Tütünün makus tarihi!
Sigara içen ihtiyarlamaz. Neden? Çünkü erken ölür! Bu halk sözüne Ehlikeyfin Kitabı’nda rastladım (Kitabevi yayını, 2004)
Tütünün altın devri 20. Yüzyıl olmalı. Amerikan yerlilerinin bu tören içeceğini, beyaz adam müthiş bir ekonomik metaya çevirmeyi başardı. Kendi halkının olduğu kadar bütün dünyanın tiryaki olması için ne gerekiyorsa yaptı. 19. Yüzyılda tütün bütün dünyaya yayıldı. Bafra da 19. Yüzyılda dünyanın tütün yetiştirilen yerleri arasına girdi. Bu şehrin adını taşıyan sigaralar ilk ne zaman üretildi? Bunu bilmiyoruz. Bildiğimiz, “Bafra”nın bir zamanlar ünlü bir tütün markası olduğu.
Amerika, tütünü bütün dünyaya benimsetti. 20. Yüzyılda Amerikan sineması tütün alışkanlığının yayılmasında mühim rol oynadı. Film kahramanlarının tütün içme tarzları taklit edildi. Dünya tütün tiryakisi oldu. Bu maddenin zararları yavaş yavaş kafalara dank etti. Bu sefer de tersi bir süreç yaşanmaya başladı. Tütün alışkanlığı ile mücadele için 20. Yüzyılın sonunda ciddi adımlar atıldı. ABD, sonra Avrupa tütünden uzaklaşmaya başladı. Tütün içilen yerler insanlara keyif verecek durumdan çıkarıldı. Kapalı mekanlar tedricen tütünsüzleştirildi. 20. Yüzyıl böylece tütünün makus (tersine dönen) tarihinin de başlangıcı oldu.
Türkiye de çok fazla geç kalmadı bu hususta. Otobüslerde, taşıma araçlarında tütünün yasaklanması bizim gibi tütünden mutazarrır olanlar için unutulmaz bir başlangıçtır.
Yine de tütünün müthiş fiyakasının bir gün bu kadar bozulabileceği kimin aklına gelebilirdi ki?
Biz tütünün ikbal devrini gördüğümüz gibi idbar devrini de gördük! Tütüne uygulanan kısıtlama Türkiye’de de tutuyor. Ondan önce daraltılmaya başlanan tütünün ekim alanları, şimdi daha fazla kısıtlanıyor.
Bafra da meşhur bir tütün markası iken, tütünü zarureten terk etmek zorunda kalan yerlerimizden. Bereketli Bafra ovasının tütün ekme alışkanlığından sıyrılmasının kolay olmadığı tahmin edilebilir. Şehrin ekonomisini neredeyse iki yüz yıldır tütün ziraati ve ticareti belirliyor. Böyle güçlü bir üründen kolayca vazgeçmek mümkün mü?
Bafra’daki Tekel fabrikasında bir zamanlar beşbin işçi çalıştığı söyleniyor. Tek parti döneminin sonunda Bafra’nın merkez nüfusu 15 bin civarında. Halkın kısm-ı azamı tütün ziraati ile iştigal ediyor. Az miktarda buğday, mısır, arpa ve bakliyat ile kavun ve karpuz yetiştirilmekte ve hayvancılık yapılmakta imiş. Elektrik 1953’te İller Bankası’nın yaptırdığı iki dizel eletrik santralı ile gelmiş. Bir ortaokulu ile dört ilkokulu varmış…
Yılın birinci günü, Bafra ve civarını öğretmenlikten gazeteciliğe geçen Bilal Murtezaoğlu ve işadamı Bilal Şahin’le geziyoruz. Kızılırmağın tersine bir yol takip ederek, Derbend ve daha sonra Altınkaya barajını görüyoruz. Arada Kolay’a uğrayıp Neyzen Tevfik’in baba yurdunda Cuma namazını kılıyoruz. Altınkaya gerçekten muhteşem bir baraj. Derbend ise sulama amaçlı. Derbend’de kültür balıkçılığı hayli gelişmiş. Bafra, pirince yönelerek, yeni ürünler yetiştirerek, kültür balıkçılığı ve hayvancılıkla tütünün açığını kapatmaya çalışıyor. Daha sonra buluştuğumuz Belediye Başkanı Zihni Şahin’le sohbetimizin konusu bu dönüşüm oluyor.
Sığırçobanı ile İstanbul efendisi!
Son devrin komik-i şehrlerinden (ünlü komiklerinden) Cem Yılmaz’ın yeni filmi gösterime girmiş. Gitmeyi düşünüyordum, bir beyanını okudum vazgeçtim. “İstanbul beyefendisinin kovboydan ne farkı var?” demiş. Bu ifade ciddi bir tefrik sıkıntısına işaret ediyor. İstanbul beyefendisi şehirli. İstanbul efendisi, İstanbul kadısı idi. Hem din hem hukuk alimi. Yüksek kültür ve bilgi nezaket, zerafet ve letafete dönüşmüş. Alçakgönüllü ama mağrur. Kibirli değil, gururlu. “Medeni” sıfatının gerektirdiği bütün incelikleri görünür hale getirmiş. “Kovboy”un türkçesi “sığırtmaç”! Sığırtmaçla İstanbul efendisini kıyaslamak! Akla ziyan bir iş! Belki tulumbacı ile kovboy arasında benzerlik bulunabilir!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.