Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

İman, mekân, Ramazan

İman, mekân, Ramazan

Hatırlayamadığım bir tarihte, hatırlayamadığım bir yerde yazmış olsam bile, şimdi yeri geldiği için hikâyemi tekrar yazacağım…
1967 ya da 68 yılıydı… Köyde bir ev yapmaya karar vermiş, yerini belirlemiştik. Fakat mevcut arsa hayallerimin evine dar geliyordu. Yetmez gibi, rahmetli babam “Evin yönü ille de kıbleye dönük olacak” diye tutturmuştu. Bu durumda arsa daha da daralıyordu. Bu yüzden rahmetliye itiraz ettim: “Evi kıbleye döndüreceğimize kendimizi döndürsek olmaz mı?”
Son derece mantıklı ve tutarlı bir söz ettiğimi, bu söz karşısında babamın ısrarından vazgeçeceğini sanıyordum. Öyle olmadı. Babam hafifçe gülümseyerek gözlerime baktı ve:
“Evi kıbleye dönük olmayanın yönü kıbleye dönmez!” dedi.
Sonradan tarihçiliğe merak sarıp Osmanlı mimarisini, mahalle yapısını ve mahalle hayatını inceleyince, rahmetli babacığımın yıllar önce keşfettiği sırrı fark ettim. Osmanlı evleri, tıpkı camiler gibi, kıbleye dönük olarak inşa edilmişti. İnsan herhangi bir evde hiç yabancılık çekmeden kıbleyi bulabilir, kimseye bir şey sormadan namaza durabilirdi.
Çünkü Osmanlı ahlâkında, camiler gibi, evler de “Beytullah=Allah’ın evi” idi: İnançlı insanlar, o mekânlarda Allah’ı zikrediyor, fikrediyor, Allah’a şükrediyor, aynı mekânlarda “kulluk” bilinciyle secdeye gidiyordu. Bu yüzden mekânın mimarisi insanla doğrudan ilişkiliydi. Maksat mekânı kutsamak değil, insanın kudsiyetinden mekânı hissedar etmekti.
Osmanlı’nın saygısı insana dönüktü. Bu yüzden evler kıbleye dönüktü. (Tafsilat isteyenler, bendenizin “Biz Osmanlıyız” isimli kitabımıza bakabilirler-Nesil Yayınları, 0212 551 32 25)
Sonuçta babamın dediği oldu. Biz de evimizi kıbleye dönük inşa ettik. Biraz küçük oldu, ama daha “bizden” bir ev oldu. Ben de zamanla hayallerimi bir evle sınırlamanın ne kadar yanlış olduğunu öğrendim. Yine zamanla mekânların o mekânlarda yaşayanlar üzerinde iz bıraktıklarını fark ettim.
Eskiden, kıbleye dönük evlerden oluşan “mahalle”lerde yaşardık. Mahalleler camilerin etrafında kurulurdu. Bu çerçevede eski hayatımızı hayal edin: Merkezde (Mahallenin yani hayatın merkezinde) cephesi kıbleye dönük bir cami, camiin yanında, “Beşikten mezara kadar ilim öğreniniz” buyruğu istikametinde yaşamanın gereği olarak mutlaka bir (veya birkaç) mektep, mektebin yanına “temizlik imandan gelir” anlayışının ürünü olarak hamam, “infak=yardımlaşma” ahlâkının yansıması olarak imaret ve misafirhâne inşa edilir, evler bu sistemin çevresini sarardı…
Daha doğrusu evler içindekilerle birlikte bu cami ve yardımlaşma eksenli sisteme sarılırlardı.
Böylece “cami” merkezli mahalleler oluşurdu. Aynı mahalleden olmak, akrabalıktan daha öte bir yakınlık sebebiydi. Bu bağlamda “mahalleli” birbirini gözetir, sever ve sayardı. Kısacası merkezinde “Beytullah” olan mahallelerde oturanların hem yüreğinde, hem de gündeminde “Beytullah” olurdu.
Evler bahçe içinde müstakil yapılardı. Çocuklar bahçede özgürce oynarken, hayvanlar ve bitkilerle tanışır, onlarla dostluklar kurar, çevresini paylaşmayı ve çevresiyle barışmayı yaşayarak öğrenirdi. (“Topraktan geldik toprağa döneceğiz” anlayışı, insanı toprağa ve ürettiği her şeye karşı saygılı olmaya çağıran müthiş bir motivasyondu).
Bağımsız evlerin yerini çok katlı “apartman”lar aldığından bu yana, aileler bahçesiz küçük mekânlara tıkıştı. “Apartman”ın yüksekliği ölçüsünde insan topraktan ve toprakta üreyen her şeyden koptu. Zaman içinde toprakla aralarındaki sevgi bağı da yok oldu. Sonuçta insan çevreye “düşman” olup yeşile savaş açtı. (Villa yapmak ya da tarla açmak için orman yakan insanlara dönüştük. Sonunda toprak da verimsizleşti, yeşil âdeta insana küstü).
Eski evler birbirlerinden bağımsız olduğu için, birbirlerinin üzerine halı-kilim silkme, ya da gürültü yapma derdi olmayan komşular rahatça dostluklar kurabiliyorlardı. Bir başka deyişle, eski evlerin kapı ve pencereleri komşuluğa açılırdı. Şimdiki apartman dairelerinin alt alta, üst üste balkonları ise kavgaya açılıyor. (Halı-kilim silkme savaşları) Çocuklarımız baskıcı, kavgacı ve şiddete eğilimli muhitlerde yetişiyor. Tabiatıyla bundan olumsuz etkileniyorlar. Osmanlı evleri yazın serin, kışın ılıktı. Fazla ısıtılmayan evlerin içindeki insanlar zinde kalır, bu da hareketsizlikten beslenen tembelliği ve tembellikten beslenen şişmanlığı önlerdi. Abdest ve namaz, zindeliği besleyen faktörlerdi. Yatsıdan sonra yatılır, sabah ezanıyla kalkılır, böylece gün bereketlenirdi.
Kısacası eski mahallelerle evler, yetiştirilmek istenen insanın kimliğine ve kişiliğine uygun olarak oluşturulmuştu. Bir mahalleden diğerine yerleşebilmeniz için, geldiğiniz mahallenin mutemet (itimat edilen) insanlarından referans getirmeniz şarttı. Bu denetim her mahallenin eşrafı (seçkinleri) tarafından yapılırdı. Böylece mahallenin safiyeti korunurdu. Hatta eşraf, bazı ufak-tefek davalara bakar, işi mahkemeye intikal ettirmeden çözerler, tarafları uzlaştırırlardı.
Osmanlı’nın “mahalle” dediği küçük hayat alanları “cevher insan” üretiminin merkezleriydi. Bu küçük yerleşim birimlerinde, herkes birbirini yakından tanıdığından, çocukların “tanıdık biri görmeden yaramazlık yapma” ihtimalleri son derece zayıftı. Ufak tefek kusurlar genelde nazar-ı müsamaha ile karşılanırdı, ancak büyücek hataların bir bedeli vardı: Hiç bir çocuk (ya da genç) böyle bir bedel ödeyip mahalleye “rezil” olmayı göze alamazdı. Bu yüzden adımlar dikkatle atılır, “mahallenin namusu”na toz kondurulmaz, herkes kendi alanı içinde mutlu olmaya çalışırdı. Bu da zaman içinde karaktere dönüşür ve toplum “cevher insan”larla beslenirdi.
Yaşanan alanların insan karakteri üzerindeki etkileri inkâr edilemez. Eski mahalle hayatının yanı sıra, evlerin yüksek tavanlı, bahçeli ve manzaralı oluşunun, Osmanlı insanı üzerindeki olumlu etkilerini, tüm tarihimizdeki iftihar vesikalarında görebiliyoruz.
Yani, mimari ve mahalle dâhil her şey “cevher insan”ın yetişmesi, gelişmesi için düşünülmüştü. “Cevher insan”lardan oluşan toplum, önceden belirlenmiş hedefine cesaret ve güvenle yürüyordu. Verilen hedef ise, hayatın tümünü kapsıyordu.
Ramazanlar böyle bir ortamda dolu dolu yaşanıyordu.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi