Faruk Köse

Faruk Köse

“Devletine bağlı/sadık uysal vatandaş” projesi

“Devletine bağlı/sadık uysal vatandaş” projesi

İslam’ın, “yönetenle yönetilen arasındaki bağlılık ve itaat ilişkisi”ni “şartları belli sözleşme” ile kayıt altına alan “bey’at müessesesi”ni tahkir edenler, kurdukları “tağuti rejim/sistem” ile insanları “tebaa” olmaktan çıkarıp “vatandaş” yapmakla övündüler.

Ancak, “tebaalık”tan “vatandaşlık”a terfi edenler, artık “devletine bağlı ve sadık, uysal tipler”e dönüştü. Bu öyle başarılı bir “dönüştürme”ydi ki, söyleminde mer’i rejimi ve sistemi “tağut” olarak adlandıranlar bile, eyleminde idaresini eline aldığı toplumu tağuti/küfri sisteme/rejime sımsıkı bağlamaya çalışır, bağlı kalmaya icbar eder oldu. Yani “tağuti/küfri rejim/sistem”, varlığını, karşıtlarının iktidar uğruna cansiperane korumacılığı ile sürdürür hale geldi. Dün karşı çıktığını bugün savunup herkesi sadakatle bağlanmaya zorlayan “önderler”in marifetiyle...

Hangi rejimle yönetilirse yönetilsin, İslam coğrafyasının genelinde görülen bir vaziyet böyle. Maalesef, “iktidar koltuğu”na oturanlar, “koltuğun getirileri”nin tadını bir kez alınca bunun sürdürülmesinden başka bir şey düşünemez oluyorlar. Ancak “koltuk ve rant keyfi”ni sürdürmenin yolunun, ardından sürükledikleri kitleyi ve toplumu “rejime bağlı ve sadık uysal vatandaşlar”a dönüştürmekten geçtiği kanaatine ulaşıyorlar. Böylece “hedefler” değişiyor, “çalışmalar” başkalaşıyor; “dün reddettiğine bugün cansiperane sahip çıkan” bir zihniyet egemenlik kuruyor.

Bu zihniyeti üreten ve yayan “üst akıl”, toplumun teveccühünü kazanan kadroları ve organizasyonları “vatandaşı zapturapt altına alma”ya yönelik bir projeyi tatbike sevk ediyor. Bunu yaparken de, işlenmesini “telkin” ettiği şeyleri doğru ve meşru gösterecek “makul yönlendirmeler”de bulunuyor. Nihayetinde, “efsunlanmış beyinler”, yapılan “her yanlışı mutlaka gerekli bir kriter olarak algılama”ya ve hatta bunu talep etmeye hazır hale geliyor. Toplum, “inanç, kimlik ve kişilik değerleri”ne aykırı bir rejimi/sistemi bile benimsemeye, savunmaya ve kendini onunla özdeşleştirmeye başlıyor.

Artık, “tağuti/küfri” de olsa, “devlete ve rejime bağlı sadık ve uysal vatandaşlar” ve kadrolar, devlete/rejime muhalif tüm unsurları, tüm çalışmaları, tüm organizasyonları “başı ezilmesi gereken düşman” olarak etiketliyor. Nihayetinde, “İslam’ın hayata âmir olmasına yönelik çalışmalar” ve bu çalışmaları yürütenler bile “uysal vatandaş tipolojisi”ne aykırı bulunduğundan, “imhaya tâbî” oluyor. Buna karşı “inançlı kitleler”den bile tepki gelmiyor, hatta böyle bir imha harekâtı destek bulabiliyor.

İşte, “üretilen vatandaş tipi”nin genel karakteristiğinin oluşturduğu manzara bu. Zira “oluşturulan algı”ya göre, vatandaş “sandığa gitmek”le “en büyük vazife”yi yaptığını, “en güçlü yetki”yi kullandığını sanıyor. Sandık sonuçları üzerine kurulan, meşruiyetini sandık sonuçlarına dayandıran iktidarlar ise, “baskıcı yönetim”lerini meşru ve haklı gösterme gerekçesi olarak “oy pusulalarının sayısal çoğunluğu”nu gösteriyor. Vatandaşa, ellerine tutuşturdukları oy pusulasını “yönlendirilmiş algı”yla mühürletip, bunun üzerine kendi iktidar ağlarını bina ediyorlar. Artık vatandaşa, “devletine sadık ve bağlı uysal ve itaatkâr bireyler” olmak kalıyor. Bu tezgâha gelmek istemeyenler için ise, “milli iradeye karşı çıkmak gibi büyük bir suç” etiketi hazırda tutuluyor.

“Devletine bağlı/sadık uysal vatandaş” tipi, İslam coğrafyasında müslümanları, gayri İslami rejimlere, sistemlere, kurumlara, hayat tarzına, liderlere, yasal ve siyasal sisteme/rejime vs. itiraz etmeyen, itiraz etse de itirazını isyana dönüştürmeyen bir tip olarak tezahür ediyor. Böyle bir tip, “en büyük cihad zalim sultan/idareci karşısında hakkı söylemektir” ilkesini bile ihmal ediyor. Haliyle “tağuta isyan”la mükellef ve memur olanlar bile, “tağuta itaatkâr” hale gelmiş oluyor.

Şimdi müslümanlar için ciddi bir “muhasebe” zamanı. Çünkü “şiraze sorunu”muzun farkına varıp kendimizi hesaba çekerek düzeltmede geç kalmak üzereyiz. O halde kendimize gelmeli ve işe koyulmalıyız. Öncelikli işimiz belli:

Müslümanları, “zelil” düşmelerine, “şeref”lerinin ayaklar altına alınmasına yol açacak hastalıklardan kurtarmak... Gönülleri “küfr”ün değil, “iman/İslam”ın doldurduğu, hayata “şirk”in değil, “Tevhid”in egemen olduğu, insanların “tağutların hükümleri”ne göre değil “Allah’ın hükümleri”ne göre yaşadığı, idareye “müslümanlar”ın âmir olduğu bir “özgür ülke” kurmak... “Helal-haram çizgisi”nden sapmamak, “Hududullah”ı aşmamak ve “Hak çizgi”de kalmak... Asla “Hakk”ı gizlememek, “adalet”i ayakta tutmak; kim olursa olsun “haktan ve haklıdan yana”, kim olursa olsun “batıla ve haksıza karşı” olmak... Bunları yaparken “dini ve siyasi önderleri mutlak doğru saymamak”; dinimizi politikamıza değil, politikamızı dinimize feda etmek... Mahşer Günü kurulacak ve gerçek hesapların verileceği “Allah’ın Mizanı”nı unutmamak, “Allah’ın Adalet Terazisi”nde hiçbir hesabın şaşmayacağını hatırdan çıkarmamak... İslami olmayan hiçbir rejime/sisteme ve devlet düzenine sadık ve bağlı kalmamak...

“İslami yapılanmaları bitirip, toplumu Laik-Kemalist Devlete bağlı ve sadık uysal vatandaşlara dönüştürme projesi”nin uygulanmak istendiğinden şüpheleniyorum. 

Şimdi acilen çözülmesi gereken öncelikli sorunumuzun bu olduğunu düşünüyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
7 Yorum
Faruk Köse Arşivi