Mustafa Özcan

Mustafa Özcan

11 Eylül ve Yeşil’i

11 Eylül ve Yeşil’i

10 EYLÜL 2008 akşamı (saat 20:00 suları) El Cezire’nin yayınladığı 11 Eylül belgeselini seyrettim. Bu belgesele göre, 11 Eylül saldırısı A’dan Z’ye tam bir kurmaca. Hatta programın ilerleyen dakikalarında karşımıza birden fazla Bin Ladin birden fazla Muhammed Atta portresi çıktı ve şaştık kaldık. Bunlar çifter veya birden fazla kişilikler mi yoksa bir kişinin farklı görüntüleri mi? Programı sonuna kadar izledikten ve takip ettikten sonra zihnimde şöyle bir Bin Ladin portresi canlandı. Bizim Mahmut Yıldırım’ı alın küresel vizyona koyun. İşte Bin Ladin budur. Küresel Yeşil veya 11 Eylül Yeşil’i. Yani Bin Ladin kasıtlı olarak markalaştırılmış ve efsaneleştirilmiş bir kişilik. Adeta Nasreddin Hoca’nın eylemci versiyonu. Tarihin bütün nüktelerinin üzerine boca edildiği adam gibi tam bir anonim. Türkiye’de Yeşil’lerden birisi Mahmut Yıldırım idi ve daha sonra geç de olsa onun Yeşil’lerden sadece biri olduğunu öğrenecektik. Veya yapılan bir çok fail-i meçhulün; gıyabında onun üzerine yıkıldığını anlayacaktık. Bin Ladin de böyle biri. Program boyunca aslında sadece Bin Ladin’in binbir surat olmadığını bunun yanında El Kaide’nin de toptan kurmaca bir hareket olduğunu ve isim babasının da bizzat CIA olduğunu öğreniyoruz. CIA eğittiği Arap Afganlılara sonradan El Kaide demişti. El Kaide denmesinin elbetteki dayanağı var. Afgan Arapların isimlerinin tutulduğu database/veritabanına Arapça olarak El Kaide denmektedir. Dolayısıyla Database/Kaide bu suretle Hasan Sabbah’dan sonra tarihin en büyük terör örgütü ve şebekesi hâline getirilmiştir. Avrupalı bazı şahsiyetler 2005 yılında brifing için bir Amerikan tesisine (CSIS olabilir) veya doğrudan NATO merkezine davet ediliyorlar. Orada bizzat Bin Ladin’in sesinden (kasete alınmış) NATO merkezine saldıracağını dinliyorlar. Apışıp kalıyorlar. Zira oradaki Bin Ladin’in sureti, sireti fotoğraflarından ve kasetlerinden tanıdıkları Bin Ladin’inkine pek uymuyor. Bunun sonucu olarak Avrupalı yetkililer, teknik olarak Bin Ladin’in benzer sesinin ve silüetinin üretilebileceği kanaatine varıyorlar. Ve bu kopyalama veya teknik klonlama vasıtasıyla binlerce çeşit Bin Ladin görüntüsü oluşturulabileceğini düşünmeye başlıyorlar. Bu elbetteki fiziki bir klonlama değil; görüntü ve ses klonlaması. El Cezire’deki belgesele konuşanlar, 11 Eylül’ün ardından Bin Ladin’in olayı sahiplendiği kasetin de aynı şekilde fabrikasyon ve düzmece olduğuna işaret ediyorlar. Zaten namuslu İngiliz dışişleri bakanlarından Robin Cook, The Guardian gazetesindeki bir makalesinde Kaide’yi bizzat ABD’nin uydurduğunu kabul ediyor. Bu marka altında Bush, İslâm dünyasına yönelik olarak bir Haçlı saldırısı başlatmıştı.

***

ABD’nin kirli işlerini Black Water tipi paralı örgütlere yaptırdığı da ifade ediliyor. Bu anlamda, El Kaide hem fabrikasyon hem anonim hem de sahte. Sahicilik süsü verilmesi için gerçek mânâda ABD ile mücadele edenler de bu marka içine alınıyorlar. Afganistan’da Gül Ahmed’in feryat ettiği gibi çoluk çocuk demeden sivilleri katlediyorlar ardından da, ‘90 Taliban mensubunu öldürdük’ diye yaygara koparıyorlar.

Cezire’nin takdim ettiği alternatif 11 Eylül rivayetine göre, Muhammed Atta ve benzerleri gerçekte pırpır uçak kullanabilecek kapasitede bile değiller. Uyuyan hücre olarak nitelendirilen 19 kişiden 5 veya 6’sı el’an hayatta bulunuyor. Ve yine 19 kişiden bazıları bizzat Amerikan ordusu tarafından eğitilmiş ve bunlardan bazıları Bosna’da Boşnak saflarında çarpışmış. Çok ilginç bir ayrıntı: Sivil uçakların kaçırıldığı hâlde onu anında yakalayacak ve devredışı bırakacak olan savaş uçaklarının niye devreye sokulmadığı muamma olarak kalmaya devam ediyor. Bunun sırrı şurada: 11 Eylül, ABD’de karar alıcıların ve yönetim kademelerindeki herkesin bildiği tarihin en büyük yalanı ve muvazaası. Bundan dolayı Pearl Harbour saldırısında ihmâli görülen yetkililer cezalandırılırken 11 Eylül’le alâkalı bir tek kişi cezalandırılmamıştır. İkincisi, 11 Eylül’e doğru giderken Haziran ayında hava güvenliğiyle alâkalı olarak ihlâllerde ve korsanlık vakalarında seri ve hızlı müdahaleyi emreden iki yasa iptal edilmiş ve 11 Eylül’ün akabinde bu yasalar yeniden yürürlüğe sokulmuş. Yani minareyi çalanlar kılıfını bulmuş. Dolayısıyla sanki eylemcilerin (varsa) ellerini kollarını sallayarak hedeflerini vurmalarının önü açılmış. Buna komplo veya muvazaa demek az gelir. Sonra delil olarak takdim edilen Muhammed Atta’nın arkadaşlarıyla birlikte uçağa doğru yöneldikleri fotoğraf karesi de sahte değil ama olayın fotoğrafı değil. Fotoğraf gerçek ama olayla ilgisi kurmaca. Muhammed Atta ve bazı arkadaşları olaydan önce Portland’dan bir uçağa biniyorlar ve Boston’dan kacırılan uçağın kalkmasına yarım saat kala alana iniyorlar. Fotoğraf Boston fotoğrafı değil, Portland fotoğrafı. Boston’a indiklerinde uçağın kalkmasına yarım saat vardır ve gerçekten de bu süre zarfında uçağa binebilecek vakitleri olmuş mudur? Adalet Bakanı Ashcroft, 11 Eylül’e kadar terörizm konusuna ve tehlikelerine hiç değinmek istemezken akabinde yeri göğü inletmiştir.

***

Sonra gerçekten de Muhammed Atta ve Cerrah gibi arkadaşlarında kişilik bozukluğu mu var? Veya çift kişilik sahipleri mi? Atta’nın zaman zaman zil zurna sarhoş olduğu, kokain kullandığı ve yabancı kadınlara düşkün olduğu resmî ve gayriresmî rivayetler arasındadır. Ve adeta gizlenmek için değil de akılda kalmaya ve iz bırakmaya matuf (28 Şubat’ta Aczmendiler gibi) mesajlar veriyor ve kendisinin Amerikan uçak şirketlerinde çalıştığını söylüyor. Bunlar uyuyan hücreler mi yoksa amacı ABD’yi uyandırmak olan hücreler miydi? Bunlar akılda kalmaya çalışan fabrikasyon imalatlar mıydı? Sonra İkiz Kuleler’in çelikleri eridiği hâlde nasıl oluyor da zanlılardan birisinin pasaportu yanmaya karşı direniyor. Çelik eriyor, kâğıt direniyor. Olaydan sonraki garip ayrıntılardan birisi de Rumsfeld’in Pentagon binasının önünde birkaç kişiyle birlikte bir ağırlığı kaldırıp mekândan uzaklaşması görüntüsüydü. Kaldırdıkları neydi ve acaba Rumsfeld’den başka bunu yapacak birisi yok muydu? Sonra belgesele göre, yetkili mercilerden uçak kaçırma olaylarıyla alâkalı gelen telefonlara cevap vermemeleri istenmiş. 11 Eylül’ün sırları birgün muhakkak surette bütün detaylarıyla ortaya çıkacaktır. Ama bu sırlar ortaya çıkmadan 11 Eylül rejimi tepetaklak olacaktır. 11 Eylül üzerine yeni Amerikan imparatorluğu hayali kuranlar tam tersi bir manzarayla karşılaştılar. İkiz Kuleler’in eridiği gibi ABD’nin içeride ve dışarıda erimekte olduğu gün gibi aşikâr olmuştur. 7 yıl sonra Ground Zero’da Amerikan yüzyılının baş aşağıya doğru gittiğini görüyoruz. Haramın binası, yalanın sonu olmaz. Yalancının mumu yatsıya kadar bile yanmaz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mustafa Özcan Arşivi