Cemal Nar

Cemal Nar

Okumayan Kitapseverler

Okumayan Kitapseverler

Bazı okumayan kitapseverler olur. Bazıları da kınarlar onları. Şahsen ben kınamam. Hatta yer yer takdir de ederim. Ne güzel, kitap alıyor ya, sevinsenize! Hem evlerine gittiğinizde gözleriniz bayram ediyor, sohbet esnasında gerek oldukça sözünüze renk ve lezzet katıyor, belge buluyorsunuz, hem de kitap almakla yayıncılara manevi destek oluyorlar. Bu sayede yazarlar da para kazanıyor, yeni eserler yazmaya teşvik görüyorlar. Okumuyorsa okumuyor, bindiğiniz dalı kesmenin ne alemi var.

Alıp da okumuyormuş! Hiç almasa daha mı iyi olurdu? Adam ne güzel katkı sağlıyor işte ilim ve irfan dünyasına. Elinden gelen bu demek ki…

Hani eskiden anlatırlardı, adam okuma yazma bilmediği halde, davasını anlatan gazeteye abone olurmuş, sırf desteklemek için. Bu da böyle biri işte, niye kınıyoruz ki?

Evet, bazı kitaplar talihsiz olabilir. “Gurbetteki Kitaplar” diye bunu yazmıştık. Ne yapalım, “kader” der geçeriz. Onun nasibi de o kadarmış. Bazen kitaplıklara bakıyoruz, yıllar geçmiş ama kenarı kesilmemiş, sayfaları açılmamış kitaplara rastlarız. Bereket son zamanlarda böyle kitap basmıyorlar da bu ayıptan hep beraber kurtulmuş oluyoruz.

Bir ayıp da şöyle, elinize bir kitap alıyorsunuz, baş sayfasında bir yabancı isim. Artık o kaçıncı sahibi ise. Koca yunus, “Mal sahibi, mülk sahibi / Hani bunun ilk sahibi?” derken ne kadar haklıymış.

Ha, şuna ben de kızarım; yazar imzalayıp vermiş, adam açıp okumadan satmış, şimdi bambaşkaların elinde. İşte bu da ayıba “tüy dikmektir.”

Bir kızdığım da kitabı alıp izbe yerlere atanlara, ilk koyduğu yerde unutanlaradır. “Bu Sistemden İslam’a” kitabından bana çok iltifat eden, her zaman yemeğe beklediklerini söyleyen, bir iki ortağı da öğrencim olan bir iş yerine beş tane bıraktım. “Siz okuyunca öğrencilere hediye edersiniz” dedim. Alırkenki suratlarında gördüğüm gölgeden pişman olmuştum ama ok yaydan çıkmıştı.

Neyse, aradan yıllar geçti, biz o kitaptan yargılandık, sonuçta 28 Şubatın azizliği ile on ay cezaya çarptırıldık. Bu arada yolumuz o iş yerinin önünden geçerken, yine davet edildik. Hoş beş esnasında gözüm gayr-i ihtiyari kitaplarımın konulduğu rafın tepesine gitti. Saydım, beş kitabım hala orda duruyordu. Belli etmemeye çalıştım, ama içtiğim çay mıydı, zehir mi, bilemedim gitti…

Bunları saymazsak eğer, kimi insan da vardır, kitabı alır, okşar, sever, ama okumaz. Olsun, bu da kültür hayatımıza bir katkıdır, ben buna kızmam, hatta takdir ederim.

Fakat bu dediğim sıradan insanlar için geçerli. Yoksa kendisini aydın diye satan, yazar diye pazarlayan okuma yazma bilmezler için değildir tabi. Öylesi soytarılara alem güler, “elle gelen düğün bayram” diyerek biz de “güleriz ağlanacak halimize!”

İşte onlardan birisi: “Yıllardır sürdürdüğü sahhaflık mesleğine hâlâ devam eden Nail Bey, bir gün ilginç, ilginç olduğu kadar da ibret verici bir olay anlattı ve dedi ki: Bir gün, bir sahaf dostumun dükkânında oturuyordum. Onun, bazı kitapların ciltlerini bir kundura boyacısına boyattığını gördüm. Manzara karşısında şaşırdım ve ne yaptığını sordum. Verdiği cevap şaşkınlığımı büsbütün artırdı. Yılların tecrübeli sahhafı İbrahim Bey şunları söyledi:

"Bu yakınlarda büyük bir tantanayla ve promosyon atağı ile yayına başlayan filan gazetenin başyazarı falan bey, haber gönderdi. Benden bir takım kitaplar istedi. Eserlerin muhtevalarının hiç önemli olmadığını, ama ciltlerinin mutlaka gösterişli olmasını, bunları çalışma odasına yerleştireceğini belirtti. Ben de bu gördüğün içi boş eserleri ona göndermek üzere boyatıp cilalatıyorum!"

Metreyle kitap alanların olduğunu zaman zaman duymuştum ama, bir başyazarın sırf gösteriş olsun diye ciltleri boyattırdığını hiç işitmemiştim. Türk okuyucusu böyle başyazarların karalamalarını "köşe yazısı", "günün yorumu" adı altında okuduğu için muhakkak ki büyük bir talihsizlikle karşı karşıya kalıyor.

Bunları anlatan Dursun Gürlek beyin dediğine göre bu başyazar (!) halen ahkâm kesmeye devam ediyormuş.( Dursun Gürlek, Çınaraltı Kitap Sohbetleri, s. 90.)


Önceki ve Sonraki Yazılar
Cemal Nar Arşivi