D.Mehmet Doğan

D.Mehmet Doğan

Abdülhamid mehter dinler miydi yahut Fatih sigara içer miydi?

Abdülhamid mehter dinler miydi yahut Fatih sigara içer miydi?

Tarihî bir roman veya film, tarihin aynısı olabilir mi? Yani ne kadar gerçek olması mümkündür, edebî ve seyirlik mahsûllerin? Hayalî, yani “kurmaca” metin veya yapımların gerçek olması değil, gerçeklik tesiri uyandırması beklenir. Bunun özü de çok görünür, göze batar hatalar yapmamaktır.

Bu sene 80. gençlik yaşını süren Yavuz Bülent Bakiler anlatmıştı. Yıl 1953; İstanbul’un fethinin 500. yılı kutlanacak. Şairimiz Fatih’le ilgili bir şiir tasarlıyor. Genç Sultan Mehmed’in aklı fikri İstanbul’u almakta. Bir sigara içiyor, dumanında İstanbul görüyor. Kahve içse telvesi İstanbul şeklini alıyor... Velhasıl şiirini çok beğeniyor genç şair. Kendine göre ince hayâllerle işlediği bu şiiri, üstadı bildiği Arif Nihat Asya’ya takdim ediyor.

Arif Nihat, “Şiir güzel...” diyor. Bu söyleyişte bir “amma” hissediyor genç şair. Nitekim ustası, “Lâkin Fatih sigara içmezdi.” diyor. Bunun edeben olduğunu düşünürken, usta şair bir de “Kahve tiryakisi de değildi Fatih.” cümlesi sarfediyor.

Osmanlı kültürünün vazgeçilmezi olan kahve, 16. yüzyılın ortalarında İstanbul’da içilmeye başlanıyor. Tütünün hayatımıza girmesi ise en az, kahveden yarım asır sonra.

Genç şair, özene bezene yazdığı şiiri çöp sepetine atıyor.

Bu gözle bakınca kaç roman, kaç film veya dizi çöp sepetine gider? Gitmez tabiî! Bunlar için onca masraf yapılmıştır. Basılı bir kitabı, yazarı istese bile tarih hatalarından dolayı toplamak kolay mı? Film ve dizilerde bunun daha güç olduğu tahmin edilebilir.

Tarihi hatırlatmaktan öte sevdirmek maksatlı dizilere nasıl bakmalıyız?

“Aman efendim önemli olan, seyirciyi ekran başına toplamak. Hataları kusurları da görmezden gelelim!”

Bu tavrın, son zamanlarda hayli müessir olduğunu görülüyor. Ertuğrul dizisinin bu yüzden Osmanlının efsanevî Ertuğrul Gazi imajını berheva ettiği görülemiyor. Şimdi sıra Abdülhamid de. Son büyük Osmanlı padişahı 2. Abdülhamid, uzun zaman haksız taarruzlara maruz bırakıldı. İttihatçılar ve devamcısı Cumhuriyetçiler, Abdülhamid’in kötülüğü üzerinden bir meşruiyet üretmek istediler. Bu dönemin sonuna geldik. Peki şimdi ne yapmalı? Önümüzdeki sene vefatının 100. yılı Sultan Abdülhamid’in. Ciddi çalışmalar yapılmalı, bu büyük devlet adamını yâd etmek için. Toplantılar, yayınlar, filmler, diziler...

Abdülhamid’in büyüklüğü, dönemi için önemi anlatılırken sonradan üretilmiş bilgi ve yorumlar dikkatle süzgeçten geçirilmeli. “Abdülhamid büyük işler yapmıştır” demek onun hatasız kul olmadığı gerçeğini değiştirmez. Şunu söyleyebiliriz mesela: Abdülhamid batı âleminin yazarlarını, gazetecilerini, bilginlerini kendisine yakınlaştırmak siyasetini neden içeride uygulamadı? En azından dindar şair yazar ve ilim adamlarını neden etrafında toplamaya, onlara yaptığı işin vüs’atini göstermeye çalışmadı?

Elbette bu yazı, bu mevzuyu derinleştirmek için uygun değil. Fakat son yıllarda abartılı bir Abdülhamid imajı çizildiğini; hakikatten uzaklaşmak bahasına bunun yapıldığını görüyoruz.

İşte büyük meblağlar harcanarak yapıldığı anlaşılan TRT’nin yeni dizisi Payitaht Abdülhamid, bu abartılmış imaja hakikat mertebesi veren bir yapım.

Baştan başlayalım: Abdülhamid, hiç mehter dinlememişti! Mehter marşı da besteletmemişti.

Bunda bir acayiplik yok!

Yakın dönem Osmanlı tarihini az buçuk bilenler Mehter-i Hakanî’nin Yeniçeri Ocağı’nın kışlalar topa tutularak kaldırılmasından sonra tarihe gömüldüğünü bilirler. 2. Mahmud, Mehter takımı yerine Mızıka-yı Hümayun’u kurdurmuştur. Avrupa’dan müzisyenler getirtmiş, marşlar besteletmiş ve onun adına Donizetti Paşa, Mahmudiye marşını, bir nev’i millî marş olarak bestelemiştir. Sonraki padişahlar da bu geleneği sürdürmüş; her biri için yabancı besteciler, dönemlerinde millî marş muamelesi gören marşlar bestelemişlerdir. (Hamidiye Marşı’nın bestekârı ise bir Türktür: Necip Paşa.)

Abdülhamid’in Batı müziğine temayülü bilinmez değildir. Hatta onun sarayında yemek teşrifatı dahil, Batı tesiri ağır basar. Bu yüzden klasik mûsıkîmizle ilgili bir hamlesi olmadığı gibi, mehteri ihya etmek ve mehter marşı besteletmek gibi bir teşebbüsü de olmamıştır.

Ya peki Payitaht Abdülhamid’in hemen başında duyulan mehter marşı neyin nesi? Padişahın Mızıka-yı Hümayun’u vardı ve Batı tarzı marşlar çalardı. Burada kıyafetleri doğru fakat icra ettikleri müzik farklı bir mızıka ile karşı karşıyayız. Aslında bu Mızıka-yı Hümayun, mehterle bando arasında bir manzara gösteriyor.

Peki, okuyucu soracak: Ya bugün heyecanla dinlediğimiz mehter takımları neyin nesi? İttihatçılar, mehter takımını ihya etmek istediler. Millete böylece daha kolay ulaşabileceklerini düşünmüş olmalılar. Tabiî aradan yüz yıla yakın zaman geçmişti. Belki kıyafetler, maddî unsurlar o zamana kadar kalmış olabilirdi. Ya repertuar? Klasik mehter repertuarının çok azı biliniyordu. Şimdi dinlediğimiz marşların çoğu, İttihatçıların ürettiği marşlardır.

Peki dizicilerin de kullandıkları uyduruk “mehter marşı” neyin nesi? “Madem ki Abdülhamid, zamanında mehter marşı besteletmemiş, film icabı biz yüz yıl sonra icad ediverelim!”

Tarihe saygı göstermeye mecburuz. Tahrif edilmiş tarihle bir yere varılmaz, gülünç olunur!

“Payitaht Abdülhamid”in daha başka defoları var. Bunun üzerinde de fırsat olursa duracağız.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
D.Mehmet Doğan Arşivi