Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Yabancı gözüyle Ramazan, teravih ve bayram

Yabancı gözüyle Ramazan, teravih ve bayram

1852 yılı İstanbul’unu yaşayan meşhur gezgin T. Gautier büyük camilerde kılınan teravihleri, yaşanan Kadir Gecesi’ni ve bayramı büyük bir hayranlıkla anlatıyor...
İşte Ramazan hakkında yazdıkları...
“Asırlar boyunca her zaman kutsal ve kıyılırken bile gururlu İstanbul, hiçbir zaman İslâm’ın bu kutsal ayı için aydınlatıldığı kadar ışıltılı ve kutsal gözükemez.
Ramazan ayında sayısız minarenin şerefesine dizilmiş ışık halkalarıyla bezeli karanlık bir kenti görmek dünyanın en güzel manzaralarından biridir.
Yükselen çatıların üzerinden olağanüstü bir siluet olarak görülen camilerin iki, dört veya altı minaresi birden ışıklandırılır.
Bunlar bir büyüleyici oyunda daha kullanılır. Minareler arasına ipler gerilir ve bunlara camdan minik yağ kandilleri dekoratif bir sıra ile asılır. Sanki altın kıvılcımlar saçıyormuş gibi, “Ya Allah” veya “Ya Muhammed” gibi sözler yer alır.
Ayın onbeşinden sonra karanlık gökyüzüne çoğu kez bir çiçeğin veya bir geminin şekli çizilir. Bu yıldızlara benzeyen zarif aydınlatmalara Türkler ‘mahya’ (ay ışığı) derler.
Başka zamanlarda İstanbul’un sokakları geceleyin terk edilmişken, Ramazan geceleri boyunca hayat doludur.
Bu kutsal ay boyunca dini hamiyet diğer aylardan daha çok artar. Müminlere Kur’an okumaları ve diğer dini vazifelerini tam olarak yerine getirmeleri emredilir.
Gün batımından iki saat sonra yapılan günün son ibadeti özel bir önem taşır. Bu genellikle yatsı olarak bilinir. Ondan sonra yapılan ibadete ise ‘teravih’ denir...
Kimileri bunun ağır bir iftar yemeği yemiş bir kişinin hazmına yardımcı olduğunu söyler. Camilerde her akşam vaaz verilir.”
T. Gautier Ayasofya’da teravih namazını anlatıyor...
“Bu ayda Ayasofya Camii’nde sıra sıra namaz kılanlar görmeye değer bir manzara verir. Hepsi ayakkabısız olan erkekler, elleri bağlı ve başları aşağıda, yan yana ayakta dururlar.
Kılıç ve fetih sancağıyla birlikte tepelikli minberinden imam, akşam duasını okur. Yüksek bir platformda bağdaş kurmuş oturan bir müezzin, ruhunun derinliklerinden gelen bir sesle artan tenorda Kur’andan mukabele okur.
Ara sıra ortaya tutkulu bir “Allah!” nidası fırlar ya da ayaktaki binlerce kişiden derin bir “Âmin” sesi yankılanır.
O kalabalık cemaat, başlarını öne eğer, elleri dizleri üzerinde eğilir ve doğrulurlar. Sonra bir kez daha eğilir dizlerinin üzerine çöker ve kubbede yankılanan pes perdeden uzun bir gök gürültüsüyle alınlarını yere değdirirler.
Kutsal bilgelik tapınağı (Ayasofya) bundan daha etkileyici bir saygı ve inanç gösterisine pek az tanıklık etmiş olmalıdır...”
Sıra Kadir Gecesi’nde...
“Türkler Ramazan’ın yirmi yedinci gecesine çok önem verirler. ‘Kadir Gecesi’ diye adlandırdıkları bu gecede Kur’an’ın cennetin en yüksek katından yeryüzüne gönderildiği ve Cebrail’in bunu Peygamber’e vermeye başladığına inanırlar.
Kadir Gecesi akşamlarını çoğu insan camilerde geçirir. Her zamankinin yerine özel bir ibadet yapılır ve ondan sonra kalabalık bir cemaat, kutsal günlerin olaylarını anlatanlar etrafında oluşan gruplara dağılır...”
Bir Avusturya gemisinden izlediği bayram gecesini ise şöyle tasvir ediyor...
“Türkler barut yapmayı pek sevdiklerinden top atışları durmadan birbirini kovalıyordu ve her yandan patlayarak kulakları, şenlikli bir gürültü içinde, hırpalıyordu...
Cami minareleri birer fener gibi yanıyordu; Kur'an ayetleri gecenin koyu mavisine ateşli harflerle sanki kazılmıştı...
Tophane çeşmesinin çevresinde kümelerce ışık ateş böcekleri gibi parıldıyor, Sultan Mahmud Camii'nin minareleri, uçları ateşli demirle çizilmiş gibi göğe doğru fışkırıyordu...
Kırmızı ve yeşil ışıkların bir rüya gibi aydınlattığı Tophane ışıl ışıl yanarken, zaman zaman top ağızlarından fışkıran alevler beliriyor, hava fişeklerinin, bombalarının yılankavi ya da parçalı ışıltıları karanlığı deliyordu...
Yeşil, mavi, kırmızı, sarı kandillerle direklerini, ip ve bordalarını ışıklandıran demirli gemiler alevden bir okyanus üstünde yüzen elmastan teknelere benziyor, Boğaz’ın suları bu kandil, fener, yanar söner ışık ve parıldayan harflerin akisleriyle sanki tutuşuyordu...
Sarayburnu, zebercetden bir promontoire gibi uzanıyor ve bu burun üstünde Ayasofya, Sultanahmet, Osmaniye camilerinin ateşten bilezikle çemberlenmiş gümüş minareleri fışkırıyordu.
Asya kıtasında Üsküdar binlerce ışıklı kıvılcım saçıyor ve Boğaz’ın alevler içinde yanıyor görünen iki rıhtımı göz alabildiğine kayık küreklerinin durmadan kırbaçladıkları bir ışıklı pul nehrini çerçeveliyordu. Renkli camlar, fenerlerle süslü buharlı gemiler gidip gelirken güvertelerinde çalan bandoların nağmeleri hafif rüzgârla çevreye dağılıyordu.
Avusturya gemisinde bir iki saat kalarak dünyada eşi bulunmaz bu muhteşem gösteriyi seyretmekle sanki sarhoş oldum...”
Yani bazılarının iddia ettiği gibi, Osmanlı insanı, “eğlenceden habersiz” ve “nasipsiz” değildi. Tam tersine, “meşruiyet içinde eğlenme”yi çok iyi biliyordu.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi