Ahmet Doğan İlbey

Ahmet Doğan İlbey

Ah, Maden Şehitleri! Yüreğimiz Nasıl Dayanacak Sizlere?

Ah, Maden Şehitleri! Yüreğimiz Nasıl Dayanacak Sizlere?

Kömür kuyuları, yâni ölüm kuyularında ekmek mücadelesi veren mazlum çağdaş köleler Allah’a yürüdüler, arkalarında evlat, eş, baba, ana bırakarak… Maden işçilerinin ölümü böyledir işte.

Birbirine sarılı yüzlerce baba, yüzlerce evlat, yüzlerce eş… İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn.

Ölüm kuyularında kazma sallayan mazlumlar, yâni soluk benizli çağdaş (!) köleler! Yüreğimiz nasıl dayanacak şimdi size?

VATAN İÇİN ÖLENLERLE KÖMÜR KUYULARINDA ÖLENLER BİRDİR

Vatan için ölenlerle kömür kuyularında ölenler birdir. Vatan için cephede ölmekle, “helâl lokma” diyerek kömür kuyularında ölmek bir değil diyen varsa o, insan değildir.

Kömür işçisi toprağın altında karanlıklarda ölür. Çağdaş bir köle olarak bu elim son, ilerlemeci kapitalist sistem tarafından hazırlanır. Karnı tok, sırtı pek olanların bol bol ısınmaları için kömür kuyularında ölmektir onların kaderi.

Emek sömürgecisi sanayi düzeni düşük ücretle kömür kuyularına indirip indirip çıkarırlar onları her sabah ölüme, yâni zulüme. Çâresizliğin ve muhannete muhtaçlığın adıdır bu.

ÇAĞDAŞ (!) KÖLELERİN YEDİKLERİ EKMEK VE SOLUDUKLARI HAVA KARADIR 

Yüzleri ve kaderleri karadır, elleri karadır, yedikleri ekmek karadır, soludukları hava karadır bu çağdaş kölelerin. Yalnızca yürekleri ve gözleri beyazdır. Çağdaş kölelerin sadece yüzleri değil kapkara olan. İlerlemeci ve aydınlanmacı kapitalist ekonominin hegemonları onların kaderlerini karartıyor vaktinden önce. 

GÜNEŞ VE ÇİÇEK YOK MADEN CEHENNEMİNDE

Güneş ve çiçek yok kömür kuyularında. Mavi, yeşil ve beyaz yok, karanlık ve zehir var. Mavi gökyüzü nasıldır, görmüş mü? Bir sorun kömür kuyularında çalışan çağdaş kölelere! Zaten diri değillerdi onlar. Orada ölürler ve ölüleri çıkar ancak gün ışığına.

Ölümle peşinen kavilleşmiştir onlar. Çünkü kömür kuyularında otuz beşi, kırkı geçmez yaş. Ya göçük altı ya da grizu patlaması, belki yarın belki yarından yakın bir vakitte bulur onları.                                                                                         

EY, MAZLUM MADEN İŞÇİLERİ! TERK EDİN KÖMÜR KUYULARINI

Ey, kömür kuyularının mazlum köleleri! Bundan böyle terk edin kömür kuyularını! Çalışmayın o karanlık cehennemde. Dağlara çıkın dağlara! Ovalara yayılın, yeşil ovalara! Irmak kıyılarını iskân tutun bundan böyle. Kömür denen canavar yer altında kalsın. Binlerce masumun kanına giren kömür kuyularından kaçın, çalışmayın! 

BUNDAN BÖYLE KATRAN DÖKÜN, TAŞ DOLDURUN ÖLÜM DEHLİZLERİNE

“Memleketin zengin olması için kömür bulun” diyerek Uzun Mehmet’i aldattıkları gibi, “Memleketin ekonomisi için çok kömür çıkarın” diyerek sizi de aldattılar!

Varsın ısınmasın karnı tok, sırtı pek yüreği yanında olmayan modern ve kapitalist ruhlu toplum. Katran dökün, taş doldurun bundan böyle kömür kuyularına. Kahrından çatlayıp çıldırsın ilerlemeci ekonominin hegemonları.

SİZLERE MAHCUBUZ KARA SOMUN YÜZLÜ MADENCİLER

Ey, ilerlemeci kapitalist sistemin muktedirleri! Kara somun yüzlü çağdaş kölelere ne zaman gün ışığında bir hayat sunacağız?

Kömür kuyularıyla diğer işkollarının hiçbir benzerliği yoktur. Yer altında çalışmak toplu ölümlere dâvetiye çıkaran bir iş koludur. Kömürün tonu artıkça ölüm sayısı da artar.  Ülkenin kişi başına kömür üretimi artıkça, kömür ocaklarında ölümde o nisbette artacaktır.

Bu, pozitivist-seküler ekonominin gereğidir. Ölen işçiler bu kaideyi değiştirmez. Serbest piyasa veya kapitalist ekonominin hegemonları şöyle konuşur: “Madene inip inmemek serbesttir. Sen inmezsen, inecek başka biri mutlaka bulunacaktır.”

BESMELEYLE İNERLER HER SABAH ÖLÜMÜN KAPKARA ZİNDANLARINA

Besmeleyle binerler her sabah demirden kafese.  Kapkaranlık yer altına varırlar. Helâlinden rızık içindir ölümün kapkara dehlizlerinde kazma sallamak. Şairin dediği gibi “Yüz karası değil, kömür karası / Böyle kazanılır ekmek parası…”

“Ben bir maden işçisiyim... / Cennetin içinde cehennemdeyim / Her yer karanlık, ölüyorum! / Sesimi duyan / Sesimi duyan yok mu?” diye çığlık atanlar?

Madenci, duasını eder ve aşağıya iner. Ama inmeden önce ailesiyle mutlaka helalleşir. Çünkü yer altından dönmeyebilir. Bu, kömür ocaklarında çalışanların yazgısıdır.

Patlama, yangın, göçük vak’alarıyla ölmese de, günün birinde akciğer hastalığından emekli olmadan ölür. Çağdaş kölelerin kaderidir bu. Toptan ölürler.

BİR GARİP MADENCİ ÖLMÜŞ! ALLAH’SIZ SEKÜLER EKONOMİ İÇİN NE GAM!

Onlar ölünce serbest piyasa ekonomisi ve ilerleme geçici bir kesintiye uğrar. Kapitalist egemenler için ne gam! Yine muhtaç çağdaş köleler bulup çalıştıracaklardır.

Allah’sız seküler-kapitalist ilerlemeci ve aydınlanmacı serbest piyasa ekonomisi böyle işler. Çalışacaklar ve vakitsiz öleceklerdir kömür kuyularının köleleri. Kaza olmasa bile kömür tozu yapışmış ciğerlerinin çürümesiyle ölüm tez elden gelip bulacaktır onları.                                                                                              

Kur’ân’ın tabiat âyetlerini ve tefsirlerini görmezden gelen pozitivist ruhlu Müslümanlarla modern seküler güruhun kaloriferli dairelerinde fanila ile oturabilmelerini sağlayan ilerlemeci seküler kapitalist ekonomi için kömür kuyularında, yâni ölüm kuyularında çalışanların ölmesi gereklidir.

İLERLEMECİ-KAPİTALİST EKONOMİNİN GEREĞİ İÇİN YENİ ÇAĞDAŞ(!) KÖLELER BULACAKLARDIR

Çok çalıştıkça çok kömür gelecek, insanlar çok ısınacak. Bundandır ki bu yolda çok kömür işçisinin ölmesi gerek. İlerlemeci ekonominin devamı için de ölenlerin ardından yeni çağdaş köleler gereklidir.

Bu ilerleme çıtasını yakalamak için ölenlerin varlığı onların vicdanını kanatmaz ve utanmadan “İnsanların refahı için kömür rekoltemizi artırmaya devam edeceğiz…” diye Firavunca parlak beyanatlar verirler.

DİN ÂLİMLERİ, İLAHİYATÇILAR! MADEN CEHENNEMLERİNDE İNSAN ÇALIŞTIRMAK CAİZ MİDİR? BİR TOPLANIN!

Efendimiz s.a.v.’in “Rızkı, yerin derinliklerinde arayın” hadis-i şerifini istismar eden yine bu ilerlemeci-seküler kapitalist devlettir.

Din âlimleri ve İlahiyat fakültelerinin hocaları niye ilgi göstermezler? Niye açık yüreklilikle kömür kuyularında rızk ve enerji aramanın İslâm’a uygun olmadığını anlatmazlar korkmadan? Hâlâ aşılamamış olan Seyyid Hüseyin Nasır’ın “İslâm ve Tabiat” düşüncesini niçin görmezden gelirler.

İslâm düşüncesinde insanları “Bahşedilmiş Bir Emanet” olan toprağın altında çalıştırmanın caiz olmadığını söylüyor âlimler?

-------------------------------------

İLÂVE YAZI

KSÜ KÜLTÜR VE MEDENİYET TOPLULUĞU İLE TÜRKİYE YAZARLAR BİRLİĞİ K. MARAŞ ŞUBESİ’DEN ORTAKLAŞA PROGRAM

KSÜ Kültür ve Medeniyet Öğrenci Topluluğu Heyeti H. Ahmet Eralp, Mehmet Can Tezekici, Yasin Keskin, Ferhat Ağca, İsmail Sağır, Ali Yıldırım ve Türkiye Yazarlar Birliği K. Maraş Şubesi Başkanı, Kültür ve Medeniyet Topluluğu Danışmanı Öğretim Görevlisi İsmail Göktürk ile KSÜ Program Sorumlusu Uzm. Mehmet Yaşar’ın birlikte hazırladığı, yazar Ebubekir Kurban’ın “Türkiye Sevgisi İmandandır” başlıklı sohbet programı 15 Mayıs 2014 tarihinde gerçekleştirildi.

KSÜ öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Mehmet Yılmaz’ın Ankara’dan âşina olduğu ve onun vâsıtasıyla irtibat kurulan Ebubekir Kurban gazeteci, yazar, Mavi Marmara gâzilerinden. Gerçek Hayat Dergisi’nde Bekir Fuat müstearıyla söyleşileri yayınlanıyor. “Baba Adı Âdem Ana Adı Havva” ve “İsmet Saat Kaç?” isminde kitapların müellifidir.

Gönüllere hüzün veren programı Mehmet Yaşar, Soma’daki maden şehitleri adına okuduğu şiirle başlattı.

İsmail Göktürk, Soma’daki maden şehitlerini acısını anlattı ve dua etmemiz gerektiğini söyledi. “Türkiye Edirne ile Van arası değildir. Semerkant’tan Bosna’ya, Kazan’dan Halep’e kadar bir medeniyet coğrafyasının adıdır Türkiye” girizgahlı kısa selâmlama konuşması anlamlı ve fikirliydi.

Ardından KSÜ talebelerinden Somalili Mahmut, Kur’ân tilâvetine başladı ki,  tilâvet buyunca Somalili Mahmut ağladı, salondaki dinleyiciler ağladı. Öyle ki bu anlamlı ve hüzünlü program tek başına Somalili Mahmud’un Kur’ân tilâvetiyle bile son ayların en samimi, en içten programıdır diyebilirim.

Sonra konuşmacı Ebubekir Kurban sohbet havasında “Türkiye sevgisi imandandır” başlığında konuştu. Anlattıkları hayli hüzünlü, trajik ve ara ara ironi ifade eden Türkiye ve Ankara üstüneydi. “Müslümanların vatanı, anamızın babamızın, çocukluk arkadaşlarımızın yaşadığı yer olduğu için sevgili gibidir Türkiye…”  tarzında ilgi çekici konuşması Somali, Suriye ve Kanada seyahatlerinden çarpıcı ve düşündürücü anekdotlar ve Mavi Marmara yolcusu olarak acıklı hâtırasından kareler aktararak devam etti.

KSÜ talebelerinin “Hasan abisi” şair/ hikâyeci ve Kütüphane Müdürü Hasan Ejderha misafirlere fikirli çay ikramında bulundu. Şiirlerini okuduğum güleç yüzlü, güzel karakterli genç dost Şeyhşamil Ejderha’yı da gördüm.

Daha sonra İsmail Göktürk’ün, “Özerk Cumhuriyet” dediğim üniversitedeki ofisinde ikram ettiği çaylarla muhabbete devam edildi. Bu fakir, güzel meşrebli talebelerin girip girip çıktığı dergâha benzeyen bu odada rahatsızlığına rağmen cezbe hâlindeydi. Çünkü fikir, insan, medeniyet ve Türkiye konuşuluyordu. Kendimde güç hissettim de Ebubekir Kurban beye bir de zarf attım: “Bak Efendi, rahatım yokken kalkıp buraya gelmemin dört sebebi var: Birincisi, adın ve soyadın güzel. İkincisi, Mavi Marmara gâzisi olduğu için. Üçüncüsü, Türkçe yazıp konuşuyorsun. Dördüncüsü, “babamın adı Âdem, anamın adı Havva” dediğin için…

Hâsılı, bu haftada gönlümün inşirah bulduğu böylesine anlamlı hâtıralarla döndüm mağarama…

------------------------------------

ŞAİR MEMDUH ATALAY, SİVAS VE TÜRK

 

Ey azizan!

Fikir Dükkânı’mıza, yâni Mekteb-i İrfan’a elinde bağlamasıyla Sivaslı bir üniversite talebesi alperen geldi ki, Sivas’ın fikirli soğuğu diye hitap ettiğim fikir ve gönül dostum şair Memduh Atalay düştü gönlüme. O türküdar genç bağlamanın tellerine vururken, ona Sivas’ın fikirli soğuğundan, yâni Memduh

Atalay dostumdan bahsettim.

Birkaç türküden sonra, Efendi Hocam’ın oğlu Ahmet vasıtasıyla ona “Sivas ellerinde sazım çalınır” türküsünü çalmasını söyledim. Türküyü dinlerken yüreğime sızı düştü, yâni şair Memduh Atalay dostumun “Sivas Türküsü” şiiri düştü de gönlüme hüzünlendim:                                                                                                                                                                                                                     “Rüzgarın gönlümde güllere gerek /Toprağın bedenime sıcak bir kucak / Yıldızların nöbet vakti bitmeden evvel / Şiir Ulu Camide kutlu bir ocak / (…) Dağlarında nice Ferhatlar vardır / Nakış nakış eriyen gurbetler vardır / Sivas acı doğar acı doğurur / Darağacına gelen ifratlar vardır / Yüreğimi hüzne bağlayan şehir / Kızılırmak gibi çağlayan şehir / Pir Sultan göynümüşlüğüyle ağlayan şehir / Gizli sevdalarda başak veren bağ / (…) Şiir yüreğin acı sevdası / Muradım ölümde duymak Sivas'ı / Garipliğin erdemiyle ışık saçan pir / Al beni sılaya Şems-i Sivasi.”

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
Ahmet Doğan İlbey Arşivi