Ramazan Ercan Bitikçioğlu

Ramazan Ercan Bitikçioğlu

Yiyin Efendiler Yiyin...

Yiyin Efendiler Yiyin...

Yıllar yıllar önce, gençlik, bekârlık günlerimdeydi.. İzmir’de aşağıda anlatacağım vakaya benzer bir şeye şahit olmuş ve bunu not etmek isterken de şairliğim tutmuştu: «Gaye-i hayat olsaydı işkembe ve saltanat / Öküzler padişah olurdu, buzağılar veliaht..» diye bir giriş yaparak kaydetmiştim not defterime..

Müslümana hayatın gayesi yemek değildir. Müslüman yemek için yaşamaz. Yaşamak için yer. Onu da edebiyle, helalinden yer.

Eskiden yolda simit yemekten utanırdık... Çocukluk yıllarımı hatırlıyorum. Bu yüzden iyi bir azar işitmiştim merhum babamdan. − Oğlum eve kadar bekliyemiyor musun? Bir fakir görürse ne olur? Günah olur!.. Sokakta yürürken bir şeyler yemek büyük bir görgüsüzlüktür, çok ayıptır...

Adam sokağa masalar kurmuş. Dönerci feşmekân usta... Biz sokakta simit yemekten bile utanmayı öğrenmiştik.. Dönerci feşmekân ustanın müşterileri sokakta kebap yiyorlar. Kebaplar buram buram tüten ateşin hararetiyle mis gibi kokuyor... Hele açsanız koku içinize işliyor.. Kebap kokusu çevreye dağıldıkça, ciğer kokusu alan kediler gibi müşteri geliyor dönerci feşmekân ustaya...

Üstündeki kıyafetin pejmürdeliği, belinin kırılmış gibi eğikliği ile yoldan nefes nefese bir kâğıt toplayıcı çocuk geçiyor.. Dönüp bir bakış fırlatıyor sokakta kebap yiyenlere...

Görmeliydiniz o bakışı... Belki de sıradan, çok lakayt bir bakıştı ama bana başka türlü göründü, ben o bakışı nasıl gördüm? Anlatayım..

Anlatayım da, kelimeler kifayet edecek mi bilmiyorum, o yüreğimi acıtan, binbir intizar taşıyan, hissedebilenler için yıldırımlardan daha korkunç, insan hissiyatının bütün ıstıraplarını, türlü darbelerle mezcetmiş o mahzun bakışları anlatmaya...

Oysa sıradan bir vicdanı ürpertmesi gereken o bakışlar karşısında Dönerci feşmekân usta’nın sokakta tıkınan müşterileri tınmadılar bile... Kebaplar masalara gelmiş, sıcacık.. Etler, domatesler, bulgur pilavı, ayranlar...

Ortaya bırakılan şişmiş çıtır çıtır sıcacık lavaş ekmeğin buharı...

Dikkat edince gördüm, masalardan birinde âilecek kebap yiyen birileri de vardı. Bir de kâğıt toplayanın akranı yaşlarda bir çocukları..

Cadde tarafında oturuyordu çocuk... Nasıl da iştahla uzanıyordu kebaplara... O suçlanamazdı tabi, neticede çocuk. Bütün çocuklar gibi o da mâsum..

Ah kâğıt toplayan sefil çocuk.. Sen hem mâsum hem mahzunsun.. Yırtık dökük, mevsime meydan okuyan pejmürde bir kıyafet içinde, adeta yürüyen bir iskeletsin. Lâkin o iskeletin sırtına kâinat çapında bir yük verilmiş. Para kazanacak...

Güneşlerde kararmış, soğuklarda morarmış ellerin kolların... Soğukta bile terlemiş, nefes nefese çekiyorsun tekerlekli azman heybeyi.. Geçtiğin her çöpün yanında durdun, çöpler arasından kâğıt, karton ve benzeri şeyleri, o leş gibi kokuları çekerek arayıp buldun, alıp boyundan büyük iki tekerllekli sözde arabaya attın...

Leş gibi, iğrenç kokulu çöplerde her gün bir kaç kez kâğıt ayıklayan bu mâsumun burnunda kebap kokularını alacak hassa kalmış mıdır bilinmez...

Ama o bakış bilinir... O bakış, âilesiyle kebap yemekte olan çocuğun da ana babasının da serencamını yazan Levh-i Mahfuz Kiramen Kâtibin meleklerine “bu manzarayı da yazın..” der gibiydi...

O bakış Arş-ı Âlâya bir şavk gibi yansımış, oradan da Levh-i Mahfuz’un kalemlerine bir felaket emri olup inmiş gibiydi... Muhafazallah...

O gün alışveriş için çıkmıştım ama eve elimde sadece ekmeklerle döndüm. Ayıptır söylemesi, çocuklara sabah kahvaltısı için biraz sucuk ve yumurta almayı düşünüyordum, hepsi çıkmış aklımdan..

Bakın yukarıda almak isteğim bazı şeyleri (okurların bazılarının iştahını çekebilir diye) söylerken gayr-i ihtiyarî, “ayıptır söylemesi” demişim.. Evet bazı şeyleri söylemek bile ayıptır, değil ki sokak ortasında yamyamlar gibi icra etmek..

Şair Tevfik Fikret ne güzel söyler «Han-ı Yağma» (Yağma Sofrası) şiirinde...

Efendiler pek açsınız, bu çehrenizde bellidir

Yiyin, yemezseniz bugün, yarın kalır mı kim bilir?

(.......)

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,

Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!

Şairin nazm kaabiliyeti ile kabil-i kıyas değil, üstelik nazmdaki letáfet de yok, sert, kötü şeyler söylemek geçiyor içimden.. Kâğıt toplayan çocuğun bakışları ve bu yamyamlar gibi tıkınanlara “yiyin vicdansızlar yiyin, işkembeler de para da sizin, yiyin; yarın birgün, ansızın, Allah müstehakınızı verinceye kadar yiyin” diyesim var.

Müslümanlar!.. Bir fakire yardım edip onu küçük bir sadaka ile olsun sevindirmek binlerce musibeti başınızdan def eder de haberiniz olmaz. Aynen bunun gibi, bir fakiri böyle bir anlık olsun üzersiniz, bin musibet üzerinize yazılır, yine haberiniz olmaz...

Maalesef giderek utanmaz arlanmaz bir toplum haline geliyoruz.. Sokakta yiyenler, yataktaki işi sokakta, salonlarda yapmaya yeltenenler... Ve bütün bu muayyebatı sinesine çekenler.. Leyleğin ömrü lak lak ile, emr-i bil máruf nedir bilmeyen Müslümanın ömrü de vah vah tüh tüh, cık cık demekle geçermiş...

* * *

Çanakalle  bundan yüz yıl önce, bugünkü; şu sokakta her haltı yiyenlerce değil, o günün mübarek toplumunun çocuklarınca müdafaa edildiği için geçilemedi..Onların yüzde doksanı şehid oldu... Geriye kalanların çocuklarından bir kısmı da o asaleti muhafaza ve müdafaa edemedi.. Allah sonumuzu hayr eylesin.. 16 Mart 2015

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ramazan Ercan Bitikçioğlu Arşivi