Ahmet Doğan İlbey

Ahmet Doğan İlbey

Ali Yurtgezen hoca “dert ve derman” üstüne yazmış, âh!

Ali Yurtgezen hoca “dert ve derman” üstüne yazmış, âh!

Ey azizan!

Semerkand dergisinin Temmuz 2015 sayısında Ali Yurtgezen hocanın “Ahmet Nafiz Yaşar” müstearıyla yazdığı “DERT VE DERMAN” başlıklı yazıyı okuyunca ulvî mânada sancılandım yine. Bin miligramlık bu yazıyı şüphesiz ki bütün Müslümanlar dertlensin diye yazmış. Fakat okudukça kıvrandığım bu yazıyı anladım ki, pîrler gibi “Bin derdim var bir dermana değişmem” diyen hüzünlü gönlüm için yazmış. Âh!

Bilirsiniz ki dert ve derman fakirin, tasavvuftan güç alan hususi iptilâsıdır. Derdi çok severim. Bundandır ki dinimizde dert ve derman üstüne neler buyrulmuş, olabildiğince okumaya çalışırım. O kadar müptelâyım ki dert ve hüzne, hâlen başucumda duran kitaplar arasında “Derman arardım derdime / derdim bana derman imiş” diyen Niyazî-i Mısrî Hz.lerinin Divanı vardır.

Rabbini bilen için dert makbuldür. Hasan-ı Basrî Hz.lerinin “Her sağlam olana bir dert gelecektir” sözüyle derdin kıymetini bilenler ve nasıl bir dert makbuldür, bir daha öğrenmek isteyenler, haddim değil tavsiye etmek ama “DERT VE DERMAN” adlı yazıyı okumasında fayda var:

“DERT BİR DEĞİL”

“Dert denilince gam, keder, ağrı, sızı, korku, telâş, kaygı gibi duygulara sebebiyet veren haller kastediliyor. Bu anlayış yanlış değil ama dertleri sadece külfet boyutuyla gördüğü için eksik. Zira Allah Tealâ Enbiya suresinin 35. âyet-i kerimesinde mealen “Sizi bir imtihan olarak şerle de hayırla da deneyeceğiz.” Buyurmaktadır. Bu demektir ki nimetler de imtihanımızın bir parçası olarak mihnet kapsamındadır.

(…)

“Dert vardır, insanı sırat-ı müstakim üzer tutar. Dert vardır, ayağını kaydırıp sarpa düşürür. Helâke götüren dertler başkadır, felaha erdiren dertler başka… Dert bir değil, türlü türlüdür yâni. Bu kadar çok ve çeşitli olduğu içindir ki dertleri aynı târife sığdırmak mümkün değil. Genel insanlın rahatlarını kaçıran halleri dert diye tanımlasak bile, birine rahatlık veren bir konforun başka birini rahatsız ettiğini görmezlikten gelemeyiz. Öyleyse dertleri de bunların dermanını da sınıflandırarak ele almakta fayda var…”

“DÜNYA DERDİ”

“Dünya dedikleri dert yumağıdır. Bir kararda durmaz. Gecesi gündüzü vardır, yokuşu düzü vardır. Bazen kış olur bazen yaz. Akşamı sabahına uymaz. Bugün sağlam olan yarın hasta olabilir, bugün zengin olan yarın yoksul düşebilir. Dünya ölümlü dünyadır ve ecelin kapımız nerde ne zaman çalacağı meçhulümüzdür. Hiç beklemediğimiz bir anda sevdiklerimiz toprağa verir, kolumuzun kanadımızın kırıldığını düşünürüz. Geçim derdi, muhannete muhtaç olma korkusu canımızı sıkar. Dost bildiklerimizin attığı taşlar derin yaralar açar gönlümüzde. Bazen bir fırtına kopar, bir musibet yaşanır; bütün düzeni, bütün hesapları alt üst olabilir insanın. Dünya imtihanımızın bir yanı böyledir…”

“SEVGİLİNİN KEMENDİ”

“Ârifler, dünya imtihanının gereği olan dertleri “kemend-i mahbûb” (sevgilinin kemendi) bilmiş, Hak Tealâ’nın sevdiği kullarını masivadan koparıp kendisine çekmek için onlara böyle sıkıntılar verdiğini söylemişlerdir. Bazen farkında olmadan kapıldığımız bir kibir yahut gafletten kurtulmanın, acizliğimizi idrakle Cenab-ı Hakk’a yönelmenin imkânıdır dertler. Ateşin hamuru ekmek eylemesi gibi insanı pişirip olgunlaştırır. Günahlara kefaret olur. Hadis-i şeriflerde kendilerine isabet eden hastalık, fakirlik, afet, aza noksanlığı, ölüm gibi hallerde sabır gösterip istikametini bozmayanlar için ebedi saadete ulaşacaklarına dair müjdeler vardır…”

“KENDİ ELİMİZLE KENDİMİZİ ATEŞE ATMAYALIM”

“Bu dünyada bir de bir şeyi ele geçirmek, bir maksada ulaşmak için bütün mesaimizi harcayarak kendi elimizle kendimize dert ettiğimiz sıkıntılar var. Çalışmak, rızkımız aramak, helalinden kazanmak, evlad ü iyalimize bakmak, hasılı dünya işlerimizi ihmal etmemekle de yükümlüyüz. Fakat işte bu yükümlülükleri kulluk vazifelerimizi, ölümü, ahireti unutturacak kadar abartmak, bir Müslümanın başına gelebilecek en büyük felakettir. Dünyayı ve dünyalığı dert edinmek, bizi helake sürükleyeceği için mutlaka kaçınılması gereken bir derttir…”

“NEYİ DERT EDİNMELİ”

“Dünya vârı ile daralmış, Mevlâsıyla irtibatını koparmış bir gönül huzursuzdur. Karun olsa sahibine rahat yüzü göstermez.  Dünyalık talebinde aşırı bir hırsa, hırçınlığa ve bencilliğe müptelâ ederek beyhude bir huzur ve rahatlık arayışına iter onu. (…) Bu nedenledir ki Müslüman dünyayı değil izzetsizliği ve huzursuzluğu dert edinmeli, fakat bu derdin dermanının zenginlikte, makamda değil; mümin duruşunda, zikirde, ilahî ölçülere riayet duyarlılığında olduğunu bilmelidir. Müslüman eline geçmeyen dünyalık yerine, veremeyen elini, komşusu açken kaçmayan uykusunu, mümin kardeşini sevemeyen yüreğini dert etmelidir kendine. Kalbi tırmalayan, huzursuz eden bu tür dertleri, vücuda giren bir mikrobun ağrı veya ateşle sinyal vermesi gibi, kalbi öldürecek çok daha kötü bir hastalığın habercisi sayıp vakit geçirmeden tedbirini almalıdır”

“MÜSLÜMAN MESELESİ OLAN İNSANDIR”

“…Müslüman meselesi olan insandır. Duyarsız, merhametsiz, nemelâzımcı ve bencil olamaz.  Komşusu açken tok yatmadığı gibi komşusunun açlığını gidermeyi kendisine dert edinmiştir. Böyle dertler kalbin canlılığına,  dolayısıyla sağlıklı olduğun alâmettir. Aksi bir tutum, yani kendi rahat ve konforunu bozmamak adına dünya yansa umursamayan bir tavır, kalbin katılaşıp öldüğünü gösterir ki şiddetle kaçınılması gereken asıl dert budur…”

“ÜMMETİN DERDİYLE DERTLENMEK

“Resul-i Ekrem s.a.v., “Müminler birbirlerini sevmekte, himayede ve birbirlerine acımakta tek bir vücut gibidirler. O vücudun bir organı rahatsız olunca, öteki organların tamamı uykusuzluk ve ateşlenme ile hasta organın ızdırabını paylaşır.” Buyuruyor. Hadis-i şerifte bir vücuda benzetilen Müslümanların derdiyle dertlenmiyorsak eğer, Allah muhafaza ya hissetme kabiliyetini kaybetmiş cansız bir cesede dönüşmüşüzdür yahut ümmetin bir parçası değilizdir…”

“AŞK DERDİ”

“Tasavvuf ehlinin nazarında dert birdir, o da Allah aşkıdır. Allah aşkı, âşığı Cenab-ı Mevlâ’dan gayrısıyla irtibatını koparıp başkalarının gözünde divane kıldığı için derttir. Allah aşkı, Sevgili’ye kavuşma iştiyakındaki şiddetle derttir. Bu iştiyakın daha da katmerleştirdiği ayrılık acısıyla, hasret ateşiyle derttir. Vuslatı engelleyen perdeleri aralama cehdiyle derttir. Fakat vuslata ermek, yani derman bulmak, ancak bu iştiyakla, bu onulmaz hasret ve amansız mücahede ile mümkün olduğundan aşk derdi aynı zamanda dermanın kendisidir. Bundandır ki Hak âşıkları birbirlerine “Allah derdini artırsın!” niyazında bulunmuş, Yunus Emre hazretleri gibi “Ne şirin dert bu, dermandan içeri” diyerek dertlerini derman bilmişlerdir…”

“ŞİKÂYET AŞKSIZLIKTANDIR”

“Niyazî-i Mısrîk.s. hazretleri misali “Derman arardım derdime / Derdim bana derman imiş” hakikatine eren bazı tasavvuf erbabının özellikle şiirlerinde karşımıza çıkan yakınmalar ya naz makamında söylenmiş sözlerdir yahut yol alamamaktan kaynaklanan şikâyetlerdir. Aşk derdinde şikâyet olmaz. Olursa aşk derdinin azlığından, yetersizliğinden olur. Kaldı ki tasavvufî şiirlerde şikâyet gibi görünen feryad ü figanlar, az veya çok, aşk denilen bir derdin varlığına işaret ederek aşksızları uyarır, onlara böylece derman sunar…”

“AŞK İLE İMAN EDİNCE”

“Tasavvuf aşk yoludur. Madem böyledir, “bir derdim var bin dermana değişmem dedirten bir derdin yoludur. Talip önce bir yol ve rehber arayışının derdine düşer. Yolunu ve kılavuzunu bulması dermandır. Şimdi menzil almak, yolu kat etmek gibi son derece meşakkatli, yeni bir dert vardır başında. “Güzel pîrim bir dert vermiş çekerim” teslimiyetiyle kalbini masivadan arındırmaya çalışmakta, başkalarının hırsla peşinden koştuğu dünyalıklara göz ucuyla dahi bakmamak için nefsiyle cedelleşmektedir. Karşısına “Beni derde salan gelsin” dedirten, ancak bir mürşid-i kâmilin eteğinden tutarak aşılabilen sarp dağlar, dar geçitler, derin sular çıkmaktadır. Yorulur, bazen takatinin tükendiği olur ama şikâyet etmez. Dağı delmek, Şirine Ferhat’ın gözüyle bakmayanlar için katlanılmaz bir derttir ama Ferhat için zevktir. Sevgiliye kavuşma ümidi, bu uğurdaki bütün zorlukları, bütün mihnetleri kolay kılar. Aşk derdiyle dertlenmek zikir halinde olmaktır…”

“ALLAH VAR, GAM YOK”

“…Müslüman bilir ki Allah var, gam yoktur. Her türlü derdin devası O’ndadır, derman O’nunla olma halindedir. O’nunla olup dermana ulaşmak kalbin tasfiyesi, nefsin tezkiyesi ile mümkündür. Masivadan geçmek, beşer iken âdem olmak, kesafetten kurtulup letafet kazanmak, dünyanın bütün kirlerinden arınıp saflaşmak şarttır. Zordur, yorucudur elbette ama vuslatın başka yolu da yoktur. Tedavinin meşakkatine katlanamayanlar derman bulamazlar.”

----------------------------------

KAPİTALİST TÜKETİM ALIŞKANLIĞI OLANLARA DUYURULUR

İster inanın, ister inanmayın, İsmail Göktürk dostumdan şöyle bir mesaj okuyunca baş ve kalp ağrılarım gitti, kendime geldim:

“Muzaffer Hocam diyor ki, bir dost eskiden fikir üstü az kapitalizm derdi. Şimdi kapitalizm üstü heç fikir diyor. Ali Hocam da, fikir Avm’lerden kuduz köpek gibi kaçar, dedi.”

Modernizme ve kapitalizme yakasını kaptıranlar ibretle okusun bu veciz ve dokunaklı sözleri.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
Ahmet Doğan İlbey Arşivi