Cemal Nar

Cemal Nar

Hilal Tv. ye Kardeşlik Görevim 4

Hilal Tv. ye Kardeşlik Görevim 4

Çok soru sorduk, vicdanlarda nasıl yankılandı bilemiyoruz. Ama birisini hatırlatalım bugünkü konumuz için:

“Şeriatı savunma vazifesi verilmiş hocaların ve onu öğrenip yaşamaya mecbur Müslümanların hali budur diye, şeriattan vaz geçme hakkımız var mıdır?”

Elbette şu bu sebeplerle şeriattan vaz geçemeyiz!

Peki, aynı soruyu tasavvuf için sorduğumuzda cevap değişir mi?

İşte o soru:

“İslam ahlak ve tasavvufu insanları eğitseydi, yüceltseydi, böylesine hırsla, hasetle, dünya sevgisiyle, şan şöhret tutkusuyla dolu olarak birbirleriyle haksız rekabet eden, aynı sebeplerle idarecilerin eteklerine sarılmış sûfîler olur muydu?”

Peki, bu soruya nasıl cevap verelim?

Şeriat için sorulduğunda “elbette şu bu sebeplerle şeriattan vaz geçemeyiz!” diye cevap vermiştik. Tasavvuf için de aynı akıl ve insafı gösteremez miyiz?


Din, şeriat, tasavvuf açısından yabancılara bunun cevabını bir yerde vermek kolaydır. Aslını, yani olması gerekeni anlatırsınız olur biter. Kabul ederler veya etmezler, ayrı mesele. Ancak, kendimizin durumunu kendimize nasıl izah edelim? Utanmalı değil miyiz bu durumumuzdan?

Bir de şu gerçeği çoğu zaman atlıyoruz; bir kere o Batı ülkeleri adil ve ahlaklı değil. Yeryüzünü kana boyayıp servetlerini kendi ülkelerine götürüp yiyen haydutlardır. İçlerine bir girsen, zulüm ve ahlaksızlık diz boyu. Ama teknik sayesinde çalma çırpma zenginlik öyle göz boyuyor ve reklamla kandırıyor. Reklama aldanmamak, makyajın arkasını görmek lazım.


Bir yerde sohbetteyiz. Bana diyorlar ki:

- Siz “tasavvuf, İslam’ın aşk ve ihlasla yaşanmasıdır. Nefse, şeytana ve dünyaya aldanmamanın, abid ve zahid yaşamanın ifadesidir” diyorsunuz. Ama biz ortada böyle bir sufî göremiyoruz. Öyleyse tasavvuf diye bir şey yoktur.

- “Peki, siz bugünkü şeriatçıların halini beğeniyor musunuz? İstisnalar kaideyi bozmaz, onların hakkını teslim edelim, ama siz genellikle ortada böyle hakiki bir şeriatçı görebiliyor musunuz?

- Hayır!

- Öyleyse şeriatı da inkar edebilir misiniz?

- Asla!

- Peki, çok güzel, ama neden tasavvuf için de aynen böyle düşünmüyorsunuz?

- !...

- İşte böyle, bir ilmin, kıymetin, değerin ehlinin olmaması, onun hakikatine zarar vermez.

Aslında şeriat ile Tasavvuf birbirinden farklı şeyler değildir. Birisi işin zahiriyle, diğeri batınıyla ilgilenen bir bütündür. Şeriat “namazı vaktinde, abdestli ve tesettürlü olarak kıbleye dönük kılınız” diyor. Tasavvuf da “namazı huşu içinde ihlasla kılınız” diyor. Böylece ikisinden müteşekkil ortaya güzel bir namaz çıkıyor. Bu yüzden bazıları tasavvu için “fıkh-ı batın” demişlerdir. Zahir fıkıh da, batın fıkıh da, evet, bunun ikisi de haktır. Birisini alıp diğerini atmaya ne gerek var?

Kuru bir isim üstünde kavga anlamsızdır. Asıl olan özdür, hakikattır. Tasavvuf da desen, zühd de desen, batın fıkhı da desen, ahlak da desen, öz aynı özdür. Üzüme Türkler “üzüm” der. Araplar “inep”, Farisiler “engür” dermiş. Ne değişir? Ne dersen de, üzüm üzümdür.

İster Hilal TV.ye kümelenmiş olanlardan olsun, isterse başka yerlerde duranlardan olsun, hâlâ “hayır” diyenlere bir teklifim daha var. Fakat önümüzdeki yazıya kalsın.

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Cemal Nar Arşivi