Seyit Mehmet Şen

Seyit Mehmet Şen

Demokrasi çerçevesinde Kürt açılımı (9)

Demokrasi çerçevesinde Kürt açılımı (9)

Hükmetmek kolay öğrenilir, yönetmek güçtür./ Goethe
İnsan özgür doğdu ve her yerde zincirlere vurulu yaşıyor./ J.J.Rousseau
Dostu severim, ama düşmanı da; dost gücümü, düşman ödevimi gösterir./ Schiller
İnsanların ellerinden her şeylerini almadığınız sürece üzerlerinde etkili olabilirsiniz. Bir insanın her şeyini çaldığınız an, sizin etki alanınızdan çıkar. O artık yine özgür olmuştur./ Alexander Soljenistin
Küçük düşmanı hakir görmek, azıcık ateşi ihmal etmeye benzer. Ateşi bugün söndürmek mümkünken söndür, çünkü bir kere parlarsa cihanı yakar. Düşmanı ok ile öldürmek mümkünken öldür, ona yayını kurma zamanı bırakma./ Sadi Şirazi

1.
Sakın ola bilmezlikle kavimle milleti karıştırmayalım.
Daha doğrusu kasten kavimle milleti karıştırmayalım.
Dil alışkanlığıyla Türk milleti, Kürt milleti desek de; bunun aslının yani doğrusunun Türk kavmi, Kürt kavmi olduğunu bilelim.
Bilelim ki Türk’ler ve Kürt’ler tek milletin yani İslam milletinin çerçevesinde ya da çatısı altında yer almış olan kavimlerdir. Tıpkı Arap’ların da, Fars’ların da, Müslüman Çinlilerin de, Müslüman Hintlilerin de İslam milletinin dilleri, renkleri, coğrafyaları, kültürleri, gelenekleri birbirinden çok farklı kavimleri oldukları gibi..
Ve hıristiyanından yahudisine, hindusundan budistine, ateistinden şamanistine, ateşe tapanından şeytana tapanına kadar hepsinin de bir tek millet, küfür milleti oldukları gibi...
Kur’an’ın bu konudaki söylemi, her zaman olduğu gibi, ne kadar da nettir:
“Küfür tek millettir.”
Evet İslam da tek millet...
Fakat bu ilahi gerçeği ne “ne mutlu türkler”, ne “ne mutlu kürtler”, ne sığır çobanlarının kurdurduğu ve finanse ettiği PKK militanları, ne de onun sözcüsü konumundaki siyasi kuruluşun kaptan köşkünde oturanları yani sumo güreşçisi görünümünde ortalıkta dolaşanları da dahil olmak üzere yönetim kademesinde görev alanları kesinlikle bilmezler. Üstelik kendi açılarından işin daha da kötü olan tarafı ise bilmediklerini de bilmez oluşlarıdır. Çünkü bu cahil-i cühela güruh dinden, diyanetten, islamdan, imandan, Kur’an’dan ve sünnetten düşünce ve yaşayış olarak fersah fersah uzaktırlar.
Bu nedenle sanırlar ki Türk’ler ayrı bir millet, Kürt’ler ise apayrı bir millettir. Dolayısiyle bu iki ayrı milleti birbirinden kolayca koparmak mümkündür. Böylece Ortadoğu’da doymaz bir iştaha, bitmez tükenmez emellere sahip olan sığır çobanlarının yani cowboyların ve onların güdümünde ya da paralelinde yer alan batılı devletlerin önünde dimdik duracak olan bir Türkiye Cumhuriyeti Devletinin gücü olabildiğince kırılmış olacaktır.
Hesapları işte budur ve düşünce olarak oldukça basittir.

2.
Fakat son günlerde şahit olunan gelişmeler göstermiştir ki, ne cowboyların ne de onun güdümünde ve paralelinde olanların bu güzel ülke ve Ortadoğu üzerine yaptıkları hesaplar kitaplar tutmamıştır. Eğer öyle olmasaydı yıllardır bağırlarına bastıkları, ülkelerinde mal mülk edinmelerine yardımcı oldukları, istihbarat birimleriyle destekledikleri, uzak doğudan uzak batıya uyuşturucu başta olmak kaydıyla her türlü kaçakçılığı ve akla gelen her cinsten kirli/pis işi yapmalarına, böylece güçlenip palazlanmalarına göz yumdukları PKK’nın üst kademe yöneticilerini el aleme rezil edecek şekilde uyuşturucu kaçakçısı olarak bütün dünyaya duyururlar mıydı?
Bu olanları PKK’nın ve onun sözcüsü konumundaki siyasilerin düşünmesi ve alınacak haklarının kavgasını, hukuk çerçevesinde, bu milletin ana unsuruna kin ve nefret yüklü söylemler göndermeden yapmaları gerekir.
Bir başka deyişle hak arama ile amiyane tabirle “sumo güreşçisi görünümünde” babalanmayı birbirine karıştırmamalıdırlar. Eğer kimseyi incitmeden, kimseye yumruk sallamadan, bu milletin gözüne sokar gibi parmaklarıyla zafer işareti yapmadan (hangi zaferse ve kime karşı kazanılmışsa) hukuk çerçevesinde, “ne mutlu türklerin” başı çekmesiyle gasbedilen haklarını almanın kavgasını verecek olurlarsa, bu ülkenin inanan ve İslam’ı bilen bütün aydınları ile hangi siyasi yelpazeden olurlarsa olsunlar demokrasiyi içlerine sindirmiş en soldan en sağa bütün entellektüelleri kendilerine sonuna kadar yardımcı olacaklardır.
Bu arada mutlaka söylemek durumundayım ki, İslam’a inanan ve inandığı gibi yaşayan Kürt kardeşlerimiz gaspedilen haklarını almanın kavgasını verirlerken, kendilerinin sözcüsü konumundakilerin günlük yaşayışlarını yani 24 saatlerini, bu arada insani ilişkilerini ve davranış biçimlerini mutlaka mercek altına almalı ve gözden geçirmelidirler. Kesinlikle bilmelidirler ki kem sözlülerle, kem özlülerle, kem gözlülerle ve kem yüzlülerle bir yerlere varamayacaklardır. Bunun içindir ki O Güzel Nebi(sav) değişik ülkelere gönderdiği bütün elçilerini güzel yüzlü, güzel sözlü, güzel özlü kişilerden seçmiştir.
Halık-ı Zülcelal’in O Güzel Nebi’ye bu konudaki hitabı ise mealen şöyledir:
“Eğer sen kaba ve katı yürekli olsaydın, çevrende kimseyi bulamazdın.”
Firavun’a gönderdiği Musa(as) ve Harun(as)’a tembihi ise ne kadar da manidardır:
“Ona karşı yumuşak konuşun; ola ki iman eder.”
Atalarımız ne de güzel söylemişler:
“Tatlı dil, yılanı deliğinden çıkarır.”
Söz buraya gelmişken Yunus’tan bir şeyler demeden olur mu?
Ne diyor O Güzel İnsan:
“Söz ola kese savaşı
Söz ola kestire başı
Söz ola ağulu aşı
Yağ ile bal ede bir söz”
Ve insanımız asırların kendisine kazandırdığı irfanla bu konudaki o enfes sözünü söyler:
“Kem söz sahibine aittir”.
Ve bu milletin gözüne sokar gibi parmaklarıyla zafer işareti yapan sumo güreşçisi kılıklı kadına bakarak sözlerini şöyle tamamlar:
“Kem âlât ile kemâlât olmaz”.
Tasavvuf erbabının bu konudaki sözü ise ciltler dolusu şerh yazmayı gerektirecek kadar geniş kapsamlı ve derindir:
“Vüsulsüzlük yani vasıl olamayış, hedefe varamayış, gayeye ulaşamayış, amacı elde edemeyiş usulsüzlüktendir.”
Yani usul bilmeyişten, ya da yanlış usul/metod/yöntem kullanıştan...
Bir başka deyişle yanlış yol insanı hedefe götürmez ve eskilerin ifadesiyle menzil-i maksuda kesinlikle ulaştırmaz. Eğer hedefe varılmak isteniyorsa illa da yol düzgün, yön ise doğru olacaktır. Fakat Kürd’üyle Türk’üyle bu milletin (İslam milleti) değerlerine, örfüne, adetine, camisine- mescidine, namazına-niyazına, orucuna-zekatına, haccına- umresine uzak olanlar birçok şeyi bilmedikleri gibi bunu da bilmezler.
Bilmedikleri birçok şeyin arasında çok önemli bir şey daha vardır ki, o da hedefe varmak için sadece yolun düzgün, yönün ise doğru olmasının yeterli olmayacağıdır. Seçilen vasıta/araç mutlaka sağlam, şoför/kaptan/yönetici ise mutlaka usta/ehil olacaktır. Bilinen çok acı bir gerçektir ki, en sağlam araçlar bile acemi ya da hırsları akıllarının önünde olan bıçkın sürücülerin yönetiminde uçuruma yuvarlanırlar da, onların parçalarını o sapasağlam vasıtaların içinden çıkarmak için güçlü kesiciler kullanmak gerekir...
Evet bir ideolojinin, bir siyasi hareketin ya da haklı bir davanın sözcülüğünü üstlenenler içlerinden çıktıkları, kendilerine yol ve yön gösterdikleri halkları gibi olacaklar, onlar gibi inanacaklar, eğer onlar gibi yaşayamıyorlarsa bile en azından onların inançlarına ve yaşama biçimlerine saygılı davranacaklardır. Bu arada kesinlikle başkalarının borazanı olmayacaklar ve davranış biçimleri başkalarına benzemeyecektir. Kullandıkları terminoloji, içinden çıktıkları ve sözcülüğünü yapmaya çalıştıkları halkın hislerine tercüman olacaktır...
Böyle olmazlarsa neler olur mu diyorsunuz?
Bunu da özellikle ve özellikle yaşamasalar bile İslamı din, Hz. Muhammed’i peygamber olarak kabul eden, PKK’nın ve onun siyasi sözcülüğünü yapanlara muhabbet duyan Kürtler düşünmelidirler. Çünkü bu konudaki en büyük sorumluluk onlara düşmektedir. Kürt oluşları dışında (ne kadar kürt oldukları ise namertçe öldürdükleri çocuklardan, kadınlardan, öğretmenlerden ve imamlardan belli) kendilerine hiç bir yönleriyle benzemeyen kişilerin peşinden gittikleri ya da onlara sempati gösterme ve muhabbet duyma gafletinde bulundukları için...
Şunu unutmayalım:
Namaz da kılsak, oruç da tutsak, zekat da versek, hacca da gitsek ve insanların hayırlısı olabilmek niyetiyle elimizden geldiğince her konuda insanlara faydalı da olsak; eğer Allah düşmanlarına muhabbet besliyorsak yolumuzun bizi götüreceği yer Haviye’den başkası olmayacaktır.
Bilelim ki Allah katında en büyük ibadet “Allah için sevmek ve yine Allah için buğuz etmektir”.
Eskilerin deyimiyle “hubb-u lillah, buğz-u fillah”...
Nitekim kendisine bir kâfirin öldüğü bildirilen Allah dostu bir güzel insan bu çerçevede mealen şöyle diyor:
“Allah katında yaptığım hiç bir ibadete güvenmiyorum. Sadece Allah için kâfire olan buğzuma güveniyorum...”
Bu konuda her mümin kendine bakmalı ve gönlünü mutlaka gözden geçirmelidir...
Orada neler ve kimler vardır...?
Sevdiklerini Allah için mi seviyor...?
Buğuz ettiklerine Allah için mi buğuz ediyor...?
Daha açığı sevgisinde ve buğuzunda kavmiyetçiliğin payı var mıdır...?
Ve tarih boyu değişik coğrafyalarda yapılan kavmiyetçilik kimi ya da kimleri felaha erdirmiştir...?
Kimilerinin sandığı gibi yasak olan kavmiyetçilik sadece Türk kavmiyetçiliği midir...?
Doğunun ve güneydoğunun en eski medreselerinde okudukları halde kavmiyetçilik yapan ilim irfan sahibi kürt kardeşlerimiz bunu iyi düşünmelidirler...
Yoksa bu hususta, yani türklere yasak olan kavmiyetçiliğin kürtlere serbest olduğu konusunda kendilerine verilmiş beratları mı vardır...?
Doğunun ve Güneydoğunun ilim yuvası medreselerinde yetişmiş olduğu halde 24 saatlik bir zaman diliminin hiçbir saatinde kendileri gibi yaşamayan kişilerin peşinden giden ve onlara muhabbet besleyen irfan sahibi kürt kardeşlerimiz bu soruların cevabını kendi içlerinde verdikten sonra, “kişi sevdiğiyle beraber haşrolacak” islami gerçeğini bir kere daha düşünmelidirler...
Acaba cowboyların uşaklığına soyunan PKK militanlarının ve onun sözcüsü konumundaki sözüm ona siyasi kuruluşun yönetim kademesinde yer alanların hangisiyle haşrolmak isterler...?
Tercih kendilerinindir...




Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Seyit Mehmet Şen Arşivi