Abdurrahman Dilipak

Abdurrahman Dilipak

Def-i mazarrat ve celb-i menafi

Def-i mazarrat ve celb-i menafi

Brunson’dan Zindaşti’ye yol gider. Bu iş oradan ABD’nin İstanbul Konsolosluğunda görevli FETÖ’cü Metin Topuz’a, oradan da Zarrap üzerinden Halk Bankası’na kadar uzar. Halk Bankasına bedel ödetmek isteyenler, aslında bazı gerçeklerin ortaya çıkmaması için işte böyle tehdit ve şantajlara başvururlar, birilerini rehin alırlar, yargıyı işte Halk Bankası örneğinde olduğu gibi işte böyle kullanırlar.

Ne alaka değil mi? Önce “Kod adı / Nam-ı diğer Papaz” olan “Rahib” kılıklı McKinsey’in CIA danışmanlığındaki “Sosyal siyaset planlamasındaki önemli aktörlerinden biri olan” Bronson’u bıraktık, biliyorsunuz sonra da savcılık itiraz etti ama kuş uçtu. Trump, Beyaz Saray’da ağırladı “Evengelish dostu”nu, bir seçim malzemesi olarak kullanmak üzere. Çünkü seçim öncesi Evengelik dostlarına bir armağan sunmalı idi. Ardından Zindaşti uçtu! Önce serbest bıraktılar, ardından itiraz ve yeniden tutuklama kararı ama. Ama o arada kuş uçtu!

Hatırlayacaksınız, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Terör ve Örgütlü Suçlar Bürosunca, 17-25 Aralık›a ilişkin yürütülen soruşturma kapsamında, hakkında dava açılan eski polis müdürleri Yakup Saygılı, Nazmi Ardıç, Mahir Çakallı ve Mehmet Akif Üner ve firari eski savcı Zekeriya Öz ile irtibatı tespit edilen ABD’nin İstanbul Başkonsolosluğu görevlisi Metin Topuz gözaltına alındı.

“Şeytan Üçgeni” sadece “Bermuda”da yok, bizim de bir şeytan üçgenimiz var! Karanlık cinayetler, işler ve ilişkilerle ilgili önemli ipuçları yakalıyorsunuz, işin peşine düşüyorsunuz, o ipucu sizi Amerikan diplomatik misyonunun önüne kadar getiriyor ve orada işler karışıyor.

Bütün darbelerin izini sürün ayak izleri sizi aynı yere götürecektir. BÇG’nin izini sürün yine aynı yere çıkar. Oraya gelince önünüze Çin Seddi gibi bir duvar çıkıyor. FETÖ, PKK, mafya yine yolun sonunda varacağınız yer aynı adrestir.

Brunson, Zindaşti gibiler neden, niçin, nasıl serbest kalıyorlarsa, Muhsin Yazıcıoğlu’ların, Eşref Bitlis’lerin, Uğur Mumcu’ların, Hablemitoğulları’nın, Hrant Dinklerin katilleri onun için bulun(a)mıyor. Batı’nın demokrasi, insan hakları, hukuk devleti, özgürlük gibi yaldızlı sözlerinin arkasında saklanan “derin gerçek” bu! Zehirlerini bu “altın taslar” içinde saklıyorlar, onu da bala karıştırıp. Sahi dikkat ettiniz mi, ABD Brunson için kıyameti koparttı, ama ne Ortodoks, ne Katolik ve ne de Protestan, Anglikan hiçbir Hristiyan topluluk bu konuda kılını kıpırdatmadı! Neden!

Peki, şimdi ne oldu? Bronson gitti, Zindaşti de, Halk Bankası’nın Genel Müdür Yardımcısının eve dönüşü için hazırlıklar başladı. Doların ateşi düştü.

Ha, sahi, Hakan Atilla ve Zarrab’ı ABD’ye gitmeye kim ikna etti, araştıracağız inşallah!

Şunu anlarım, siyaset bazı pragmatik kararlar alabilir, ama bunu yargıyı baskılayarak, kullanarak yapmamalı. Siyasi irade bir tasarrufta bulunuyorsa, bunun sorumluluğunu da kendisi üstlenmeli. Bu bütün dünya için böyle olmalı. Adalet bu tür olaylarda malzeme olarak kullanılırsa tuz kokar. Bir gün o adalet, onu kullananlara da gerekebilir.. Bakın, Bahçeli ile yaşanan af polemiği de böyle bir durum. Affı, yargıyı politik bir amaçla by-pass etmek, manipüle etmek için kullanırsanız, yarın bu işin sonu, 12 Eylül’de olduğu gibi oportünist bir takım kişilerin elinde “siyaseten katl”e kadar gider. Biz bunu faili (malum) meçhuller olayında yaşadık. Sonra “Kozmik oda”, “Şeytan üçgeni”ne döner, cinayet arşivlerinin tutulduğu! O gün, o meselede o işinizi çözer, ama insanların idrakinde adalet duygusunu yaralar, yargıçlar ve yargı sistemi, hukuk düzeninde kötü bir emsal oluşturur.

FETÖ davaları ile ilgili yaşanan süreç de bana kalırsa aynı şekilde siyaseti de, hukuk düzenini de yaralamaya başladı. İşler istenilen şekilde gitmiyor! Yargıya güven azaldı. Bu hayra alamet değil. Bürokraside de durum aynı. Bazı şaibeliler terfi ediyor, direnenler oldukları yerde sayıyor ya da soruşturma üstüne soruşturma geçiriyor. Dün bir cemaat vardı şimdi 40 oldular. Biri gidiyor, bir başkası geliyor. Bazen gelen gideni aratıyor. Üniversiteler, mektepler nasıl! Yetmedi, gitmesi gereken terfi ediyor, kalması gereken istifaya zorlanıyor. 

Falan şaibeli zat bunca iddiaya / söylentiye rağmen o göreve nasıl getirilebiliyor ya da o kişi o görevi, yıpratılacağını bile bile  niye kabul ediyor?. Onu oraya kim, niçin getirdi!. 

Kibriti gözümüze çok yaklaştırınca, arkasında kocaman bir ormanı kaybediyoruz. Tehlike sadece uzaklarda değil, aynı zamanda çok yakınımızda. Abdülhamid de yakınındaki tehlikeyi görememişti. Dilerim tarih tekerrür etmez. “Bunlar kim?” derseniz, istihbaratınız bilmiyor olamaz. Ya da ailesine, oğluna, kızına, kardeşine, gelinine, damadına, kayınbiraderine bakın. “Bana onların arkadaşlarını, sık sık birlikte yemek yedikleri, buluştukları mekânları ve arkadaşlarını söyleyin, size onların kim olduklarını söyleyeyim”. Düşmanlarınızı bilmiyorsanız, dostlarınızdan da emin olamazsınız. Kalabalıklar arasında yalnız kalırsınız. Ve fazla naz aşık usandırır. Aşk ile öfke arasında sanıldığı gibi fazla bir mesafe yoktur. Bunları çevrelerinden, aile ve akrabalarından tanıyabilirsiniz. Kibirlidirler. Halka karışmazlar. Marka bağımlısıdırlar. İsraf ederler. Gösterişi severler. Yakın çevrelerinde ve aile fertleri arasında uyuşturucu, alkol alanlar, fuhşa meyledenler ve kumara ilgi duyanlar vardır. Öfke patlaması yaşarlar. Streslidirler. Psikolojik destek alırlar. Özellikle kadınları makyaja fazla önem verirler. Halka karışmazlar. Argo konuşurlar ve aşırı neşeli gözükmeye çalışırlar.

Bakın ABD, bu kişilik zafiyeti olan ihtiraslı tipleri iyi bilir, izler ve onları nerede, ne zaman, nasıl kullanacağını iyi bilir. Bunlardan uzak duralım, bunları sistemden ayıklayalım ve yenilerinin yerel yönetimlerde söz sahibi olmalarını engelleyelim. Bunların o makamlara gelmelerini engellemek, yarın onları bulundukları yerden almaktan çok daha kolaydır.

Bunları yazdığım için bazılarının canını sıktığımı biliyorum. Benim bunları yazmamam için söyleyecek sözlerinin ne olduğunu da biliyorum, ama o sözlerle beni ikna etmek için çaba göstereceklerine, bu yanlışlarla mücadele etmeye çalışsalar, hem kendileri ve hem de ait oldukları çevre için daha iyi bir iş yapmış olurlar. Ben susarsam, yarın çok daha büyük bir bedel ödemek zorunda kalabilirler. “Ağzınızın tadını kaçıran bu sözler”i dinleyin, çünkü, hastalıklarımızı teşhis eden bu sözlerin çözüm için işaret ettiği şeyler, (ki onların kaynağını umarım biliyorsunuzdur), hastalığımızın şifası olan sözlerdir. İyi şeyler yapmak ve vadetmekten önce, yanlış yapmayalım ve yanlış isimleri engelleyelim. Zira def-i mazarrat celbi menafiden evladır. Yoksa yeni cinayetler, Brunsonlar, Zindaştiler kaçınılmaz olur. “Yerli” yeni “Bermuda”lara ihtiyacımız yok. Dikkat! Kapıdan kovduklarınız bacadan girmesinler! Lanetlenmiş, taşlanan şeytanın şerrinden emin olmak için ondan ve onun dostlarından uzak duralım. Selam ve dua ile.

Not: Kayınvalidemin vefatı dolayısı ile taziyede bulunan kardeşlerimden Allah razı olsun. Allah ölümüze, dirimize rahmet etsin. Bizi rızasının tecellisinin vesilesi kılsın. Ve hepimize hayırlı bir ömür ve hayırlı bir ölüm versin. Bize hakkı hak, batılı batıl göstersin. Hakta toplanmamızı nasip etsin. Bizi nimet verdiklerinin yoluna iletsin, gazaba uğrayanların değil. (Amin)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Abdurrahman Dilipak Arşivi