Erbakan'ı anlamak ve 29 Mart sendromu!

Erbakan'ı anlamak ve 29 Mart sendromu!

Yerel seçim sürecinin adeta bir strateji savaşına dönüşeceğini kimse tahmin edemezdi sanırım. Bundan önce Türkiye'miz, sayısız yerel, genel ve ara seçim gördü. Özellikle de darbe dönemlerinin ardından sivilleşme ve sosyalleşme adına gerçekleştirilen seçimler ve bu seçimlere götüren süreçler hep gözde olmuştur.

12 Eylül darbe kalıntıları, 28 Şubat ve sonrasında yaşanan kaos-ekonomik kriz ortamı, ara rejim bunalımları, kukla hükümetler, kukla yöneticiler, AK Parti'nin kurulması, 2002 seçimleri ve Türkiye'nin başrol oynadığı yeni serüven.

Neredeyse 7 yıl geçti. Bütün ayrıntılarıyla iliklerimize kadar hissettiğimiz 28 Şubat süreci, devamındaki buhranlar ve AK Parti iktidarında geçen 6 buçuk yıl.

Türkiye, bu süreçte temel hak ve özgürlükler noktasında çıkış aradı hep.

Aslını söylemek gerekirse Türkiye bu çıkışı 'Milli Şef' döneminden beri arıyordu ama ilk kez bu kadar güçlü, bu kadar gür sesle isteniyordu.

Bunun adı, darbe kırıntılarının tamamından arındırılmış, toplumun bütün kesimlerini kucaklayan sivil bir anayasaydı.

Her şey normal aslında. Halkın taleplerini, yine halkın temsilcileri olan milletvekilleri yerine getirecekti. Türkiye Cumhuriyeti üniversitelerinin yetiştirdiği değerli akademisyenler oturup taslaklar oluşturacak, sivil toplum bütün tecrübesini katarak bu süreci destekleyecek, sivilleşmenin en büyük ayağı olan siyasi partiler tabandan gelen talepler doğrultusunda eksikleri tespit edecek ve bu noktada önerilerde bulunarak görevini yerine getirmiş olacak.

Son iki yıl yaşadıklarımız, yaşananlar, senaryolar, dökülen kanlar, ortaya çıkan derin ve karanlık yapılanmalar, derin ve uluslararası bağlantılı çeteler, devletin bütün kademelerine sinmiş karanlık yapılanmalar vesaire...

Bütün bunlar, askeri vesayet altındaki bir rejimin, bir ülkenin henüz kendisini aşmaya hazır olmadığını gösterdi bize. Türkiye'nin sivilleşmesini istemeyen, askeri vesayetin sürmesinden yana olan, darbe heveslisi postal kafalıların devletin üst kademelerinde, kilit noktalarında nasıl yuvalandıklarını, yeri geldiğinde basını, yeri geldiğinde yargıyı, yeri geldiğinde üniversiteleri ve yeri geldiğinde TSK'yi nasıl harekete geçirdiklerini gördük.

Demek ki, sivilleşmeyi istemek o kadar da kolay değil.

Bunları kafamda tasarlarken, 22 Temmuz 2007 seçimleri öncesinde Prof. Dr. Necmettin Erbakan'ın ESAM konferansları aklıma geldi. O konferansların tamamı küçük birer kitapçık haline getirildi. Zira o konferanslarda anlatılanlar, içinde bulunduğumuz buhranlı sürecin kaynağını ve devamını çok iyi özetliyordu.

Siyasi eleştirileri bir kenara bırakırsak -ki bunda bile üzerinde çok düşünülmesi gereken taraflar var- Prof. Dr. Erbakan'ın tespitleri, oynanan senaryoların bir bir nasıl sahnelendiğini göstermesi açısından çok önemli.

Türkiye gibi bir ülke, “insanlık tarihinin ve insanlık düşmanları”nın önündeki en büyük engellerden biri olarak görülüyor. Dolayısıyla Türkiye'nin güçlü olması, kendi coğrafyasında lider olması, dünya barışına katkı sağlaması, İslam ülkeleri arasındaki birlik ve beraberliğe öncülük etmesi ve bu yolla dünya liderliğine oynaması bütün bu sinsi planların, Siyonizm kokan senaryoların temel kaynağını oluşturuyor.

Erbakan Hoca'nın, 28 Şubat öncesinde yapmak istediği ve bir nebze de olsa yaklaştığı bu hedef, AK Parti iktidarı döneminde farklı açılımlarla sürdürüldü kanaatindeyim.

Gerçi şimdi birilerinin hemen 'işbirlikçi, toprak satıcısı, devletin kurumlarını peşkeş çeken, mayınlı arazileri falana kiralayan' türünden ayağı yere sağlam basmayan, sözde ulusalcı kesimlerin hediyesi olan klasik eleştirileri olacak ama Erbakan Hoca'yı bu açıdan anlamanın ve onun başlattığı hamlelerin farklı yollarla sürdürülmesi büyük önem taşıyor.

28 Şubat post modern darbesi ile ilgili olarak her geçen gün yeni yeni gerçekler bir bir ortaya çıkarken görüyoruz ki bu büyük bir operasyon ve bu operasyonun dümeni dışarıda piyonları içeride.

Gerek asker, gerekse sivil bazı kurum ve kuruluşların, bu kurum ve kuruluşların kilit noktalarındaki bazı önemli isimlerin bu derin organizasyonun içinde olması, bu organizasyonu fark eden Erbakan Hoca'nın, tarihte görülmemiş bir saldırıyla iktidardan indirilmesi, çevresindekilerin bin bir türlü komplo ile dağıtılması ve 'topyekûn savaş' sürecini iyi okuyabilirsek, Cumhurbaşkanlığı, 22 Temmuz seçimi ve sonrasını da iyi analiz edebiliriz.

Elbette ki siyasi partiler kendi aralarında bir rekabete girişeceklerdir. Müslümanlar için bu süreç bıçak sırtı bir süreç olacaktır. Eleştiriler kimi zaman dozunu aşacak, incitici olacaktır ama ben hepsinin ötesinde Hoca'nın şahsında yaşanan sürecin iyi okunmasını öneriyorum.

29 Mart seçimleri işte bu yüzden stratejik olarak nitelendiriliyor. Bu nedenle birileri 29 Mart'ı bir yerel seçimden öte bir savaş olarak görüyor.

Herkes silahını çekmiş acımasızca yükleniyor rakibine.

Hiç mi ders almayacağız, hala mı insanlarımız oynanan oyunun farkında değil. Bizi oyaladıkları konulara bir bakın hangisinin ayağı yere sağlam basıyor. Çarşaf açılımı mı, Kur'an Kursu açılımı mı, sahte dosyalar mı, kırmızı klasörler mi, biz bu oyunu daha önce görmedik mi, Erbakan Hoca Başbakanken, aynı manşetleri atmadılar mı, benzer sahtekarlıklar yapmadılar mı, hedef göstermediler mi Müslümanları, kendilerine kurbanlar seçmediler mi, bunun için pavyonlardan topladıklarını kullanmadılar mı, onların pisliklerini günlerce gözümüzün içine sokarcasına izletmediler mi?

Daha ne istiyoruz öyleyse, hangi biri gerçek çıktı, hangisi doğruydu.

Andıçlar, fişlemeler, skandallar, ses kayıtları, vesaire vesaire...

Şimdi durum farklı, şimdi bugünün şartları ve bugünün imkânlarıyla ama Necmettin Erbakan'ın bakışıyla bakabilirsek sanırım dünyaya unutulmaz bir ders vermek için büyük bir fırsat yakalamış olacağız.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi