Yusuf Kaplan

Yusuf Kaplan

Sinan, sadece mimar değil, hakikatin ruhunu taşa nakşeden bir medeniyet

Sinan, sadece mimar değil, hakikatin ruhunu taşa nakşeden bir medeniyet

Hz. Peygamber (sav), “yaşayan Kur’ân’dır”.

Bu şu demektir: Kur’ân, Hz. Peygamber’in şahsında hayat bulur (=Mekke süreci); hayat olur (=Medine süreci); ve herkese, bütün varlığa hayat sunar (Mekke ve Medine süreçlerinin oluşturduğu Medeniyet süreci).

Soru şu burada: Peki, Kur’ân bizim için nasıl hayat kaynağı olacak peki?

HZ. PEYGAMBER, KENDİSİNİ NEDEN “ŞEHİR” OLARAK TARİF ETTİ?

Hz. Peygamber (sav) kendisini “ilmin medinesi” (“medînetü’l-ilm”) olarak tarif eder.

Medine, “şehir” demektir; dinin hayat olduğu yer yani.

“İlmin şehri” olmak, ilimle ulaşılan bütün dünyaların mazhargâhı, tecelligâhı, dünyası olmak demektir.

Efendimiz’in âlemlere rahmet olarak gönderilmesinin sırrı burada gizlidir.

İnsan, âlemin ruhudur.

Âlemlere rahmet olarak gönderilen Efendimiz’dir âlemin ruhu olan bu insan, esas itibariyle.

Âlemin ruhu olduğu için âlemlere rahmet’tir. Peygamberimizin şahsında, onun ümmeti olan bütün müminler de âlemin ruhunu yansıtırlar kemal merdivenlerini tırmanma tecrübelerinin çapı ölçüsünde.

Hz. Peygamber’in (sav) kendisini “şehir” olarak tarif etmesi, müslümanların inşa ettiği şehirlerin, ufuk-peygamber Rahmet Elçisi’nin zihin dünyası ve davranışlarıyla yansıdığı yer olması anlamına gelir.

İslâm’ın dünya tasavvuru, öncelikle insan tasavvuru ile gerçeğe dönüşür: Hedef, insan-ı kâmil’dir. En ekmel insan, kendisine bütün kelimelerin öğretildiği Hz. Peygamber’dir.

Dolayısıyla Müslüman şehir, öncelikle Hz. Peygamber’in nebevî ruhunun yansıdığı yer olmalıdır.

Tarihte de genelde böyle olmuştur: Darül-İslâm olan müslüman şehir hem Dârü’s-Selâm’dır (Barış Yurdu) hem de Dârü’l-İnsan (insanlık yurdu).

Şunu söylüyorum: Müslümanların yaşadığı şehirler “Müslüman”dır; ve İslâm’ın ilkelerinin hayata nasıl aktarılacağını gösteren Hz. Peygamber’in hususiyetlerini yansıtır.

Yani, müslüman şehir, insandır: İnsan, âlemin ruhudur; ve ruhunu koruyabildiği ölçüde insandır, insan kalabilir.

SİNAN: SONLU’DA SONSUZ’U YAKALAYAN ADAM

Buradan Sinan’a geleceğim. Mimar Sinan’a.

8 Nisan vefat yıldönümü Sinan’ın.

Sinan, bir dâhidir. Sadece büyük bir mimar değil, Osmanlı medeniyetini inşa eden öncü insanlardan biri anlamında bir medeniyet mimarıdır, öncü bir medeniyet inşacısı.

Sinan’ın inşa ettiği şehir’lerde Rahmet Elçisi’nin, dolayısıyla kâmil müslüman karakterinin izlerini, yansımasını bulur muyuz?

Hem de nasıl!

Bunu göstermek için yazıyı, Sinan’ın mimarisindeki zaman, mekân ve topoğrafya arasındaki ilişkilere kısaca da olsa bakmak ve bu nebevî ruhun Sinan mimarisine nasıl yansıdığına şimdilik kısaca dikkat çekerek yazıya noktayı koymak istiyorum.

Mimarî, mekânın organizasyonu gibi düşünülebilir; ama değil.

Mimarî, gerçekte, mekânda zamanın organizasyonudur; mekanın harekete geçirilmesiyle, mekâna verilen şekille, zamanın ritimlerini, seslerini, ruhunu yakalamaktır.

Sonsuzluk şarkısını bestelemeye çalışmaktır...

Sonlu’da sozsuzluğa, alelade’de fevkalade’ye, taş’la mabede ve mabuda ulaşmaktır.

Zamana yüklenen, zamanın taşıdığı ruhu taş üzerinden, taşla oynayarak mekâna nakşetmektir mimârî: Taş’la mekâna ruh üflemektir.

Sinan mimarisinin dünyası, çağını, zamanını ziyadesiyle aşar.

İnsan mekân’da farklı zamanları yaşar; an’da zamanları, birbirinden farklı zamanları, dolayısıyla insan’ı kâmil insan yapan, nebevî ruhu yansıtan Müslümanca duyarlıkları, meselâ bütün boyutlarıyla adaleti, paylaşmayı, dayanışmayı, rahmeti, merhameti, güzelliği, kulluğun bu şiiriyetini, bu nefis şarkılarını duyar, tadar ve terennüm etmeye başlar...

Müslüman mimarın yaptığı şey, melekûtî âlemden süt emerek mekâna değmek, ebedî zamanın şarkısını taşa işlemek, sonsuzluğun metafiziğini mekâna nakşetmektir.

Sinan’ın mimarisi, topoğrafyaya müdahale etmez: Kul olduğu şuuruyla hareket eder Sinan.

O yüzden tabiatın hâllerini, görünümlerini yıkmak yerine, tabiatta, yerde, gökte, toprakta yankılanan sonsuzluğun şarkısını yakalamak; tabiatın şarkısına katılmak için tabiata, toprağa, toprağın eğimlerine, modernlerin yaptığı gibi kesip-biçerek, yakıp-yıkarak şekil vermeye çalışmaz; insanın tabiatla buluşmasını, tabiatı duymasını, tabiatı yaşamasını, tabiatla yaşamasını sağlayan hakikat şarkısının şiirini besteler sabırla, çileyle ve vecdle...

Sözün özü: Sinan’ı çok iyi anlamak, bütün boyutlarıyla genç kuşaklara anlatmak zorundayız. Sinan’ı bütün boyutlarıyla anlayabilirsek, şiir gibi şehirler inşa etmeye ancak o zaman başlayabiliriz yeniden.

Vesselâm.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yusuf Kaplan Arşivi