Ergenekon panayırı…

Ergenekon panayırı…

Ergenekon Duruşması" daha ilk günden itibaren adeta bir panayıra dönüştü. Ulusal maçlarda tanık olduğumuz türden görüntüler izledik. Bir tarafta sanıkları destekleyenler, diğer tarafta Ergenekon örgütünün çökertilmesini isteyenler, bir başka tarafta ise gazeteciler. Flamalar, bayraklar, dövizler, satıcılar, sloganlar, gazetecilerin kurdukları çadırlar, kameralar, mikrofonlar vs. İtişip kakışmalar, gazetecilere laf atmalar, engellemeler de cabası.. Başka hiçbir davada görülmeyen sahnelerdi. Bu böyle aylarca sürecekse, hakimler görevlerini nasıl yapacaklar o da başka. Duruşmalar hem mahkeme salonunda hem mahkeme dışında gerilimli geçeceğe benziyor.

Ergenekon sanıkları arasında daha önce toplu davalarda yargılanmış isimler yer alıyor. Mesela Doğu Perinçek alışık böyle davalara. İki büyük dava geçti başından, ilki 1971'de "Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi Davası", ikincisi 1981'deki "Türkiye İşçi Köylü Partisi Davası"..

Bu arada ilginç bir not aktarayım, Perinçek, 1981'deki TİKP Davası'nda aslanlar gibi NATO'yu savunmuştu. Hatta Türkiye'nin NATO'dan çıkması için kampanya yürüten solcuların ülkenin bağımsızlığına hizmet etmediklerini söylemişti. Çünkü NATO Sovyet Rusya tehdidine karşı, hem Avrupa hem Türkiye açısından ortak savunma örgütü niteliği taşıyordu. Bu NATO, bünyesinde "Gladio"yu besleyen aynı NATO'ydu o da başka. Gladio'nun NATO ülkelerinde ne tür karanlık işlere karıştığı 1990'larda ortaya çıktı. Gerçi Perinçek 1970'lerde "Kontrgerilla" aleyhinde kampanya yürüten isimlerin başında geliyordu. Bir paradokstu, belki başka bir şey, geçelim.

İlhan Selçuk da 12 Mart döneminde Madanoğlu Cuntası Davası'ndan geçmiş bir isim. Bu davada, ajan ve teyp kullanmak suretiyle sanıklar arasındaki cuntasal ilişki tespit edilmekle birlikte cezayı gerektirecek yeterli hukuki deliller sağlanamamıştı.

Ergenekon Davası'nda kolektif bir savunma bekleyemeyiz. Mahkeme safahatında sanıklar arasında şiddetli atışmaların, karşılıklı suçlamaların olacağını sanıyorum. Herkes kendini kurtarmaya odaklanacak. İlhan Selçuk'un ve Kemal Alemdaroğlu'nun kişisel savunmalarını "Kemalizm savunması"na dönüştüreceklerini tahmin ediyorum. Doğu Perinçek ise "çete davası"nı "siyasi bir dava"ya dönüştüreceği sinyalini ilk günden verdi. Bu karmaşık davada Perinçek'in izleyeceği tutum, bence "savunma"dan ziyade "itham"a başvurmak olacak. Zaten ilk duruşmada davayı İşçi Partisi'ne yönelik ideolojik bir dava olarak göstererek nasıl bir tutum izleyeceğinin işaretini verdi. Yani, suçlayıcı pozisyonda kalmaya çalışacak.

Karmaşık bir dava dedim bu dava için, çünkü 2500 sayfalık bir iddianame var ortada. Böyle bir davanın altından kalkmak kolay değil, ama yargıya da güvenmek lazım.

"Bir hayalim vardı"

Cumartesi ve Pazar günü yapılacak seçimlerde İstanbul Barosu yeni başkanını belirleyecek. Başkan adaylarından biri de Hukukun Üstünlüğü Platformu"nun adayı Av. Şadi Çarsancaklı. Bir sempozyumda karşılaştığım Çarsancaklı'ya birkaç soru sordum yakalamışken..

İlk izlenimim: Şadi Bey'i İstanbul Barosu'na büyük bir canlılık getirecek enerjiye ve birikime sahip olarak gördüm.

İlk söz: "İdeolojik bir misyonla değil meslek nosyonuyla hareket ediyoruz. Baroların temel misyonu ülkede Hukukun üstünlüğü ilkesinin tam anlamıyla uygulanmasına katkıda bulunmak. Dolayısıyla siyasi kaygılarla değil hukuki ve demokratik kaygılardan yola çıkan bir Baro yönetimine talibiz."

İkinci söz: "Hukuka ve avukatlık mesleğine hak ettiği itibarı yeniden kazandırmak isteyenlerle beraber bu misyonu yerine getireceğiz. İlk baro kimliğimi aldığımda böyle bir hayalim vardı."

Üçüncü söz: "Toplumun aydınları olarak baro avukatları demokratik bir olgunluk içinde gerçekleşecek olan seçimlere muhakkak katılmalılar, hukukçu sorumluluğu bunu gerektirir. "

Av. Şadi Çarsancaklı'ya "Peki Baro başkanı olursanız neler yapacaksınız, neden size oy versinler" diye sordum.

"Vaad olarak nitelenmesini doğru bulmuyorum, bizler siyasetçi değiliz. Ama elbette projelerimiz var, zaten bu yüzden adayım. Daha iyi bir İstanbul Barosu için geliyoruz" dedi.

Şadi Bey projelerini öyle heyecanla anlattı ki bazılarını şöyle sıralayabilirim:

BİR: İlk elden yapılması gereken önceliklerimizi belirleyeceğiz. Baro'nun yaş ve tecrübe itibariyle kıdemli üyelerinden azami ölçüde yararlanacağız.

İKİ: İstanbul Barosu'nu tam anlamıyla bir meslek örgütü haline getireceğiz. Sosyal, ekonomik ve mesleki açıdan üyelerimizin çıtasını yükseltecek projelerimiz var. Yardım sandığı, kreş vs gibi sorunlarının çözümü için proje çalışmalarını başlatacağız.

ÜÇ: Adliye işlemlerinin kolaylaştırılması ve bazı kırtasiye işlemlerinin yük olmaktan çıkarılması için çaba göstereceğiz.

DÖRT: İstanbul Barosu'nu çağın gerisinde kalmış yönetim ve hukuk anlayışından çıkaracağız. Değişen dünya ve değişen Türkiye ile birlikte değişen bir Baro arzu ediyoruz. Bütün üyelerimizle birlikte bu demokratik değişimi yakalayacağımıza inanıyorum.

BEŞ: Gündelik siyasete endeksli bir Baro yerine mesleki ve hukuk endeksli bir Baro yapacağız.

Hani Marx serbest piyasaya karşıydı!

İngiltere'de tahıl yasalarının kaldırılması liberallerin bir zaferiydi. Çünkü tahıl yasaları serbest ticaretin önünde engeldi. Avrupa'da "serbest ticaret" tartışmaları hararetlenmişti. Liberallerden Dr. John Bowring'in "İsa serbest ticarettir, serbest ticaret de İsa'dır" demesi tartışmaların üzerine tüy dikti. 9 Ocak 1848'de Brüksel Demokratik Birliği'nde bir konuşma yapan Karl Marx söze "Tahıl yasalarının kaldırılması, 19. yüzyıl serbest ticaretinin en büyük zaferidir" diye başlamış, "Baylar ben serbest ticaretten yanayım" diye bitirmişti. "Olur mu canım, Marx öyle bir şey söylemez" demeyin. Ama bir sorun neden öyle söyledi?

Aslında Marx konuşmasında serbest ticaretin işçi sınıfının yaşam koşullarını zorlaştıracağını iddia etmişti. Serbest ticaretin sömürüye neden olduğunu savunan Marx, "serbest ticaretçiler bir ulusun başkasının sırtından nasıl zenginleşeceğini anlayamıyorlarsa, buna şaşmamamız gerek, çünkü bu baylar bir ülke içinde bir sınıfın başka bir sınıfın sırtından kendisini nasıl zenginleştirdiğini de anlamayı reddediyorlar" diyordu.

İşin özünde Marx serbest ticaretten yana değildi sevgili okurlar.. Bir tek nedenden ötürü yanaydı, onu da şöyle izah ediyordu:

"Serbest ticaret sistemi, eski ulusları parçalar ve proleterya ile burjuvazi arasındaki uzlaşmaz karşıtlığı uç noktasına iter. Tek sözcükle, serbest ticaret sistemi toplumsal devrimi hızlandırır. İşte yalnızca bu devrimci anlamıyladır ki, baylar, ben serbest ticaretten yanayım."

Marx ve arkadaşları, proleteryanın en güçlü olduğu Almanya, İngiltere gibi sanayisi gelişmiş ülkelerinde devrim bekliyordu. Oysa Devrim, proletaryanın ve sanayileşmenin en zayıf olduğu Rusya'da gerçekleşti, o da ayrı bir hikaye..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi