Metin Hasırcı

Metin Hasırcı

Tecrübedideler'e muhabbetler

Tecrübedideler'e muhabbetler

Artık şu cümlelerden bıktık Milletçe. “Çok önemli bir coğrafyada yaşıyoruz. Etrafımız düşmanlarla çevrili.. Türk’ün Türk’ten başka dostu yok. vb., vs. vs.” Doğru da ne oluyor, biz ne yapıyoruz. Son 100 yılda önce Hıristiyan tebayı, sonra Müslüman toplulukları kaybettik. Şimdi de diyecekler ki, “-Eeee İngiliz oyunu!” yahu bu adamlar Arap çöllerine Lavrens denen sapığı gönderirken eline sihirli bir değnek mi verdiler? Biz nerede hata yapıyoruz? Her şey mükemmeldi de koca Sultan 2. Abdulhamid Han Selanik’e giderken emanet ettiği yurt köşeleri bu kadar kısa zamanda nasıl uçtu? Adamcağız sürüldüğü Selanik’te bile kalamadı.
İşte böyle feryad ediyor kıymetli dostum, emekli topçu yarbay Halil Mert Beyefendi. Yâni benim anladığım düşmanlarımız her şey yapmaya hakları olabilir, çünkü onlar düşman. Su uyur düşman uyumaz denmiş bizim atasözlerimizde. Bu söz ile Halil yarbayımın feryadı yek vücud bir ifadeyi çağrıştırmıyor mu? Bence: “İstersen sulhu sâlah hazr ol cenge” çözümü bütün tedbirlerini almak demektir. Bunu yapmak gerekirken düşmanın yaptığına
Teşn ü tanda bulunmayı bırakmak gerektiğini hepimize hatırlatmaya çalışıyor sağolsun. Nitekim; Cuma akşamı Zeytinburnu SP İlçesinin iftarında veciz bir konuşmayla bu mevzulara ışık tutması, SP İl başkanı Erol Erdoğan Beyefendinin hitabı sonrasında yarbayımın o ifadeleri birliği kuvvetlendirmenin prensipli çalışmanın teyidi oldu. Aynı iftarın son konuşmacısı Adalet eski bakanı İsmail
Müftüoğlu Bey’in konuşmasında 1969’un yedi’lerinden biri olarak tecrübelilerin tavsiyesinin alınmasını hatırlatan şu târihi olay şöyleydi: Sultan 2. Murad 2. Kosova savaşı sonunda harp sahasını gezdiğinde düşman ordusunun ölmüş askerlerinin daha bıyıkları çıkmamış, sakallarının kıl ile tüy arasında bir kıvamda olduğunu gördüğünde, yanındaki Azep Paşa’ya sorar: “Paşa bunların içinde hiç saçı sakalı ağarmış kimse yok. Ne dersin? Dediğinde: Paşa da; Efendimiz, onlar olsaydı bunlar böyle mi olurdu?” Cevabını verir. Çok güzel bir mekânda verdiği iftarla herkesin takdirini kazanan tertip heyetini acizâne ben de takdir ve tebriğe şâyan buldum. Bu yazı bir Nevval Kavcar yazısı olup, önemli bulduğum bu araştırmacı hanım vatansever yaklaşımıyla tanınmıştır. Târihe geçmiş vak’aların dikkatliler tarafından gözlemlenmiş işaret fişeği şeklinde küçük görünen fakat büyük adım sayılacak vak’a doğurmaktır. Aşağıda adı geçen kişi ileri yıllarda ülkemizi ve bizleri meşgul edecek tedhişi başlatmış kişi olarak karşımıza çıkarsa şaşırmayalım. Türkiye’nin 1918’ler sonrasında karşılaştığı Pontus dâvasını ateşliyecek eğilim, Sümela manastırı olayı ihdas olunarak belki de servise sokulmuştur. Tesadüfe bakınız aynı gün Adalar ilçesinde Rum azınlık temsilcileri hükümetin başı ve yardımcısı ile görüşürken, kendini Fener Patrikliğinin fevkinde bir makamda görme arzusunda olan papaz da, Ruhban okulunun açılmasını elde etmeye dönük çalışmaların son rötuşlerini izaha çalışıyordu. Türkiye Cumhuriyeti bir dileği azınlık heyet ve patrikten nezaket içinde dinlerken, Trabzon’da Sümela Manastırındaki Yunan marşı neyin nesi oluyordu? Ülkemizde kamusal alana kadınımızın yüce terbiyesinin fânusu olan başörtüsü ile girmesi mümkün değilken, bir mabedde bir avuç küstah Rum’un marşını terennüm etmesine müsaade etmek neyin nesidir? Ajans5 habere yazdığımız yazıda Sakız adası bize çok yakın, verin onu bize demenin vaktinin yaklaştığını hissetmemdendir. İvan Savvidis adlı şahıs Rusya’da emekli parlamento üyesidir ve 50 yaşlarında tescilli bir pontus militanıdır; bu son olaydan 3 gün önce yani 12 Ağustos'ta Yunanistan kilisesi tarafından ‘pontusçuluğa katkı ve hizmetlerinden’ dolayı altın madalya verilmiştir. Videoda onun yanındaki beyaz gömlekli şahıs ise Selanik valisi olduğunu ileri sürerek “Pontus” asıllı olduğunu iddia etmiştir.
Bu yasadışı ve korsan âyin girişimine MÜZE'nin vatansever müdürü NİLGÜN YILMAZER hanımefendi engel olmak ister ve T.C. yasalarını hatırlatır. Rum şirretliği durmaz, Türk yetkilisiyle alay ederler, onun uyarılarını gene âyin şarkıları ve ayrıca alkışlarla boğmak isterler.
6/7 Eylül/1955 olaylarının üzerinden 54 sene geçmiş bulunuyor. Olayların yaşandığı zaman dilimini, bugün içinde yaşadığımız zaman diliminde yorumlasanız, dün e-postama gelen ve Cem adlı birinin ifadesi gibi mi yazardınız? Bilmem. Fakat ben asla öyle yazamayacağım. Bunu nasıl yazardım demiyorum. Yazıyorum ve sizlere sunuyorum:
Bu yazı son derece hakikatten uzak bir yazıdır. Bu şerefli milletin mâzisinde ve atisinde maksatlı insanların ortaya yuvarladığı yavelerden ibarettir. Bu yazı sahibinin o günlerdeki yaşı nedir bilmiyorum amma eğer aklı erecek bir yaşta olsaydı o yağma, talan ve vatanperverlik duygularıyla dolu o günün insanlarına bu yazı da yer alan iftiraları yapmazdı. O dönemlerde bu milletin komünizmle bile damgalanmış insanlarının, Yunan işgalinin ülkemizdeki bırakmış olduğu facialardan da feci anılar, elbette bir Yunan aleyhtarlığı taşıyordu. Fakat azınlık denilen hiçbir mensubin, yâni ne musevi, ne hristiyan asla Lozan'da altına imza attığımız azınlık haklarını, ne devletimiz ne de milletimiz çiğnememiştir. Hele dindar ve mütedeyyin insanlar gayrimüslimlere karşı daha anlayışlı ve onların asla haklarına halel getirmemek gerektiğini anlatırlardı ve onlar bize emanet, haklarını asla yememeliyiz, mallarına, ırzlarına, dinlerine geleneklerine hakaret etmemeliyiz. Eğer haksızlık yaparsak, bize güvenip bu ülkede yaşamaya devam edenlere zulm etmiş oluruz. O insanlar yanlarında çalıştırdıkları insanlara pek iyi muamele de ettiklerinden dolayı onlarla çalışanlar da pek memnundu. Şu da bir hakikatdir ki, henüz 32 yıllık cumhuriyetin bânisi olan M.Kemal Atatürk'e olan ihtiram, bugünle mukayese edilemeyecek derecede yüksekti. Selanik'teki evine bomba atıldı haberi, Mithad Perin'lerin Ekspres gazetesinde öğleden sonra 2. baskısında yer aldığında adetâ bütün istanbul'u bir öfke dalgası kapladıydı. Son derece amatör insanların samimi tepkileriydi. Yağmacılık bölümü mahdut sayıda kişilerin birkaç yerde yaptıklarıdır ki bunlar da hırsızlık sanatının müseccelleriydi. Hürriyet gazetesinin bu ülkeye en büyük hizmeti, Rumların, 1948'den itibaren Kıbrıs'ta yaşayan dindaş ve soydaşımıza uyguladıkları gayri insani ve vijdani tatbikatı haber yapmasıdır. O haberler olmasaydı belki millet de aynı Lozan'da, 12 Ada ve Kıbrıs diye bir iddiamız yoktur ifadesiyle avunmaya devam edebilirdi. Ne var ki; zararları devletçe tazmin edilen gayrimüslim esnaf, sermayesinin çok üzerinde zarar bildirimi yaparak devletten aldığı tazminat onları karun ederken, devletin üç sene sonra 280 krş. olan doları 900 krş.’a çıkaran meşhur 1958 devalüasyonunu getirmiştir ki, bu devalüasyon da 1960/ 27/Mayıs ihtilalinin bir numaralı tetikleyicisidir. Yine de söylemeden geçmeyelim ki, azınlığın, Osmanlı döneminden kalma azınlığa mensup işyerleri sahiplerini, Müslüman esnaf tarafından korunmaya alınmış, çoğunun iş yeri kefil olunduğundan, arbededen zarar görmemiştir. Rivayet olunur ki Milli futbolcumuz Lefter Küçükandonyadis, Büyükada’da evinin önüne gelenlere Milli formayı giyerek çıkmış ve alkışlarla takdir edilmiştir. Yine enterasan bir vak’a şudur ki: Ünlü Türk musikisi sanatçısı Necmi Rıza Ahıskan merhum’un İstiklal Caddesi üzerinde bir kumaşçı(manifatura) dükkânı vardı. Dükkânın isminden sahibini gayrimüslime ait zannedenler saldırıya geçtiğinde Necmi Rıza Bey dükkânın önüne attığı sandalyesinin üzerine çıkıp, o güzel sesiyle Vesiletün Necatı yâni Mevlid-i Şerifi okumaya başlamış ve taarruzu durdurmuş, ancak kafileler geldikçe mevlid-i terennümden sesi kısılmağa başladığında, oradan geçmekte olan Tanburi Nejdet Beyi yedek subay teğmen üniformasını lâbis(giymiş)olduğundan, biraz dükkanın önünde durmasını rica etmiş ve sesini dinlendirme çâresini böyle bulmuştur. Fiemanillah

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Metin Hasırcı Arşivi