Ahmet Doğan İlbey

Ahmet Doğan İlbey

Laik Türkçülerin Latin harfleri karşısında diz çöküşü-2

Laik Türkçülerin Latin harfleri karşısında diz çöküşü-2

(Evvel emirde belirteyim ki gayem, Hadiümü’l Harameyn olan ve İslâmlaşınca millet olmak vasfını kazanan Türklerin idrakini bir asırdır ve hâlen karıştıran laik Türkçülüğün ârızalarını göstermek. Bu mevzuda yazdıklarımızda Türklük hüviyetine asla karşı bir anlayışımız söz konusu olamaz. Aksine, mensubu olmaktan şeref duyduğumuz Hilafet sahipliği yapan Türkiye’deki Türklerin bâtıl, yâni İslâm dışı tesbit ve tariflerden, ideoloji ve fikirlerden arındırılması çabası taşımaktadır)

Sözde “ünlü Türkçü” Hamdullah Suphi Tanrıöver de diğer yandaşları gibi Latin harfleri meselesinde net bir tavrı yoktur. 8 Ocak 1928’de Ankara Türk Ocağı’nda azılı Kemalist-Türkçü Mahmut Esat Bozkurt, “Latin harflerinin ulusun dilini güzelleştireceği” üzerine konferans verdikten sonra Hamdullah Suphi Tanrıöver de “Latin harflerinin benimsenmesi” hakkında konuşur.

Kemalist inkılâplar sâyesinde Avrupa medeniyetine dahil olunacağını savunan Tanrıöver, temel görüşlerde ayrılığı olmadığı halde Tek Parti İnönü hükümetlerinin Türkçüleri “tabutluklara” atması, Türk Ocakları’nın mal varlıklarının iadesine rıza göstermemesi gibi politik sebeplerle 10 Mayıs 1949’da “Türk Ocağı Beyannâmesi” yayınlar. Bu beyannâmede geçen bazı ifadeleriyle bin yıldır Kur’an harfleriyle İslâmlaşan Türklerin medeniyet müdafii gibi konuşur:

“İnkılâbın müdafii olan bir tufeyli (asalak) peyda olmuştur. Din dediğimiz vakit tüyleri ürperir. Bırak, kendi kendine çürüsün ve yıkılsın der. Eski harfleri gördüğü vakit, teşe’üm eder (uğursuz sayar). Bu, inkılabımızın en büyük zaferlerini tehlikeye düşürecek bir irtica nişanesidir. O, bir tarassut kulesindedir, ufuklarda her gün tehlike işaretleri görür… İnkılap tufeylisi, yalnız 25 seneyi gören daracık kafasıyla eski harften korkuyor. Onu bir aralık âbidelerimizin üzerindeki kitabeleri kazırken gördük… Eski harflerden korkmuyoruz. Devletin bütün evrak hazineleri bu harflerle doludur. Bütün mimarî yadigârları üzerinde o harfler var. Cedlerin mezar taşlarında aynı harfleri okuyoruz. Edebî servetimizi teşkil eden kitaplar ve bütün tarihimiz o harflerle yazıldı.” (Tanzimat’tan Cumhuriyet'e Alfabe Tartışmaları, Haz: Hüseyin Yorulmaz)

Küçük de olsa fecir pırıltısı sayılabilecek bu sözlerinin dâvacısı olmayı sürdüremez Tanrıöver. Chp’den ayrılıp Demokrat Parti’den milletvekili olması onu laik-liberal Türkçü anlayıştan uzaklaştıramamıştır.

TANRIÖVER’İN REİSLİĞİNDE TÜRK OCAKLARI LATİN HARFLERİ KURSLARI AÇAR

Tanrıöver’in uzun müddet başkanlığı yaparak damgasını vurduğu “Türk Ocakları 10 Ağustos 1928’de yine onun beyanlarıyla Harf İnkılâbı’na sahip çıkar. Açtığı kurslar ile Türkiye’nin her yerinde harf seferberliğine katılır. Türk Yurdu Dergisi, Harf İnkılâbını yazıya geçiren ilk yayın organlarından birisidir.” (Herhangi bir Cumhuriyet tarihi kitabına bakılabilir)

Türkçüler içinde M. Kemal’in Batıcı “devrimlerine” en çok destek olan, hakkında “Kemalizm’in İdeoloğu” adlı kitap yazılan (Kemal Şenoğlu, Kaynak Yayınları) ve kendisinin yazdığı “Lisan Islahı Meselesi” kitabıyla 1930 yılında Latin harfleriyle yazılacak “Yeni Türk dili” heyetlerinde vazife yapan sözde Türkçü Yusuf Akçura’nın İslâmlaşan Türklere yâr olması mümkün mü?

SAF DEĞİŞTİREN TÜRKÇÜLER

M. Kemal’in tâlimatıyla hazırlanan pozitivist ve lâdinî Türklüğün resmî kitaplarından “Türk Tarihinin Ana Hatları” (1930) adlı kitabın yazarları arasında yer alan Türkçü Sadri Maksudi Arsal da Latin harflerinin savunucularındandır. Yine ünlü Türkçülerden Necip Asım, Veled Çelebi, Ali Canip Yöntem ve İbrahim Alâaddin Gövsa “Arap harflerini savunanlar” cephesindeyken karşı safa geçip, M. Kemal’in Latin harfleri inkılâbından övgüyle bahsetmeye başladılar.

Dindar bir dünya görüşüne sahipken, pozitivist Durkheim ve Ziya Gökalp’in tesirinde kalan, İslâm’da reformist fikirleri savunarak Kur’an tercümesi hazırlayan, genel eğitimin içinde dinî eğitimin gereksiz olduğunu, aile yapısında din birliğinin şart olmadığını savunan, Osmanlı aile yapısını, İslâm’ın ve Arapların tesirlerini taşıdığı gerekçesiyle tenkid eden ve seküler bir Türkçü olan İsmail Hakkı Baltacıoğlu’nun baştan beri harf inkılâbından yana olduğunu anlatmaya gerek var mı?

MEZARTAŞINA ORHUN HARFLERİYE ADINI YAZDIRAN TÜRKÇÜ

Merkez Efendi Mezarlığı’ndaki mezar taşına Orhun alfabesiyle adının yazılmasını isteyen ve hâlen bu harflerle yazılı mezartaşı muhafaza edilen, devlet ve dinin birbirinden ayrı olmasını savunan lâdinî Türkçü Rıza Nur, M. Kemal’in muhalifi olsa da, harf inkılâbından birkaç ay önce Kahire’de “Oğuznâme” adlı kitabı Lâtin harfleriyle bastırarak Latin harflerini yüceltmiştir.  (TDV İslâm Ansiklopedisi, cilt: 35, s. 66)

“Dinde Türkçülük” adına yapılan Kur’an ve ezanın Türkçe okunması inkılâplarını destekleyen Nihal Atsız, Mustafa Şekip Tunç’u tenkit ederken, “Fikirleri arasında eskiden beri Latin harflerini kabul etmek gibi memlekete faydalı olanlar varsa da…” ifadesini kullanır ki, bu ifadesiyle alfabe inkılâbına taraftar olduğunu aşikar ediyor. (Türkçülük Akımında Din Olgusu Üzerine Aykırı Bir Yaklaşım: Hüseyin Nihâl Atsız ve Fikirleri, yüksek lisans tezi, Ferit Salim Sanlı, Ankara Ünv. 2010)         

Yeri gelmişken Rıza Nur’un, şamanist ve sosyal darvinist Türkçü Nihal Atsız’ın fikir hocası ve mânevî babası olduğunu da hatırlatalım.

“KUR’AN HARFLERİ TÜRKLÜĞE YABANCILAŞMADIR” DİYEN TÜRKÇÜ

Türkçülüğünü Kemalizm’le besleyen Nurettin Artam’ın “Milleti cehaletten kurtarmak için kendi diline uymayan Arap harflerini terk edip Latin esasında Türk harflerini kabul etmekten başka çâre yoktur” sözünü reddedebilecek ve bu hainâne sözün bir medeniyet inkârı olduğunu söyleyebilecek bir Türkçü var mıdır bugün?

M. Kemal’in görüşlerinin hâkim olduğu Cumhuriyetin harf inkılâbına alenen karşı çıkan tek paşa Kâzım Karabekir’dir. Onun bu cesaretini bugün hiçbir general gösteremiyor:

“Bu kabul edildiği gün memleket herc-ü merce girer. Her şeyden önce, sarfı nazar bizim kütüphanelerimizi dolduran mukaddes kitaplarımız, yazılarımız ve binlerce cilt âsârımız bu lisanla yazılmış iken, (..) hilâfını kabul ettiğimiz gün, en büyük felâkette derhal bütün Avrupa'nın eline güzel bir silah verilmiş olacak. Bunlar âlem-i İslâma karşı diyeceklerdir ki, Türkler ecnebi yazısını kabul etmişler ve hıristiyan olmuşlardır. İşte düşmanlarımızın çalıştığı şeytankârâne fikir budur.” (Satılık İmparatorluk, Mustafa Armağan)

Karabekir’e cevap veren, pozitivist Abdullah Cevdet’in yakın fikirdaşı Kılıçzâde Hakkı’nın görüşlerini günümüzde Atatürkçü-Türkçülerin sürdürdüğünü görmek ne kadar düşündürücü! Okuyalım:

“Biz yalnız Müslüman mıyız? Yoksa hem Türk, hem Müslüman mıyız? Eğer biz yalnız Müslüman isek, bize Arap harfleri ve Arap dili lâzımdır. Ve ilim olarak Kur'an yetişir. Bunun yanında milliyet ve hâkimiyet kavgaları ve dâvaları yoktur ve olmaz. Eğer Türk isek, bir Türk harsına muhtacız. Bu hars ise, her şeyden evvel dilimizde başlayacaktır” (Ülkü Taşır, M. Şakir/ Atatürk ve Harf Devrimi, Türk Dil Kurumu Yayınları,1981)

TÜRKÇÜLER: “KEŞKE GÖKTÜRK VEYA UYGUR ALFABESİNDE KALSAYDIK”

Türkçülüğü laik-seküler ve sentezci olan Zeki Velidî Togan’ın siyasî birlik noktasından Latin harflerine karşı çıktığını da kaydedelim: “Suret-i katiyyede bilmeliyiz ki, Lâtin hurûfâtının lisanımıza tatbiki imkânsız ve muzırdır... Hurûfât meselesi Lâtin harflerini kabul etmek suretiyle halledilecek olursa, bu yolun bir devlet içerisinde dört-beş aydan fazla ömrü olmaz.” (Ülkü Taşır, M. Şakir, a. g.e., s. 55)

Kemalist Cumhuriyet eliyle Latin harflerine “Türk harfleri” denilmesine itiraz edemeyen, hattâ zımnen destekleyen laik Türkçüler, harf inkılâbının ardından devrin gazetelerinde yayınlanan şu şiiri coşkuyla okumuşlardır: “Yeni harfler ola kutlu / Türkler için bu ne mutlu / Bir el geldi bize Rab’dan / Halâs olduk biz Arap’dan.”
 
Hâsılı, Osmanlı Türkçe’sini ve Kur’an harflerini “Türklüğe yabancılaşma” olarak gören ve “ Türkler keşke Göktürk veya Uygur alfabesinde kalsalardı…” diyen seküler Türkçülerin hedefi Latin alfabesiyle Batı medeniyetine dahil olmaktı…
-----------------------------------------
EHL-İ DÜKKÂN HOCAM’IN ÇAY EŞLİĞİNDE DERS İŞLEYİŞİ

Ey azizan!
Dükkân ehlinden ve Hocamgilden çok bahsetmemi zinhar yadırgamayınız. Çünkü onlardan aktardığım nükteli ve fikirli vak’alar öyle kesbî ve malâyânî değil, vehbî ve gönlü hoş kılan vak’alardır. Bu hafta Bir Hocam’ın ikincisiyle (Bir Hocam iki kişidir) hasbıhal ettim de başımın kalbimin ağrısı gitti ve gönlüme sürur geldi. O Hocam, talebelerini alıp kantin çay ısmarlayarak ders işliyor.  Ders dedimse vatan-millet, memleket meseleleri ve kitap okumak üzerine sohbet etmiş talebeleriyle. Mankurtlaşmayı ve Nayman Ana Efsanesini sormuş. Bu sual karşısında talebeler mahcup şekilde Hocam’ın diline bakmışlar. Hocam anlatmaya başlamış. Ardından daha neler neler anlatmış… Fikirli ve muhabbetli çaylar eşliğinde insan, fikir ve medeniyet coğrafyamız üstüne anlattıkça talebeler kendinden geçmiş vesselâm.

Hocamı dinlerken cezbeye kapıldım.  N’olurdu bu fakirde bir çayhanede çay eşliğinde Bir Hocam gibi bir “Öğretmenden” ders alsaydım. Nasibimde yokmuş.  Cumhuriyet rejimine kötü söyledim, kahrettim.  Yâni ki sizlere soruyorum: Cumhuriyet öğretmenleri böyle ders işleyebilir mi? Talebelerini sınıftan çıkarıp, “ Haydin çocuklar çay içip sohbet edelim…”  diyerek, onları gönlüne, insan tarafına kelimeler sürebilir mi?  Ah! Bürokratik ve memur suratlı Cumhuriyet öğretmenleri! Ne çektik sizlerden… Hâsılı, demem  o ki,  Bir Hocam’ın çay eşliğinde ders, ders dediysem sohbet geleneğini mekteplerde kaç öğretmen yapıyor dersiniz?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
Ahmet Doğan İlbey Arşivi