Prof. Dr. Şaban Şimşek

Prof. Dr. Şaban Şimşek

Kart, Kurt, Kürt !?.. (2)

Kart, Kurt, Kürt !?.. (2)

Kenan Evren’in konumuzla ilgili meşhur vecizesi, Murat Belge’nin “K.K.K. Hizmete Özel” bir kitaptan aktardıkları ve Rus Kürdolog Minorsky’nin müthiş buluşu(!) o sözcükten devamla…

İşte bütün bu bilimsel verilerden(!) yola çıkan “Cumhuriyet İktidarı”, uygulamak istediği toplum mühendisliği projesinin ana felsefesi olan “Güneş Dil ve Güneş Irk Teorileri” bağlamında,Kürt denen bir şeyin olmadığını, onların aslında Türk olduklarını” şiar edindi(!) ve bunu; resmi bir ideoloji olarak milletin birliği, vatanın bölünmez bütünlüğü, devletin bekası için okullarda, askeriyede, kurum ve kuruluşlarda, her türlü basın-yayında asimilasyon politikası olarak kullandı.

Her darbe sonrası bu şovenist duygular daha da depreşti; bir yandan maddi anlamda yasaklamalar, tutuklamalar, infazlar vs. yapılırken diğer yandan da psikolojik harekâtlar yürütüldü.

Böyle bir psikolojik harekât kapsamında MGK’ya çağrılan Prof. Dr. Doğu Ergil anlatıyor:

“Bana dediler ki, ‘Kürt kimliğini, Türk milliyetçiliği içinde eritecek bir projeyi yürüt.’ Dedim ki, ‘Çok etnik gruplu, sol kümeli bir toplumda bir etnik küme üzerine bina edilen bir milliyetçilik anlayışı, mikro milliyetçiliklere yol açar, diğer milliyetçilikleri azdırır. Başka bir vesileyle söylediğim gibi, Kürt milliyetçiliği, Türk milliyetçiliğinin gayrimeşru çocuğudur.’ İşte o sırada bir sürü profesör parayla, ‘Kürt yoktur’ işte bunlar ‘kart kurt’ biliyorsunuz, dağda, karda gezerken falan gibi saçmalıklar… Paralarla kitap yazıyor ve ödüllendiriliyorlardı ve birileri de bunun hesabını sormalı, ya bu saçmalıklar için bu toplumun alın teriyle derlenen vergiler nasıl harcandı?..” 

Kendisine bu teklifi getiren MGK Genel Sekreteri Orgeneral Doğan Beyazıt idi; yıl 1993. Sayın Orgeneral “6 ay sonra PKK diye bir şey kalmayacak” diye ilave ederek aklınca Ergil’e yapacağı işin önemini de vurgulamıştı! Ergil bu teklifi (kanımca ahlaksız ve akılsız bularak) reddetmiş ve şöyle bir cevap vermişti: “Sayın Beyazıt, PKK biter CKK çıkar. Bu yöntemlerle sorun çözülmez.”

Cumhuriyetin İktidarının lokomotif gücü askeriye hep bu kafayla gitti maalesef. Sadece Kürtçülüğe değil diğer ulusal tehlikeleri de (irtica, komünizm, sonraları da milliyetçilik!) de aynı yöntemlerle savuşturma yolunu seçti hep.

Gazeteci Cengiz Çandar “Mezopotamya Ekspresi” adlı kitabında aynı meseleyi görüşmek üzere davet edildiği Genelkurmay’da, dönemin Başkanı İlker Başbuğ’un “Kürt” bile demekten kaçındığını, özellikle “bölgedeki vatandaşlar” tabirini kullandığını anlatıyor.

Oysa bugün gelinen noktada, yıl 2014… 3.Piyade Tümeni 7.Hudut Alayı Komutanı Cemalettin Doğan ve beraberindeki grup, bölgedeki bir köyde (Dağlıca Köyü) ikamet eden Latifan Katırcı‘yı ziyaret ediyor ve onunla kendi diliyle, yani yıllarca yasaklı olan Kürtçe”yle konuşuyor! Üstelik bunu herkes duysun, görsün diye bilinçli olarak televizyon kameraları önünde yapıyor! Elbette bu sadece kendi inisiyatifi ile olan bir şey değil.

Bir başka askeri birlikte ise köylü ile iftar sofrasına oturuluyor, birlikte eller duaya kalkıyor ve birlikte namazlar kılınıyor…

Ve Sayın Başbakanın Kürt liderler, sanatçılar ve Kürt halkıyla (muhakkak ki içlerinde Türkler de vardı) yaptığı meşhur Diyarbakır buluşması; açılıma dair adımlar, belki en önemlisi “Kürdistan” sözcüğünün resmen ve alenen hem de birkaç defa telaffuzu…

“Kart-kurt” saçmalığından, “Ben Kürdüm” diyen insanın gözüne sokarcasına dağa-taşa kazınan “Ne Mutlu Türküm Diyene”, “Türkiye Türklerindir” sılogancılığından ve “Türk Kürt etle tırnak gibidir”, “Türk Kürt kardeş ayırım yapan kalleş” kolaycılığından geldiğimiz nokta bu…

Ne kadar çok şey değişti değil mi?.. Ama nelerin karşılığında? Yazmaya gerek var mı?.. Yazık; çok yazık.

Önsöze “mış”la başlamıştık. Nedenini merak eden olmuştur elbette. Açıklayayım: Bütün bunlar, ancak “mış”la anlatılan bir ülkede olabilir de onun için!

…Bu kitabı yazmaktaki amacımız, adından mülhem Kürt kelimesinin etimolojisini ortaya koymak ya da siyasi Kürtçülüğün tarihçesini yazmak veya bir şekilde bazı bedhahların hayalini kurduğu Kürdistan bağımsız devletine bilerek ya da bilmeyerek hizmet etmek filan değil, asla. Kimse boşuna başka taraflara çekmeye çalışmasın yazdıklarımızı. Söylemek istediğimiz şudur: Ben ve benim gibi düşünenler Türk-Kürt, Alevi-Sünni, laik-dindar hep birlikte aynı bayrak altında, mutlu ve müreffeh bir ülkede ki o ülkenin adı ortak vatanımız olan “Türkiye”dir, eşit vatandaşlar olarak, barış içerisinde, kardeşçe yaşamak istiyoruz o kadar.

Bu amaçla, geçtiğimiz beş yıl içerisinde, bu meseleye dair yazmış olduğum ve farklı tarihlerde ulusal bir gazete ve haber sitesinde yayımlamış olduğum makaleleri (27 başlık altında 42 makale), tarih sırasına göre bir araya toplayarak konu üzerindeki düşüncelerimi bir bütünlük içerisinde sunmak istedim okuruma.

Doğrudan Kürt meselesi için yazılmamış ama özü itibarıyla ilintisi olanları da dışarda bırakmadım; mesela, “Anadolu Kucaklaşması Sürecinde Madımak ve Başbağlar” ya da “Bu Azınlık Anlayışıyla Birlik Beraberlik Olur mu?” Bununla, sorunun bizatihi Kürtlere karşı takınılan bir tutum ya da onlara özgü bir mesele olmadığını vurgulamak istedim.

Aslında işin esası da burada. Bizim memleket, devlet ve/veya ulusalcı bir takım iç ve dış mihrakların sürekli dalgalandırdığı bir deli deniz gibi. Bu dalga dediğimiz şey de malum, bir noktada durmuyor!.. Buradaki inceliği herkesin, özellikle de Kürtlerin görmesi gerekiyor: Aynı gemideyiz, fırtınadan herkes etkileniyor ve hiçbir şey sınırsız değil.

Bugün, Cumhuriyetin ilk yıllarında olmayan bir zihniyet değişimi söz konusu. İnsanlar haklarının farkındalar; özgürlüklerinden ödün vermeden, kendilerine hizmet için var olduğuna inandıkları saygın ve saygılı bir devletin eşit vatandaşları olarak onurlarıyla yaşamak istiyorlar. Devlet ve millet olarak (isterseniz buna halklar da diyebiliriz) “Zor”a başvurmadan, kırmadan dökmeden, ölmeden-öldürmeden; çatışan taraflarımızı geri iterek, ortak yanlarımızı öne çıkararak bunu başarılabilir diye düşünüyorum.

Bu Kitap bahsettiğimiz amaca karınca kaderince bir katkı sağlayacaksa ne mutlu bana.

Not: kitap, kısmet olursa, Ocak sonu-Şubat başı gibi (“Barış Kitap”tan) çıkacak.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
4 Yorum
Prof. Dr. Şaban Şimşek Arşivi