Abdurrahman Dilipak

Abdurrahman Dilipak

Zina suç değil, ama dini nikâh suç mu?

Zina suç değil, ama dini nikâh suç mu?

İnsan aile içinde insan olur. Kimlik ve kişilik kazanır. Birileri insanı yalnızlaştırmak için onu “mücerret bir birey”e dönüştürme çabasında. Yalnız kalan insanın batıdaki faturası ortada. Akıl hastalığı, intihar, yalnızlık ve stres.

Hep yazıyorum: En büyük tehlike insanlığın imhasını öngören Maltusçu’lardan geliyor. 1700 yılında yani Amerikan kıtasının “keşfi”nden 200 yıl sonra Kızılderili katliamı, kara derililerin köleleştirilmesi, Çin ve Hindistan’ın sömürgeleştirilmesi sürecinde nüfus artışı hemen hemen hiç olmamış, hatta gerilemiş. Sonuçta 1700’lerde nüfus 500 milyon seviyesinde. Oysa 2. Dünya Savaşı sonrası 1950’de 2 milyar 500 milyon olan dünya nüfusu, 25 yıl sonra 3 milyar 900 milyona yükselmiş. Yani 1 milyar 400 milyon artmış. Bu 1700’lerdeki dünya nüfusunun 15 katından fazla.

Şimdi diyorlar ki, 2000 yılında 6 milyar olan dünya nüfusu 2025’de 9 milyara, 2050’de 13 milyara çıkacak. İklim değişikliği, erozyon, şehirleşme sebebi ile dünya bu nüfusu taşıyamaz.

Ne yapalım: İlk akla gelen doğum kontrolü. Ama o yetmiyor. O zaman çocuk nereden geliyor, aileden. Aileyi bitirelim. Zaten Humonoidler geliyor. İnsana fazla ihtiyaç kalmayacak tanımlanmış işler için. Geri 1700’lere dönelim. 500 milyon insan yeter. Oysa bugün 7 milyar civarında insan var. Ceza, gönüllü, gıda, aşı ve ilaç yöntemi ile kısırlaştırma. Evliliğin kaldırılması “geçici birliktelik”le konunun geçiştirilmesi. Bakın ötenazinin de ötesine geçilecek ve intiharın, insanın kendi rızası ile hayatını sonlandırmasının önü açılacak. Yapay zekâ ile sağlıksız psikolojiye sahip kişiler intihara yönlendirilecek. Genetik risk taşıyanlar, gen tedavisi yöntemi ile “ebter” hale getirilecek.

En büyük trajedi Afrika ve Asya’da yaşanacak. En büyük tehdit alanlarından biri de İslam coğrafyası ve Müslüman topluluklar. Gen haritamız ellerine geçtikten sonra kişiye özel ilaç üretilebildiği gibi kişiye özel zehir de üretilebilecek. Biyolojik savaş bu anlamda kimyasal savaştan daha öldürücü olacak. Mikro terminatörler, elektromanyetik dalgalarla biyolojik hayata yönelik müdahaleler işin bir başka boyutu.

Ali İhsan Karahasanoğlu işin hukuki boyutunu yazdı. Bakın Cumhurbaşkanı çıkıp ne diyor, öte tarafta neler oluyor.. “Ben ne söylüyorum, tamburam ne çalıyor.” Riba konusu da böyle değil mi? “Sonradan olma bizimkilerin” medyasına bakın, inanın sol medya, liberal medyadan daha fazla dekolte ve magazin haberi veriyor. Onlardan oy alıyoruz ya, süreçte bizimkiler onlara benzemeye başlıyorlar.

Aile, gençlik alarm veriyor. Ve bugünkü okul bu anlamda çözüm değil, olamaz. İmam-Hatipler de yetersiz ve durum çok da iç açıcı değil.

Aile ile ilgili durum şu: Gençler evlenmiyor, evlense de geç evleniyor, çocuk yapmıyorlar, çabuk boşanıyorlar, devam eden evliliklerin de mutluluk katsayısı çok düşük.

Aile Bakanlığı ilk kurulduğunda bakanlıktaki istişare toplantılarından ilkine katılmıştım. Batı medyası ve araştırma kuruluşlarının batıdaki aile dramı ile ilgili bilgiler, belgeler sundum ve bizim de onların çıkmaya çalıştıkları girdaba sürüklenmeye çalışıldığımıza dikkat çektim. Ama sonuç: Bir daha o toplantılara çağrılmadım. Aile Bakanlığı bu konuda çözüm üretemedi. Merak ediyorum, il ve ilçelerdeki aile danışmanlık merkezlerindeki uzmanların kaçı evli, kaçı boşanmış. Evliliği devam edenlerin durumu ne, kaç çocukları var. Hani derler ya “Kelin ilacı olsa kendi başına çalar”. “Kendisi himmete muhtaç bir dede, nerdeki gayrıya himmet ede.” Psikolojik danışma merkezlerinde de durum çok da farklı değil aslında.

Evlilik yaşı ve nikâh konusunu tartışıyoruz hep. Eğer konuya Müslümanca yaklaşacaksak, İslam’da cezai ehliyet şartı da AKİL ve BALİĞ olmaya bağlıdır. Biri biyolojik yaş, ötekisi de bugünkü anlamda ZEKÂ yaşı. “Akil” olma hali, “Hak ile batılı, doğru ile yanlışı ayırt edecek mümeyyiz bir akıl seviyesi” demektir bu. Genel olarak dünyada bu 12 ile 18 yaş arası olarak tespit edilir. Bu sadece İslam dünyasında değil, tüm dünyada.

İşin asıl kötü-vahim yanı, bu işi keyif için yaparsanız sorun yok, ama bunu din ve gelenekle ilişkilendirirseniz bu suç. Bu akılsızca, saçmasapan bir şey.

Düşünsenize zina suç değil. Cumhuriyet döneminde suç değil. Genelevleri var vergi rekortmeni olan. Genelev suç değil ama dini nikâh yaparsan suçlusun, çocuk da gayrimeşru kabul ediliyor. Savcı da bunu re’sen soruşturuyor. Konunun neseble, mirasla, vergi hukuku açısından bir sürü ilgisi var. Bir düzenleme yapıldı, bu konu şikâyete bağlı suç haline getirildi. Böylece 2. eş ile ilgili sorun çözüldü, neseb konusu çözüldü. Ama bitmiyor ki.

Şu dini nikâh konusu hâlâ çözülmüş değil. Eş zamanlı yapılamıyor. Birini önce yaparsanız, 2.’si muallakta kalıyor. Müftüler nikâh kıyıyor ama eşzamanlı olmuyor. Çünkü dini nikâhın kaydı-sicili yok. Şartları tam olarak yerine getirilemiyor. Medeni nikâhı kimin kıydığı da önemli değil. Belediye de kıyıyor, muhtar da.

Ben “Noter”i teklif etmiştim. Noter bu konuda yeminli bir bilirkişi ile herhangi bir dine mensup kişinin nikâhını eş zamanlı kıyar, her iki kurumun da gerekleri yerine getirilir. Noterlik makamı bu durumu yazılı olarak, nüfus memurluğuna, müftülüğe ve nikâhı kıyılan kişiye tasdikli bir şekilde verir. Kimi de belgesini gider ilgili kurumdan alır. Çünkü din farkı, mezhep farkı da özellikle dini nikâh açısından önem taşır. Mesela Şafi’de evlenecek taraflardan önce, tarafların anne ve babalarının rızaları aranır. Mihre dayalı şartlar ileri sürülebilir. Bugün dini nikâh sadece bir seremoniden ibaret. Bunun hukuki bir yaptırıma dönüşmesi, özel hukuk açısından bir kıymetinin olması için böyle bir belgeye ihtiyaç var.

Birileri “Allah’ın emri, Resulullahın kavli” ile kutsanmış bir aile ve bir nesil istemiyor. Lolita olmakta beis yok. Böyle bir gençlik istemiyorlar. Bebek dünyaya geldiğinde sadece bir canlıdır. Aile içinde o “insan” olmayı öğrenir. O canlı, ekmel-i mahlukat, eşref-i mahlukat olabileceği gibi, şeytanlaşarak Belhum Adal da olabilir. Aslında asıl sorun burada gizli. Birileri ebter ve nesebi gayrisahih bir toplum istiyor. Yediğiniz, içtiğinize, giydiğinize, dinlediğinize dikkat ettin. Kulaklıklarınızdan sakın şeytan size subliminal mesajlarla fısıldıyor olmasın!

Ne garip değil mi, “taşları toprağa bağlamışlar, köpekleri sokağa salmışlar”. Bugün bile neler oluyor memleketimizde. Ve biz çocuklarımıza sesimizi duyurmakta zorlanıyoruz bazen. Oysa başkaları okyanus ötesinden çocuklarımızın kulağına fısıldayıp duruyorlar. Aman dikkat!

Selam ve dua ile. 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Abdurrahman Dilipak Arşivi