Ahmed Gürkan

Ahmed Gürkan

TÜRK MİLLETİNİN BA’SÜ BA’DEL-MEVT GÜNÜ YAKINDIR

TÜRK MİLLETİNİN BA’SÜ BA’DEL-MEVT GÜNÜ YAKINDIR

Müslüman Türk milleti son üç asırdır büyük hamleler yapamıyor.

Cihanşümûl nitelikteki son büyük harekâtımız “II. Viyana Kuşatması”dır.

İstanbul’dan sonra en muhkem surlara sahip olan Viyana’nın kapılarını zorlamak bizim için bir mecburiyet haline gelmişti.

Viyana’nın fethi sönmeye yüz tutmuş cihangirlik ateşimizin yeniden tutuşmasına ve kendi içerisinde toparlanma gayretindeki Haçlı âlemine karşı olan üstünlüğümüzü yeniden ve kat’i olarak ispat etmemize vesile olacaktı.

O dönemdeki devlet adamlarımız Avrupa’nın yıldızının parladığını, bu şekilde giderse kefereyle aramızdaki mesafenin kapanıp bunun Osmanlı aleyhine netice vereceğini tahmin ediyorlardı.

İşte II. Viyana Muhasarası ile “Devlet-i Âliyye”nin kudreti bir kez daha tasdik edilecekti.

Hristiyanların en güçlü devletinin başşehrinin Türkler tarafından zabt edilmesi belki de Avrupa’daki dinî hayatın seyrini değiştirecek ve Balkanlarvâri bir İslâmlaşma sürecinin önünü açacaktı.

Viyana’dan sonra Osmanlının fütuhata devam ederek ataları Büyük Hun Başbuğu Atilla’nın yarım bıraktığı işi tamamlama gayesiyle “Roma kızıleması”na sefer eyleyip Vatikan’ı dâr’ül İslâm haline getirmeleri işten bile değildi.

Küfrün doğudaki kalesi Konstantiniyye’yi alıp İslâm Halifeliğinin merkezi haline getiren Oğuz’un Nesli, keferenin batıdaki merkezi Roma’nın burçlarına da üç hilâlli sancağı dikerek belki de yeni bir çağı müjdeleyeceklerdi.

Neticede takdir-i ilahi tecelli etti.

Viyana’nın dış surlarını ele geçiren hatta lağımcıların açtıkları tünellerle şehri fethetmeye çok yaklaşan askerlerimiz, papanın işaretiyle toplanan haçlı ordusunun Viyana önlerine gelmesiyle iki ateş arasında kalarak bozguna uğradı.

Haçlı ordusunun güzergâhındaki geçidi tutmakla vazifeli Kırım Tatarları hiçbir mukavemet göstermeden küffarın geçişini seyrederek bozgundaki en büyük paya sahip olmuşlardır.

Tatarlar bu büyük hatalarının ceza ceremesini hâlâ çekmeye devam etmektedirler. O günden bugüne Tatarların yüzü gülmemiştir.

Viyana önlerindeki bozgundan sonra Osmanlı 16 sene boyunca kesintisiz bir şekilde irili-ufaklı 25 devletle birçok cephede savaşmış, yer yer zaferler elde etse de 1699’da Karlofça Antlaşmasını imzalayarak ilk büyük toprak kaybına uğramıştır.

II. Viyana Muhasarasından sonra Türk milleti birkaç istisna haricinde hep savunmada kalmıştır.

Son üç asırdaki büyük zaferlerimizin tamamına yakını düşman taarruzlarına karşı gösterdiğimiz savunma nitelikli galibiyetlerdir.

Çanakkale, Kut’ülAmare, İstiklâl Harbi vs. hep savunma zaferlerimiz olup kendi topraklarımızda cereyan etmiştir.

Bize göre Kıbrıs Harekâtı dahi bir savunma savaşıdır. Asırlardır hâkimiyetimiz altında bulunan adadaki soydaşlarımızı “kırım”dan muhafaza etme gayesiyle yapılmıştır.

Tarihimize baktığımız zaman milletimizin zaman zaman içine kapandığını görürüz.

Mağlubiyetlerimizden sonra söz konusu olan bu uyku halini ayağa kalkış evvelinde bir hazırlık safhası olarak düşünebiliriz.

Hakikaten Türkler her bozgunun akabinde yeniden şahlanarak yeni kumandanların, başbuğların önderliğinde kendilerini toparlamasını bilmişlerdir.

Fakat bu son uyku hali çok uzun sürmüş olup hâlâ bir şahlanışla neticelenmiş değildir.

Yukarıda da belirttiğimiz gibi İstiklâl Harbi dahi çok mukaddes, destansı bir mücadele olmakla beraber asıl beklediğimiz cihanşümûl şahlanış olarak niteleyemeyeceğimiz bir zaferimizdir.

Fakat İstiklâl Harbi o cihana şâmil şahlanışın kodlarını taşıyan, bir nevi o umumî galibiyetin ön vuruşması olarak görebileceğimiz bir harekâttır.

Büyük hesaplaşma er ya da geç gerçekleşecektir.

Müslüman Türk milleti, çağ kapayıp çağ açan, garbı uyandırıp aydınlatan ecdadının izi üzere hareket ederek üç asırlık uykusundan uyanıp İslâm’ın ihya ve inkişafı hareketinin bayraktarlığını yapacaktır.

Müslüman Türk, İslâm Medeniyetini ihya ve inkişaf dâvâsı ile er meydanına çıktığı anda buna mâni olmak isteyecek içeriden ve dışarıdan bir şer cephesiyle karşı karşıya kalacaktır.

İşte o vakit bu mukaddes ihyaya mani olanları imha etmek boynumuzun borcudur.

Cihadımızın gayesi de bu olacaktır.

Bu cihad, insanlığı sonu “izm”le biten bütün nefsanî fikirlerden, Batının bütün dünyaya pompaladığı insaniyeti hayvaniyet derekesine düşüren bâtıl, sefil hayat telakkisinden kurtararak “adalet” temelli yeni, ulvî bir medeniyetin muştalayıcısı olacaktır.

Bütün bu yazdıklarımız asla edebiyat değildir. Bilakis ayniyle hakikat olarak tahakkuk edecektir. Lâkin bunların şartları vardır. O şartları bir sonraki yazımızda açıklamaya çalışalım.

* Ba’s dirilmek, ba’de sonra, mevt ölüm demektir. Ba’sü ba’del-mevt Âmentü’de ve Kur’ân-ı Kerim’de geçen bir ifade olup “öldükten sonra dirilme” mânâsına gelir. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
Ahmed Gürkan Arşivi