Mustafa Çağrıcı

Mustafa Çağrıcı

Din eğitimimiz: Bin yıl önce, bin yıl sonra

Din eğitimimiz: Bin yıl önce, bin yıl sonra

İslâm ülkelerindeki din eğitiminin Nizamiye Medreselerinden bile daha geride olduğunu birkaç defa yazmıştım. İşte bunun açık kanıtlarından biri:

Aşağıdaki alıntılar, bin yıl önce kurulan Nizamiye Medreselerinin hem öğrencisi hem baş müderrisi olmuş Huccetü’l-İslâm el-Gazâlî’nin, bir ara öğrencilerine de okuttuğu İhyâu ulûmi’d-dîn adlı kitabının “İyiliği yaymak, kötülüğü önlemek” başlıklı 19. bölümünden.

“Yol kenarlarına yolu daraltacak, gelip geçenleri rahatsız edecek şekilde hayvan bağlamak, muhtesibin (zabıtanın) engellemesi gereken bir ‘münker’dir (çirkin ve yasak eylemdir), Sadece inme-binme ihtiyacını karşılayacak kadar bırakılabilir. Çünkü yollar ortak faydalanma alanlarıdır. Dolayısıyla hiç kimse oraları -ihtiyacı kadarının dışında- kendi özel menfaati için kullanamaz. Bu konuda uyulması gereken kural, adet olarak yollar hangi ihtiyaçlar için açılıyorsa onların dışında başka ihtiyaçlar için kullanmamaktır.”

Buradaki “hayvan bağlama”nın yerine mesela “araba parketme”yi yazarsanız, bunları günümüzde yazılmış bir kitaptan okuduğunuzu düşünürsünüz. Bu gerçekten dikkat çekici; ama bundan daha önemlisi, bu kuralın “Din İlimlerinin İhyası” adını taşıyan bir eserde yer almasıdır. Müslümanların Kur’ân-ı Kerîm’den sonra en çok okudukları kitap diye bilinen, yaklaşık bin yıl önce yazılmış bir eserde bile bu bilgi ve hükümler bu kadar net bir biçimde ifade edilmişken, günümüz dünyasında trafik ve park kurallarının en fazla ihlal edildiği ülkelerin İslâm ülkeleri olması, din eğitimi ve öğretimimizin ne kadar sorunlu olduğunu göstermeye yeter.

***

İkinci alıntı aynı bölümden. İlki hayvan haklarına, ikincisi çevre sağlığına ilişkin iki kuralı içeriyor:

“(a) Hayvanlara taşıyabileceklerinden fazla yük yüklemek münker olup, sahiplerinin bundan menedilmeleri gerekir.”

“(b) Kasap esnafı dükkânlarının önünde hayvan kesiyor ve akan kan yolu kirletiyorsa bu da münker olup zabıta tarafından engellenmelidir... Çünkü yolda hayvan kesilmesi, geçişleri engellediği gibi ortalığa pislik yayılması ve insan tabiatının bu tür atıklardan tiksinmesi yüzünden insanlara rahatsızlık verir. Yol kenarlarına gelip geçenlerin ayaklarının kaymasına, paçalarının kirlenmesine neden olacak şekilde çöp atmak, su akıtmak…, bu gibi şeyler ‘münkerat’tandır.”

Bu büyük âlimimiz bu tür sorunları ta o zamanlar dinin konusu yapıp derslerinde okuturken, engellenmesi yönünde fetvalar verirken ondan bin yıl sonra bile İslâm toplumlarının bir çevre ve kent sağlığı bilinci oluşturamamış olması nasıl açıklanabilir?

***

Kendisi de İmam-Hatip Lisesi mezunu olan tanınmış bir hukukçu dostum, İstanbul Müftüsü olduğum yıllarda trafik kurallarına uymanın önemine dair bir Cuma hutbesi dinlemişti. Bana, “Trafik kurallarının dinle, hutbeyle ne alakası var! Herhalde devlet yetkilileri elinize tutuşturup ‘bunu okutun’ diyorlar, siz de okutuyorsunuz” demişti. Genellikle toplumumuzun da bu kanaatte olduğunu biliriz. Halbuki Peygamberimiz, bütün muteber kaynaklarda geçen hadislerinde Müslümanı, “eliyle ve diliyle diğer Müslümanlara zarar vermeyen kimse” olarak tanımlıyordu. Sadece trafikteki kural ihlalleriyle bile birbirimize ne kadar zarar verdiğimizi bir düşünelim! Bu dinin Kutsal Kitabı, haksız yere bir cana kıymanın, bütün insanlığı öldürmek kadar ağır bir günah olduğunu söylerken biz, her sene binlerce cana mal olan trafik kuralı ihlallerini dinin ve ahlakın ilgi alanının dışına attık.

Bizdeki bu defolu din ve ahlak anlayışı nereden geliyor? Tabii ki din eğitimimizdeki arızadan... Çünkü her seviyedeki din eğitimi ve öğretimimiz, bugünü yaşayan insanımızın işlerini “sâlih amel” yapacak kaliteyi kaybetti. İnsanımızın pratik hayatına, birkaç haftada öğrenilebilecek eksik bir ilmihal bilgisinin dışında hiçbir şey vermiyor. Maalesef neredeyse bütün İslâm ülkelerindeki gerçek bu.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mustafa Çağrıcı Arşivi