Beni okuma yazma bilen Türk doktorlarına emanet ediniz" başlıklı bir yazı kaleme aldı. Bulup okumanızı tavsiye ederim. Necdet Şen, daha önce, "Memur sadizmi ve can çekişen hastanelerimiz" başlığıyla sağlık kuruluşlarında karşılaştığı aksaklıkları iğneleyen bir eleştiride bulunmuş. Bahsettiğim yazısında, bu eleştiriye gönderilen mektuplardan örnekler veriyor; mektupların ortak özelliği imla ve yazılış hatalarıyla dolu olmasına ilâveten galiz derecede kin ihtiva etmesi.

Mâlumdur, Türkiye'de her meslek erbâbı, câmiadan birilerini rahatsız eden eleştiriler karşısında otomatik bir refleksle âcil savunma ve akabinde kontratak taktiği izler; yani önce, "birkaç olumsuzluktan hareketle camiamızı töhmet altında bırakamazsınız" yollu tarizlerde bulunulur, ardından -yine bazı kendini bilmezler klavye başına oturup-, "Dilerim bu yazdıklarınızdan sonra bir hastaneye düşmezsiniz!" veya "Allah senin gibileri elimize düşürsün" diye samimi temenniler dillendirirler. Durup dururken bedavadan düşman kazanmak istemem -zaten bir hayli mevcut-; genellikle böyle olaylar karşısında takınılması gereken akıllıca tutum, mesleklerin "ulvî", aksaklıkların ise "istisnâi" olduğu şeklindedir fakat Necdet Bey alınmasın, mektuplardan biri çok hoşuma gitti ve kendisini tanımasam da Necdet Bey'in bu komplekse düçâr olduğunu zannedip kahkahalarla gülmeme engel olamadım: Yazarın canını acıtmak isteyen bu değerli sağlık personelimiz Sayın Şen'i, -aynen- "genellikle altında zamanında kazanılamamış tıp fakültesinin acısı gizli" bir gençlik hicrânının zebûnu olmakla itham ediyor.

...

Gülüp geçeceksiniz Necdet Bey, gülüp geçeceksiniz!


Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi