İbrahim Tenekeci

İbrahim Tenekeci

Dünya Su Günü

Dünya Su Günü

Geçmiş gün. Evdeyiz. Yağmur başladı. Güzel ve istekli yağıyor. Babamın yüzü pencereye dönük. Hiç konuşmadan yağmuru seyrediyor. Sonra bir söz söyledi. Bana hiç bakmadan. Nasıl oturduğumu bile görmeden. Babamın yanında saygıyla otururum hep. Ölçülü hareket ederim. Buna rağmen hemen kendimi kontrol ettim. Her şey normal. Peki, neden böyle bir uyarı yaptı?

Şunu dedi: “Yağmur yağarken öyle oturma.”

Elli yaşına geldim, geliyorum. Yağmur başlayınca babamın bu sözü aklıma gelir. Toparlanırım. Oturuşumu düzeltirim.

Dört kelimelik bir dersti bu. Yağmur rahmettir. Allah’tan gelen bereket habercisidir. Ona hürmet etmek gerekir.

***

Ülkemizin birçok su kaynağını yerinde görme fırsatım oldu. Fırat, Murat, Kızılırmak, Yeşilırmak, Gökırmak, Yenice, Sakarya, Melen, Meriç, Ergene, Tunca, Seyhan, Menderes, Kelkit ve Mudurnu çayı ilk aklıma gelenler. Ayrıca sayamayacağım kadar dere. Gördükçe sevinmemiz gerekiyorken canımız sıkılıyor. Temel sorun kirlilik. Zonguldak ilimizdeki Üzülmez deresi oldukça üzgün akıyor mesela. Neredeyse simsiyah.

Sulak alanlar, göller, barajlar, hatta bentler. Hepsi aynı tehlikeyle karşı karşıya. Hızla kirleniyorlar. Her gittiğimizde daha kirli buluyoruz onları.

Ulaşım imkânları arttı. Artık isteyen istediği yere rahatlıkla gidebiliyor. Gruplar halinde günübirlik geziler, hafta sonu kampları, doğa turları vs. Bu gezilerde mola veya konaklama yeri olarak genellikle su başları tercih ediliyor. Bazı kimselerin temizlik konusunda gereken özeni ve önemi göstermediğini biliyoruz. Haliyle kirlilik kaçınılmaz oluyor. Plastik poşetler, pet şişeler, cam kırıkları…

Biraz yakına gelelim. İstanbul’un su ihtiyacını karşılayan barajlardan birine gitmiştim. Barajın içi içki şişesi dolu idi. Kıyısında içiyor ve şişeleri suya atıyorlar. (Bunun karşılığı nedir? Ahmed Ziyâüddin Gümüşhânevi Hazretlerinin Ehl-i Sünnet İ’tikadı kitabından: Helâl ile haram bir araya gelirse, haram galip gelir.) Son gördüğüm Kirazlı Bent de aynı durumda. Belgrat Ormanı'nda. 1818 yılında Kirazlı deresi üzerine inşa edilen ve kıymetli bir tarihi eser olan bu bent, açık hava meyhanesi olmuş. Suda balıklarla beraber şişeler yüzüyor.

Havadan ve uzaktan çekilen görüntüler bize her şeyi göstermiyor. Yukarıdan bakarsak sorun yok. Her yer tertemiz. Yanına, yakınına gelince manzara değişiyor. Uzungöl’ün içinde otomobil lastikleri gördüğümü hatırlıyorum.

Korumaktan anladığımız, belli bir mesafeden sonra yapılaşmaya izin vermemek. Bunun devamı, ötesi olmalı. Sahada caydırıcı önlemler almak ve temizlik bahsine çalışmak şart.

***

Kaynağından, bir pınardan, dereden içtiğimiz su daha lezzetli gelir. Kanmak bilmeyiz. İştah açar. Aynı tadı ve hafifliği musluk suyunda yahut hazır sularda bulamayız. Neden?

Dağlardan aşağılara, ormanlardan ovalara akan sular; taşların, bitkilerin, güneşin ve diğer canlıların enerjisini topladığı için canlıdır, hafif olur. Bu enerjiden / ortamdan uzaklaştıkça, mahrum kaldıkça, ağırlaşır ve canlılığını kaybeder. Depolarda uzun süre muhafaza edilerek satılan sular, en ağır sulardandır. (Aidin Salih Hanım’ın kıymetli katkılarıyla.)

Bir ara bu canlı suların peşine düştük. Dağlara çıktık, vadilere indik, mağaralara girdik. Mesela Köroğlu dağlarında birbirine yakın kaynaklardan çıkan suların dahi farklı tatlarda olduğunu anladık. Her kaynağın bir karakteri var. Bitki örtüsü ve toprak türü bile suyun tadına tesir ediyor. İnsanlar da böyle değil midir? Doğup büyüdüğümüz çevrenin hususiyetlerini alıyoruz.

***

22 Mart, Dünya Su Günü. Okullarda resim, fotoğraf ve kompozisyon yarışmaları düzenleniyor. Etkinlikler yapılıyor. Hepsini samimi çabalar olarak görüyoruz.

Yalnızca bu güne mahsus olmamak üzere su konulu sempozyumlar, toplantılar da tertip ediliyor. Sürekli suyun stratejik önemi vurgulanıyor. Bunlar elbette lüzumlu çalışmalar. Mutlaka olması lazım. Fakat meselenin diğer yönünü de unutmamak gerekiyor. Bir şeyin manevî yüzünü ihmal edip maddî tarafını öne çıkarmak, sıkıntıları da beraberinde getiriyor. İşte bu yüzden hürmet duygusunu kaybediyoruz. Berhudar olamıyoruz. Su kaynaklarını hor kullanabiliyoruz. O suda başka canlıların hakkı yok mudur? Yağmur ve kar yağınca aklımıza sadece barajların doluluk oranı veya trafik sorunu geliyorsa, kendimizi gözden geçirmeliyiz.

İster inancımız diyelim, ister kültürümüz. Su, bizim için azizdir. (Böyle bir duayı kim almak istemez? Su gibi aziz olasın.) Niyetle birlikte temizliğin şartıdır. Suları kirlenmiş bir millet olmaya doğru gidiyoruz. Bunun anlamı ne olabilir?

Bize buyrulan, suyu kaynağında bile israf etmemektir. Bir bardak suyu üç yudumda, nefeste içmektir. Buna karşılık, yağmur yağarken çimleri, ağaçları sulayan kimseler görüyoruz. İki ayrı dünya.

Kıymetini bilmediğimiz şeylerin elimizden gitmesi kaçınılmazdır. Irmak ve göllerle şenlendirilmiş bir coğrafyada yaşıyoruz. Üç tarafımız denizlerle çevrili. Bu bolluğa rağmen kuraklık tehlikesini konuşur hale geldik. Anadolu’nun ortası hızla çölleşiyor. Su geri çekiliyor. Onun gönlünü tekrar kazanmanın yolu kendimizden geçiyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
İbrahim Tenekeci Arşivi