Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Bir kadının hikâyesi

Bir kadının hikâyesi

Erkeklerin tacizinden, tasallutundan, itip kakmasından, kimi zaman da kıyafetinin beğenilmemesinden ötürü dışlanmasından dolayı kadının “kadın kalma hakkı”nı yeteri kadar kullanamadığı bir ülkeye “kadın”ı anlatmak fevkalâde zordur...
Buna rağmen Nene Hatun’u anlatmaya çalışmıştım. Bugün de Şerife Bacı’yı anlatmayı deneyeceğim. Belki bazıları kadının “insan boyutu”nu keşfeder de saygı duymaya başlar.
İnebolu sahilinde Kastamonu yolunun başladığı yerdeki parkın içinde top mermisi yüklü kağnısıyla bir kadın heykeli var. Bu heykel Şerife Bacı’nın heykelidir. Tek yorganını top mermileri ıslanmasın diye mermilerin üzerine örtmüş, kendisi ise soğuktan donarak şehit olmuştur.
Kastamonu’nun Seydiler Köyü’nden Şerife, 16 yaşında evlendirildi. Evlendirildikten iki ay sonra çıkan Birinci Dünya Savaşı sebebiyle kocası askere alındı. Ondan altı ay sonra da şehadet tezkeresi geldi. Şerife, gencecik yaşında koca dünyada yoksul, yalnız, dul ve dayanaksız kalmıştı.
Fakat köyün ak saçlıları duruma el koydular: “Taze gelini sahipsiz bırakmamak” için, Topal Yusuf’la evlendirdiler. Topal Yusuf bir savaş gazisi idi: Savaşta yanıbaşında patlayan bir bomba sol bacağıyla bir gözünü almış, kulakları da büyük ölçüde zarar görmüştü.
Talihsiz Şerife’nin kocası görme, yürüme ve işitme engelli idi. Bunlar yetmez gibi, yaşadıkları Yusuf’un psikolojisini bozmuş, evden dışarı çıkmaz olmuştu. Şerife Gelin kaderine razı oldu. Hem ev işlerine koşuyor, hem tarla işlerine yetiyordu. En büyük serveti Sarı Öküz’le Kara Öküzü’ydü. Onlar sayesinde tarla işlerini daha kolay hallediyordu.
En büyük tesellisi ise, evliliğinden üç sene sonra bir kızının olmasıydı. Onu yetiştirecek, kendisinin hasretini duyduğu imkânlara kavuşması için elinden geleni yapacaktı.

1921 yılının son günlerinde soğuk bir akşam üstü köy tellalının sesi duyuldu:
“Eyyyyy ahali, duyduk duymadık demeyin! Cuma günü her evden bir kağnı arabası İnebolu’ya gidip yük alacaktır."
Tellal aynı çağrıyı üç kez tekrarlayınca konunun önemini herkes kavradı. Çünkü normalde bir kez bağırırdı.
Köyün erkekleri o akşam köy odasında toplandılar. Muhtar meseleyi açtı: İnebolu’ya deniz yolundan mermi geliyordu. Mermiler kağnılara yüklenecek ve bildirilen yere götürülecekti: “Bizim köyün taşıma sırası Cuma günü olarak bildirildi. O gün hepimiz İnebolu'dan mermi yükleyeceğiz. Buna göre hazırlanın.”
Şerife Bacı durumu komşularından öğrendi. Gerçi erkeği yoktu, erkeği olmayanlar gitmek zorunda değildi. Ama Şerife Bacı, “Gideceğim” dedi, “Elif kızım hür bir vatanda büyümeli.”
Bildirilen saatte kağnı arabasını hazırladı. Kara öküzle Sarı Öküz’ü koştu. Henüz dört aylık olan bebeğini sırtına bağladı. Diğerleriyle birlikte yola koyuldu.
Hep birlikte İnebolu’ya vardılar. Top mermileri kağnılara yüklendi. Kastamonu cephesine götüreceklerdi. Tekrar yola koyuldular.
Şerife Gelin, İnebolu çıkışında öküzleri durdurdu. Hava soğumuştu. Oraya kadar sırtında taşıdığı kızı Elif’i topların arasındaki bir boşluğa yatırdı. Çul çaputla iyice sardı. Sonra yanında getirdiği yün yorganı top mermilerini ıslanmaktan, kızını ise soğuktan koruyacak şekilde üzerine örttü.
Yol güvenliği konusunda bir sorun yoktu. Çünkü yollarda yüzlerce kağnı mermi taşıyordu. Ama soğukla nasıl baş edecekti? Hava da adamakıllı soğumuştu. Bir süre sonra kar tipiye dönüştü. Rüzgâr ise buz kesiyordu.
Uzunca bir süre yol aldıktan sonra, kağnı birden durdu. Kara Öküz’ün kara inadı tutmuştu yine. Yürümüyordu. Bunu en zor zamanlarda yapardı: Durur inadım inat dercesine tek adım atmazdı.
Bu arada kar durmuş, ama hava daha beter soğumuştu. Karanlık da çöktü çökecekti. Kara Öküz ise kıpırdamamakta ısrarlıydı. Ağlayarak dakikalarca öküze yalvardı. Öküz anlamış da insafa gelmiş gibi yürümeye başladı. Fakat Şerife çok vakit kaybetmiş, ister istemez konvoydan kopmuştu.
Elif açlıktan ağlıyordu. Alıp emzirmek için elini yorganın altına uzattı. Yorganın altı sıcacıktı. Emzirmekten vazgeçti. Bu soğukta emziremezdi. Zaten bir süre sonra sustu. Uyumuş olmalıydı.
“Elif’im uyanmadan Kastamonu’ya varabilsem, sonrası Allah Kerim” diye düşündü.
Taze bir umutla Ilgaz Dağı’nı tırmanmaya başladı. “Varamazsam yolunda ölürüm” diye geçirdi içinden. Ilgaz’ı aşması gerekiyordu... Mermiler sağ salim yerine ulaşmalıydı... Ulaşmazsa vatan nasıl korunacaktı? Ayakları donmasın diye yere vurarak yürüyordu. İyice yorulmuştu. Ama durmamalıydı.
Üşüyordu. Çok üşüyordu. Mermiler yerine ulaşmalıydı. Elif sağ kalmalıydı. Başka bir dileği yoktu.
Saatler geçti... Şafak söktü... Kastamonu kışlasının önünde nöbet bekleyen asker dönemeçte bir karaltı gördü. Komutanına haber verdi. Birlikte karaltıya doğru yürüdüler. Genç bir kadın kağnının üstüne eğilmişti. Yaşamıyordu. Çoktan donmuştu. Ama mermiler ıslanmamıştı. Elif bebek ise hâlâ yorganın altında ağlıyordu.
Çavuş not defterini çıkardı ve sonradan rapor haline getirmek üzere birkaç cümle yazdı:
“Kağnının yanında soğuktan donan genç bir kadının cesedi vardı. Sonra yorganın altında, top mermilerinin arasında bir çocuk ağlaması duyduk. Otlara ve eski çullara sarılmış, mermilerin arasındaki boşluğa yatırılmıştı.”
Çavuş son cümleyi yazdı:
“Bir Türk kadını daha, evladını ve top mermilerini korumak için kendini feda etmiştir.”

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi