DTP'nin tehdit telefonları!

DTP'nin tehdit telefonları!

Hizmet, bir yere kadar

Yerel seçim sonuçları, öyle görünüyor ki "hizmet siyaseti" ile "kimlik siyaseti" arasındaki tercihlere dair önemli derslere kaynaklık edecek. Sonuçların başbakan Erdoğan'da uyandırdığı ilk etkinin kendi "hizmet" tercihi dolayısıyla bir hayal kırıklığı olmasından şaşılacak bir şey yok. Kendi partisi "hizmet" kavramına neredeyse bir tür kutsallık atfederek, her türlü siyasal veya ideolojik kimliğe karşı bir mesafeyle bizatihi parti kimliğinin yerine geçmiş durumda.

Aslında AK Parti'nin kendini neredeyse "kimlikler ötesi" bir konumda görmesi, yine bir şey değil de, siyasal alanda kimlikle ilgili her türlü argümanın meşruiyetini sorunlu hale getirecek bir söylem tutturmaya çalışması daha ciddi bir sorun haline geliyordu. İşin doğrusu neredeyse salt "hizmet"le özdeşleşen bu tanım kendi gerçeğine de pek uymuyordu. Başkalarını kimlik siyaseti yapmakla suçlarken, aslında kurulur kurulmaz girdiği ilk seçimden itibaren AKP'ye yönelen halk teveccühünün, ne kadar gizlemeye çalışırsa çalışsın, kendisine bir şekilde yapışmış bulunan kimliğe yönelik olduğunu bilmemesi düşünülemez.

Öncelikle belirtmek gerekiyor ki, hizmet kavramına yapılan aşırı vurgu siyasetin bütün alanını tüketecek bir doza ulaştığında bizzat siyasetin aleyhine işlemeye başlıyor. Hâlbuki sadece hizmet için siyaset yapmaya gerek de yoktur. Siyaset yapmayan teknokrat bir yönetim, hizmet etmenin en teknik-bilimsel, en evrensel standartlarını bulup halka ulaştırabilir. Bunun için siyasetçiye fazla gerek de yoktur. AK Partiye verilen oyların sadece hizmete verilmiş bir cevap olduğunu düşünmek siyasetin gerçek zeminine karşı en iyi ihtimalle fazla naif duygular beslemek anlamına geliyor.

Buradan itibaren söyleyeceklerimize, aslında herkesin gördüğü şu gerçeği de teslim etmek üzere bir ara vererek devam edelim. AK Parti seçimi kaybetmiş değil. Aksine eğer rakamların azıcık bir önemi varsa, yan yana konulduğunda ezici bir çoğunlukla kazanmış olduğu da çok açık. Ortaya çıkan bu açık duruma rağmen AK Parti'ye sanki yenilmiş gibi muamele yapılabiliyor olması apayrı değerlendirmeleri hak ediyor. Muhtemelen belli zeminlerdeki değerlendirmelerde CHP'nin bir oyu AKP'nin iki oyu gibi sayılıyor ki, böyle bir hava esebiliyor.

Bunu geçelim.

AK Parti'nin güttüğü hizmet siyasetinden gereken karşılığı almamış olduğuna dair sitemkâr tavrı, bence ilk elde yüzleşmesi gereken bir tavırdır. Artık iyice anlaşılmış olmalı ki, hizmet, siyasette önemli olsa da her şey değildir. Hizmetin nasıl bir zarf içinde sunulduğu bazen çok daha önemli olabildiği gibi, hizmetin "halka rağmen halk için sunulmaması" da çok önemlidir. Örneğin Antalya'da sunulan hizmetin, kalitesi ve büyüklüğüne mukabil, halkla doğru dürüst bir diyalogla kararlaştırılmamış olması üzerinde hiç durulmuyor.

Son zamanlarda şehir planlama, kentsel dönüşüm siyasetlerine yön veren garip bir anlayış var ki, bu siyasetler çok ezbere yürütülüyor. Bir planlama zihniyetiyle şehir baştan aşağıya düzenlendiğinde bunun her halükarda iyi bir şey olacağı ve takdir alacağı sanılıyor. Oysa belki halka sorulduğunda halkın istek ve iradesine hiç de muvafık olmayabilir bu hizmetler. Belediyelerin, hizmetlerini yaparken demokratik usulleri ihmal ederek önceden belirlenmiş bir standart planlama zihniyetine göre hareket etmeleri, tam da bu türden tepkilere yol açabiliyor.

Ayrıca yine belirtmek gerekiyor ki, halkın hizmete hiçbir olumlu karşılık vermemiş olduğu da doğru değildir. AKP'nin bu seçimlerden yenik değil aksine galip çıkmış olduğu tekrar hatırlanacak olursa, bu galibiyette hizmetin önemli bir payının olduğu da hatırlanır. Kaybedilen yerlere bakıldığında bile orada hizmetin ya "halka rağmen yapılan" türden sorunları olduğu veya gerçekten de hizmetin gitmemiş ve çok kalitesiz olmasının çok önemli bir etkisi olduğu görülür.

Güneydoğu'da, bilhassa Van ve Siirt'te, hizmetin çok kalitesiz olduğunu bilmeyen yoktu ve bunun halkta ciddi bir hoşnutsuzluk yapıyor olduğu çok önceden belliydi. Üstüne üstlük oralarda aday tercihlerinde yapılan ve halkın nabzını hiç hesaba katmayan hatalar bu sonucu önceden haber veriyordu. Siirt'te aday adayı bile olmayan biri, son gün milletvekillerinin ısrarıyla aday yapılmış ve bu ilk baştan itibaren halkta büyük bir infial oluşturmuştu.

Diyarbakır'ın alınması gereken bir kale olarak nitelendiği siyasete, başından beri bu sütunda birçok gerekçeyle karşı çıktım. Birincisi, özellikle bütün belediyelerin AK Parti tarafından alınması yönünde sergilenen hırsın sağlıklı olmadığı çok açıktı. Tek partiden başka hiç kimseye hiçbir soluklanma alanı bırakılmaması ülkenin kaynaklarının adil dağılımı açısından sağlıklı bir sonuç olamazdı. İkincisi, özellikle karşı tarafı "kimlik siyaseti" yapmakla da suçlayan bu tarz bir yüklenmenin karşı taraf açısından çok daha koyu bir "kimlik vurgusu" olarak anlaşılacağı çok açıktı. Kimlik siyasetine karşı bu kadar aşırı vurgu, öyle bir niyeti olmasa da kaçınılmaz olarak "inkar siyaseti"ne eklemlenmek durumunda kaldı. "inkar siyasetinin" bir ajanı gibi görünen hizmetinse Diyarbakır'da kazanma şansı olamayacağı çok.

DTP'nin aldığı oyların önemli bir kısmında arkasına almış olduğu örgütün tehdit ve tedhişinin bir payını her şeye rağmen kimse görmezden gelmesin. Özellikle Batman ve Diyarbakır'da seçim günü bana gelen sayısız telefon, örgütün ev ev çalışarak insanlar üzerinde yoğun bir baskı uyguladığını ve seçimlerin hiç de sağlıklı bir ortamda yapılmadığını haber veriyordu. Bu AKP'nin oylarının düşmesinin bir mazereti değildir, ama bölgede DTP'nin PKK ile açık işbirliğinin yarattığı "mahalle baskısı", ne yazık ki, her türlü faşizm tasvirine uygun bir biçimde çalışıyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi