Selahaddin Çakırgil

Selahaddin Çakırgil

Felâketler yüklü bir zaman dilimi.. 11, 12, 17 ve 22 Eylûl..

Felâketler yüklü bir zaman dilimi.. 11, 12, 17 ve 22 Eylûl..

‘11 Eylûl’ün 7. yılı derken, ’12 Eylûl’ün 28. yılı da geride kalıverdi.. 17 Eylûl günü ise, ülkemize 10 yıl Başbakan olarak hizmet etmiş ve milletin büyük çoğunluğunca sevilen Adnan Menderes ile Dışişleri Bakanı Fatin Rüşdi Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan’ın idâm edilişlerinin 47. yıldönümü.. Milletin ordusu adına ve ülkeyi kurtarmak gibi yaldızlı laflarla milletin ve ülkenin kaderine el koyan bir avuç zorba-darbecinin baştan verdikleri öldürme planını, Yüksek Adalet Divanı ismiyle kurulan ve Yassıada’da yargılamalar yapan uyduruk bir mahkemeden adalet adına aldıkları idâm kararıyla gerçekleştirmelerinin yıldönümü..
Bir de 22 Eylûl 1980 tarihi var ki; onu pek çoğumuz hatırlamıyoruz bile..
Türkiye’deki Askerî Darbe’den sadece 10 gün sonra başladığı için, tabiatıyla, bu darbenin zamanlamasında da etkili olduğunun düşünülmesi gereken bir savaştır söz konusu..
Saddam’ın, İslâm İnkılabı’nın çalkantıları içinde kendine gelmeye çalışan İran İslâm Cumhûriyeti’ne saldırdığı tarihtir, 22 Eylûl 1980.. Ki 8 yıl süren o savaşta, her iki taraftan en az 1 milyon Müslüman insan can verdi.. Müslümanların mahvolan onca maddî zenginlikleri de ayrı.. Ve sonunda, Saddam Irakı’nın nefesinin iyice tükenmesi üzerine, devreye Amerika ve Sovyet Rusya adına, BM Güvenlik Konseyi girdi ve bir ‘ateşkes’ çağrısı yaptı.. Aksi halde, Güvenlik Konseyi, duruma müdahale edecekti.. Amerikan, 307 yolculu bir İran yolcu uçağını İran Körfezi üzerinde vurmakla bu müdahaleye kararlı olduğunu göstermişti.. İİC. bu çağrıyı kabul etmek zorunda kaldı..
Ama savaşı başlatan Saddam, savaştan eli boş çıkınca, bunu halkına izah edememesinin tehlikelerini görerek, ‘İran olmazsa, Kuveyt olsun..’ dercesine, Eylûl-1990 başında bu küçük ülkeyi işgal ediverecekti.. Ama bu işgal, sadece bütün Ortadoğu’yu değil, dünya siyasetini de derinden etkileyen ve milyonlarca Müslüman insanın daha ölmesiyle neticelenen ve 20 yıldır sürmekte olan çok daha global bir buhranın kapısını açtı..
Eylûllerde sanki hep bir hüzün var gibi.. Bunda, Eylûl’ün hüzünlü bir hazân/güz mevsiminin ilk ayı olmasının da etkisi var mıdır diye düşünebilir kimileri.. Mevsim mi ‘insan psikolojisi’ni daha bir hüzünlendirmiştir, yoksa Eylûl ayında karşılaşılan hadiseler mi, sorusunun cevabını vermekte insan bazen zorlanabilir..
Evet, sadece şu yıldönümlerini bile hatırladığımızda veya birilerince hatırlatıldığında, Eylûl ayının ne büyük bir facialar bezirganı gibi gözükmesi kaçınılmaz olmaktadır..
Ama bizi daha çok, 11 Eylûl 2001 ve 12 Eylûl 1980 ilgilendiriyor gibi gözükmektedir şimdilerde.. Üstelik, üzerinden 12 Eylûl silindiri geçmiş olanlardan niceleri konuşmadılar. Daha çok akademisyenler, siyasetçiler veya o dönemi yaşamamış olanlar, o dönemi bazı filmlerden anlamaya çalışan kimseler konuştu..
Onlar da yaralı olarak konuşuyor gibiydiler.. Çünkü, fiilî darbe acısını çekmeseler bile, süngü ucuyla, zorla kabul ettirilen bir Anayasa'nın pençesinde olduklarını görüyorlar, hattâ diğer bütün askerî darbelerden daha bir derin ve etkili olarak.. Ve de, 28 Şubat 1997 müdahalesini de doğuranın zorbalık olduğunu daha bir hissederek.. Evet, 12 Eylûl, milletimize ve ülkemize karşı kurulan bir terspaça-içkazık oyunu veya bir domuzbağı işkencesi idi.. Kendilerini devletin sahibi bilmek şeklindeki anlayışlarından kolayca vazgeç(iril)ecek gibi gözükmeyen birtakım zorbalar, devletin sahibi, gözcüsü ve sözcüsü gibi sahnedeydiler..
Temenni edelim ki; o gibi zorbalıklar bir daha aynı cür’eti kendisinde bulamasın..

İKİ KULE KAYBETMEYE KARŞILIK
İKİ ÜLKEYİ İŞGAL ETMEK..
Bu arada, 11 Eylûl 2001’in 7. yıldönümü münasebetiyle, Ülke TV’de (eski Haber 7 kanalında) Pazar günü, Sefer Turan’ın sunduğu bir program vardı.. 11 Eylûl sonrasındaki Afganistan ve Pakistan’ın durum ve konumu ele alınıyordu.. Turan’ın konukları, o iki ülkeyi de en iyi bilenlerden Mahmud Osmanoğlu ve Ömer Faruk Korkmaz gibi araştırmacılardı. Ve iki saat boyunca verdikleri bilgiler, gerçekten de ilginçti..
Ömer Faruk Korkmaz’ın, El Kaide'den söz ederken, ‘Öyle bir örgüt varsa..’ demek gereğini duyması da ilginçti.. Ben de bunu merak ediyorum hep.. Gerçekten de, sadece zaman zaman Usâme bin Laden veya Eymen Zevahirî’nin yayınlanan video mesajlarında verdikleri direktifler söz konusu, ama onların nerede olduğu bilinmiyor ve 7 yıldır bulunamıyor da..
Gerçi, keza Talîban yönetiminin başı olan Molla Ömer de bulunamıyor, ama o hiç değilse, hemen hiçbir yerde resminin yayınlanmaması münasebetiyle, onun bulunması daha bir zor.. Ama Bin Laden ve Zevahirî için öyle değil.. Onların yakalanması ve cezalandırılması adına, bütün bir Afganistan, daha bir viranelere döndürüldü ve yüzbinlerce Müslüman katledildi, ama onlardan hiçbir haber yok..
Korkmaz’ın, 11 Eylûl saldırıları’nı Amerika’nın büyük projeleri için özellikle tezgâhlanmış gibi gördüğünü anlatmak istercesine, ‘Amerika iki kule kaybetti, ama iki ülkeyi ele geçirdi..’ diye özetlediği görüş ilginçti..
Mahmud Osmanoğlu da, ‘11 Eylûl 2001 Saldırıları’nın Afganistan’da bulunan kadrolar tarafından gerçekleştirilmiş olması ihtimaline şüphe ile yaklaşıyordu.. Osmanoğlu ayrıca, Talibân’ın da başlangıçta, Amerika, ve İran Körfezi’nin güneyindeki rejimlerin desteği ve Pakistan ordusunun planları gereğince kurulduğunu da belirtiyordu.. Bunları şu sebeble belirtiyorum ki; ben de yıllardır bu görüşteydim ve bu kardeşlerle de yıllardır, bu konuları bir araya gelip konuşma imkânımız olmamıştır.. Ama Afganistan ve Pakistan üzerinde derin bilgi sahibi olan bu iki ‘aydın Müslüman’ın görüşleri, üzerinde daha bir durulmayı gerektirir.
Osmanoğlu, Afganistan’ın geleceğine değinirken, ‘Afganistan’da her kim galip gelirse gelsin, sonunda hep peştunların kazançlı çıkacağını; çünkü peştunların kim galip gelirse, onun yanında yer almak’ gibi bir geleneğe ve davranış kültürüne sahib olduğunu söylemesi de acıtıcı olduğu kadar ilginçti.. Evet, Afganistan’ın bir acı gerçeği de ‘peştun kavmiyetçiliği’dir..
Bu arada belirtelim ki; dahası, bugünlerde savaş, Pakistan-Amerika savaşına da dönüşebilir.. Çünkü Bush’un, Amerikan ordusuna, ‘Pakistan Hükümeti'nin izni olmadan da Pakistan sınırları içinde operasyon yapabilme yetkisi’ verdiğini Amerikan medyası açıkça yazdı ve bu yalanlanmadı.. Pakistan Genelkurmay Başkanı her ne kadar buna asla müsaade etmeyeceklerini bildirse de, Amerika, pilotsuz uçakları aracılığıyla, bölgeye gelip istediği yere müdahale edebiliyor, istediği yeri bombalayabiliyor.. Bu da, Pakistan Hükümeti’ni halk karşısında daha bir müşkül duruma düşürüyor.. Hele de Âsıf Ali Zerdarî gibi, dünya siyaset sahnesinde yolsuzluklarıyla, şöhret bulan bir kişinin devlet başkanı seçilmesi, baş eğmeyi daha bir kolaylaştırabilir ve General Müşerref’i bile arattırabilir..

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Selahaddin Çakırgil Arşivi