Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Ramazan karşılaması

Ramazan karşılaması

Osmanlı asırlarında Ramazan, tıpkı şimdi olduğu gibi, mü’minler tarafından coşkuyla karşılanırdı...
Ama tabii dönemin şartlarından kaynaklanan bazı farklar vardı. Mesela marketler olmadığı için, Ramazan’a on, onbeş gün kala Ramazan alışverişi yapılır, kiler Ramazanlıklarla doldurulurdu.
Sonra çamaşırlar yıkanır, köşe bucak süpürülür, tahtaları fırçalanır, evler Sultan misafirliğe gelecekmiş gibi hazırlanırdı.
Bir anlamda gelmesi beklenen de bir sultandı: Onbir ayın sultanı!
Himmet, hikmet, rahmet, merhamet, bereket, mağfiret sembolü geliyordu...
Osmanlı insanı genel olarak temizdi. çünkü “temizlik imandan” gelirdi. Ama Ramazan hürmetine insanlar bir kez daha yıkanıp temizlenir, bu yüzden hamamlar dolup taşardı.
Kısacası herkes hasretle Ramazan gününü beklerdi. Ramazan hilâlı görünür görünmez (Rü’yet-i hilâl) toplar atılır, davullar vurulur, tellâllar en ücra mahallelere kadar Ramazan’ın başladığını müjdelerlerdi.
Osmanlı asırlarında Ramazan hilâli gözükmeden oruca başlanmazdı. Buna “rü'yet-i hilâl” denirdi.
“Rü’yet” görme anlamındadır. Dolayısıyla, “rü’yet-i hilâl”, “hilâlin görülmesi” anlamında bir fıkıh terimidir. 
Devr-i Saadet’de, yahut Osmanlı asırlarında, şimdiki gibi elektronik teleskoplar olmadığından, Ramazan’a giriş çıkışı tespit edebilmek için memleketin müsait bölgelerinden hilâl gözlenirdi...
çıplak gözle hilâlin görülmesi Ramazan’ın yahut bayramın başladığına delildi. Bu iş öylesine ciddiye alınırdı ki, bizzat İstanbul Kadılığı ilgilenirdi. 
İstanbul Bayezid’deki yangın kulesi, aynı zamanda hilâl gözlemekte de kullanılırdı. Ayrıca Süleymaniye, Fatih, Cerrahpaşa, Sultan Selim ve Edirnekapı camilerinin minareleri de aynı amaca hizmet ederdi. 
Kadılık Makamına mensup güvenilir bazı memurlar, bu gözlem yerlerine gönderilir, ayı gözlemeleri istenirdi...
Aynı zamanda, adı geçen camilerin hizmetlileri ile halk da gönüllü olarak gözlem yapardı.
Ramazan hilâlini gören, önce şahit tutar, böylece birkaç çift gözün aynı anda hilâli görmesi sağlanırdı. Sonra birlikte fetva kapısına gidilirdi. Fetva Emini’nin emriyle hilâli gören iki kişi içeri alınıp sorgulanır, o sırada, dışarıya haber sızmaması için, Fetva Dairesi’nin büyük kapısı sımsıkı kapatılırdı. 
Sorgulama çok titiz yapılırdı. Ramazan hilâlini gördüklerini iddia eden şahitler, tuzak sorularla şaşırtılır, doğru söyleyip söylemedikleri iyice araştırılırdı...
Doğru söylendikleri kanaati geldikten sonra bir mahkeme ilâmı hazırlanıp Kadı Efendi tarafından mühürlenir, ardından sicil defterine kaydedilir, nihayet Şeyhülislâmlık Makamına gönderilirdi...
Ancak ondan sonra büyük kapının açılmasına izin verilirdi. 
Açılan büyük kapıdan Süleymaniye Camii’nin mahyacıbaşısı elinde bir kandille çıkar, avludaki binek taşına çıkar, kandilini sallayarak Süleymaniye Camii minarelerinde işaret bekleyen kandilcilere “Ramazan başladı” işaretini verirdi...
Bu işareti alır almaz, minarelerde hazır bekleyen kandilciler minarelerdeki kandilleri bir bir yakar, bu manzarayı gören diğer camilerdeki gözcüler de aynı şeyi yaparlardı...
Camiler bir ışık sağanağı altında kalırdı...
Böylece İstanbul doyumsuz bir güzelliğe kavuşurdu. Minarelerdeki mahyalarla kandillerin yanması, o dönemin sakin yaşantısını şenlendirir, tüm hayata müthiş bir hareketlilik getirirdi.
Süleymaniye Camii’nin minareleri ışıklandırıldıktan sonra davulcular ve tellallar sokak aralarına dağılır, Ramazan-ı Şerif’in geldiğini halka müjdelerlerdi...
çocuklar davulcuların arkasına takılır, sokak sokak dolaşırlardı.
Kısacası hilâlin görünüp ilân edilişi, İstanbul halkı için büyük bir seyir ve eğlence olurdu.
Halk kandillerin yanmasıyla sokaklara dökülür, Ramazan’ın başlaması şerefine şenlik yapardı.

Ramazanın geldiği her türlü iletişim aracıyla ilân edilirdi, ama gözü oruçta olmayanın kulağı neylesin...
Duymazdan gelenler az da olsa vardı.
Bunlardan biri de sıkı bir tiryaki idi. Tütün ve kahve içmeden duramayan tiryaki, Ramazan’ın geldiğini duymamak için kendince bazı tedbirler almıştı. Perdeleri sım sıkı kapalı tutuyor, gece sokağa çıkması gerekirse, gökyüzündeki hilâlı görmemek için sürekli önüne bakıyordu.
Ama bunlar işe yaramadı. Yağmurlu bir gece kahveye giderken birden önündeki su birikintisinde Ramazan hilâlinin yansımasını gördü.
İrkildi ve ağzından şöyle bir cümle çıktı:
“Anladık gelmişsin be mübarek, bari gözüme girme!”
Bazılarının gözüne girse de, Ramazan yüreğine girmiyor. Her şey nasiptir.

Herkese merhaba! Tatilden döner dönmez, Ramazan yazısı yazmak ne güzel...
Ramazan’ınız mübarek olsun.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi