Hindistan'dan bakınca

Hindistan'dan bakınca

HAYDARABAD. Başörtüsü, laiklik, YöK mevzularında ağır bir sağırlar diyalogunun tırmandığı bir ortamdan yolum bir düğün dolayısıyla Hindistan'a düştü. Hindistan'dan Türkiye'ye bakıldığında Türkiye'de yaşanan tartışmalar çok daha farklı görünüyor tabi.

Hint Müslümanları açısından Türkiye'nin ayrı bir önemi, güçlü bir sevgisi olduğunu biliyorduk, yakından ve bütün gerçekliğiyle müşahede ettik. Türkiye, en azından karşılaştığımız Müslümanlar için bir umut ve esin kaynağı. Bu umut geçmişte zaman zaman zayıflamış olsa bile hiçbir zaman yok olmamış. Türkiye'nin kendi İslami-fıkhi normlarına aslında pek uymayan yanlarını dert etmiyorlar bile. Türkiye'nin AB'ye girmeye çalışması ve bunun öncülüğünü bilhassa Erdoğan liderliğindeki AKP'nin yapıyor olması, AB projesine bakışı bile olumluya çevirmiş. AKP tarafından yönetilen Türkiye bu açıdan Hintli Müslümanların (aslında birçok başka yerdeki Müslümanların) Batı ile olan ilişkilerini, Batı'ya olan bakışlarını yeniden yorumlamayı sağlıyor.

Türkiye'de yaşanan birçok tartışmanın genellikle Avrupa'dan veya sözümona "medeni dünya"dan nasıl göründüğünü önemsiyoruz ya… Aslında aynı tartışmaların bir de İslam dünyasının birçok bölgesinden, örneğin Hindistan'dan nasıl göründüğünü kendi kendimize bir sorabilsek, bu tartışmalarla mazlum insanların hayallerine nasıl kibrit suyu döktüğümüzü bir bilebilsek belki biraz "teenni" sahibi olabiliriz. Bu tartışmalara katılanlar bir bilse ki, dünyanın birçok yerinde epey zamandır tam bir "Türkiye efsanesi" dolaşmakta, bu efsane mazlum halklara müthiş bir moral aşılamaktadır. Oysa yine biliyoruz ki, bir çok insan için bu insanların ne çektiklerinin ne hayallerinin hiçbir önemi yok.

Hindistanlı alim Ebu'l Hasan en-Nedvi "Müslümanların gerilemesiyle dünya neler kaybetti?" sorusunu sormuştu yaklaşık kırk yıl önce. Bu soru yıllarca "İslam terakkiye mani midir?" diye sorulan ve Müslümanlarca hep savunmacı bir yaklaşımla ele alınmaya çalışılmış soruya karşılık özgüven dolu ve doğrusu işin künhünü çok daha iyi yakalayan bir soruydu. Modern zamanlarda dert edinilmesi gereken şey Müslümanların modern dünyaya niye ayak uyduramadıkları değil, aksine modernleşme süreci yaşanırken Müslümanların gerilemesinin dünyanın mazlum halklarını emperyalizme, Avrupa ülkelerinin sömürgeciliğine karşı ne kadar savunmasız bırakmış olduğuydu. Müslümanların birçoğu da "terakki" arayan yanlış sorunun peşine takıldığı için vahşi kapitalizmin dünyayı kasıp kavuran sömürgesine karşı mazlumları korumak bir yana, kendileri de maruz kalmaktan kurtulamadı.

Müslümanların gerilemesinin dünyaya nelere mal olduğu sorusunun ne kadar isabetli bir soru olduğunu galiba en iyi Hindistan'ı, biraz da tarihinin içine doğru kısa bir yolculuk yaparak gezdiğinizde daha iyi anlıyorsunuz.

Gerçekten de yüzyıllarca Hindistan'ı yönetmiş olan Müslümanların ince bir işçilikle dokumaya çalıştıkları ve bölgenin insanına hizmete ayarlanmış sosyal ve ekonomik yapı, İngilizlerin işgaliyle birlikte yıkılarak sadece İngilizlerin sömürge tezgâhını çalıştırmak üzere ayarlanmış. İngilizlerin yönetimi Hindistan için güçlü bir gelecek planlayan en ufak bir kaygının izlerini barındırmamış. İngilizlerin bütün yaptığı kendi ekonomik çıkarlarını olabilecek en kaba bir biçimde gütmek olmuş.

Bugün İslam dünyasının geriliğiyle ilgili gösterilecek en fazla görsel malzeme Hindistan sokaklarında bulunabilir. Akıl almaz kalabalık ve kaotik trafiği, insan onurunun bütün sınırlarını anlamsız hale getiren fakirlik, her tarafından kesif baharat kokularının yayıldığı, açıkta alabildiğine hijyenik olmayan ortamlarda üretilip satılan yiyecekler, kirlilik ve insanların en alttan en üst sınıfa mensup olanlarına kadar bu görüntülere karşı kayıtsız, kanıksamış tutumları tabii ki bu noktadan itibaren alındığı taktirde Müslüman dünyanın (burada Müslümanların Hindistan'ın en fazla yüzde yirmisini oluşturduğunu zikretmek bile gereksiz. Hindistan hâlen içinde en fazla Müslüman nüfusu barındıran ülkedir) geriliğinin yapısal bir sorun olduğu izlenimini yaratmaya çok müsaittir.

Oysa Hindistan'ın belki Marx'ın söylediği gibi bir altın çağı yoksa bile İngiliz emperyalizmine maruz kaldığı dönemlere kadar iyi-kötü işleyen, kendi kendine yeten bir ekonomik ve sosyal düzeni vardı.

Oysa İngilizlerin yönetimi altında veya onlardan sonra da Hindistan artık en güvendiği alanlarda bile kendine yetemez bir ülke haline gelmiştir. çünkü örneğin Hindistan'ın aile ekonomisini güçlü tutan, el tezgâhlarında üretilen meşhur kumaşları İngilizlerin kendi ürettikleri kumaşlara Pazar oluşturabilmek üzere yıkılmış. Ama yıkımın şekli bilhassa çok vahşice olmuş. İngiltere, önce Avrupa pazarını Hindistan ürünlerine kapatmış, ardından, üreticileri kaçak üretimden men etmek üzere, zanaatkârların dokumada kullandıkları parmaklarını kesmiş. İngilizler tarafından bir sürü ürün için benzer uygulamalar yapılırken ülke son derece zengin kaynaklarının ortasında bugün etkisi halen sürmekte olan bir fakirliğe mahkûm bırakılmış.

"Avrupa ilerlerken dünyanın geri kalan kısmının yerinde saymasının kültürle ilgisini" isterseniz bu kısa tarih yolculuğundan geçerek tekrar sorunuz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi