Meclis Başkanı, Başbakan, Adalet Bakanı’nın dikkatlerine...
Önümde “UNO Office on Drugs and Crime” tarafından hazırlanan “United Nations Convention Ageinst Corruption” raporu bulunuyor..
Şarjah Amerikan Üniversitesi’ndeki bir öğretim üyesi verdi..
Sözleşmenin Türkçe başlığı şöyle: “Yolsuzlukları ve Görev Suistimallerini Önlemeye Yönelik BM Sözleşmesi”
Sözleşme 2003 yılında yayınlanmış ve taraflara uygulama konusunda gerekli düzenlemeleri yapmaları için 2005 yılına kadar süre tanınmış.. Türkiye, 10 Aralık 2003 yılında anlaşmayı imzalamış ve 9 Kasım 2006’da anlaşma yürürlüğe girmiş.. Daha fazla ayrıntı için bakınız:
http://www.unodc.org/unodc/en/treaties/CAC/signatories.html
Sözleşmeye göre; “yolsuzluğun pek çok ülkede gelişme için en büyük tehlike olduğu” kabul ediliyor. “Yargı sistemindeki bozuklukların pek çok problemin kökeninde olduğunun farkında olarak UNDC (United Nationsa on Drug and Crime) yargı mensuplarının davranış biçimini belirleyen Bangalore Priinciples of Judical Conduct’ı 2002 yılında çalışma prensibi olarak kabul etmiştir.” Komiteye göre “görevi suistimal etmek yolsuzluk kapsamında kabul edilen bir olgu olarak değerlendirilecektir.”
Sözkonusu sözleşme, Anayasa’nın 90. Maddesi çerçevesinde yasal bağlayıcılığı olan bir sözleşmedir. Ve bu sözleşmede “yolsuzlukla SAVAŞ”maktan söz edilmektedir.
Sözleşmenin 1. bölümünde, 2. maddede “Yargıçlar ve yargı mekanizması yolsuzluk suçlaması kapsamında” değerlendirilmek sureti ile “Yargı mensuplarının yetki ihlalleri ve görevlerini kötüye kullanmaları ya da görevlerini yapmamaları YOLSUZLUK olarak” tanımlanmaktadır..
Sözleşmenin 2. kısım 5. maddesinde (1. paragraf) taraf ülkeler gerekli politikaların oluşturulması ve düzenlemelerin yapılması taahhüdünde bulunmaktadırlar.. (3. paragraf) Yine aynı şekilde bu düzenlemelerin zaman zaman, ihtiyaca göre revize edilerek sistemin çalışırlığının teminine dair bir yükümlülük getirilmektedir..
19. maddede ise “Usulsüzlükleri bilerek yapanların görevden el çektirilmelerini sağlamaya dair yükümlülüğümüz” vardır..
36. maddede ise “Yolsuzlukları önlemek için özel yetkilerle donatılmış polis gücü ya da organizasyonların ihtiyaçlara göre kurulması şartı” getirilmektedir..
Yolsuzlukla savaş için özel araştırma metotlarının, elektronik vasıtaların kullanılabilmesine ilişkin yetki veren 50. madde çerçevesinde asker ve yargı mensupları dahil herkes teknik takibe alınabilecektir..
Bu anlaşma basit anlamda yolsuzluk iddialarını kapsamıyor. Yargı da dahil olmak üzere, her türlü hukuk dışı işlemi yolsuzluk kapsamı içinde değerlendirmektedir.. Ve bu işi bir SAVAŞ şeklinde tanımlamaktadır. Her türlü insan hakkı ve anayasa ihlalini yolsuzlukla savaş kapsamında değerlendirmektedir.. Bu çerçevede darbe anayasasının bizatihi kendisi suç aleti hükmündedir.. Tevhidi tedrisat, kılık kıyafet yasası gibi değiştirilmesi teklif dahi edilemeyen yasaların büyük bir bölümü de aynı çerçevede değerlendirilebilir. Hatta “değiştirilmesi teklif dahi edilemez hükmü” bile, 60 ihtilalinin başımıza bela ettiği kendi başına hukuk dışı bir dayatmadır.. Yasa hükmünün mutlaklaştırılması ve geleceğe ipotek koyma anlamındadır. İnanılması güç de olsa bu yasaya göre mesela bey, efendi, hacı, hoca demek bile suçtur. Ama tabii devlet hocaları maaşa bağlar, generallere bizim memlekette paşa denir, devlet vatandaşı hacı yapmak için özel yönetmelik çıkartır ve organizasyon yapar, yabancı ülkelerle anlaşmalar imzalar. Bu iş hukuk dışı olmasının ötesinde akıl dışı bir iştir aslında.. Bu yasalara göre kamu görevi yapan herkes şapka giymek zorundadır.. Düşünebiliyor musunuz, hem çoğulculuktan söz edeceksiniz, demokrasiden söz edeceksiniz, hem de tek tip insan dayatması yapacaksınız.. Aynı şekilde çetelerle ve organize suçlarla savaş da bu kapsamda değerlendirilmektedir..
Ölüye hakaretin cezası bir yıldır ama, Anayasaya göre herkes eşit olduğu halde Atatürk’e hakaret ayrıca düzenlenmiştir. AİHM’e göre gazetecilerin genişletilmiş eleştiri hakkı vardır ama, bizde aynı zamanda bir suçun basın yolu ile işlenmesi cezayı artırma sebebidir..
Bu kapsamda ayrıca, bankacılık, holding yolsuzlukları ve finansal suçlar da değerlendirilmektedir.. Hatta terör ve karşı terör suçları, karşı istihbarat faaliyetleri, sistematik ve aşırı güç kullanımı / şiddet, vahşi suçlar bu sözleşme kapsamında..
TSK içindeki ve dışındaki hukuk dışı oluşumlar, çeteler, hatta Doğan mediası ile ilgili iddialar, sermaye içindeki suç örgütleri, mafia hepsi bu kapsamda değerlendirilebilir..
Bu sözleşmeye göre bunların hiçbiri yargı bağımsızlığı ya da ulusal güvenlik gerekçesinin arkasına saklanılarak gizlenemez..
Yeni anayasa ve hukuk ve yargı reformu tasarısı hazırlanırken bu sözleşmenin mutlaka referans alınması gerekir.. Yargıçların yargılanmaları ve yargının sebeb olduğu hukuksuzluktan dolayı, verilen zarar ölçüsünde yargıca rücu edilmesi konusunda bu sözleşme hükümlerinin hayata geçirilmesi yönündeki yükümlülük yeni yasal düzenlemenin ana gerekçesini oluşturabilir..
Aslında bu sözleşme hükümleri, Anayasa’nın 90. Maddesi çerçevesinde mer’idir. Ve ilgili bakanlığın re’sen bu sözleşmeye dayanarak birtakım düzenlemeler yapması gerekir.. Bu çerçevede savunma yapılabilir.. Ya da yargılamada referans olarak bu sözleşmeye atıf yapılabilir.. Çünkü hiçbir yasa ya da mevzuat bu sözleşmenin temel hükümlerine aykırı yorumlanamaz..
Hukuka uygun olmayan yasa suç aletidir.. Bizde bazı yasaların bırakın hukuka aykırı olmasını, sıradan akla bile uygun değildir..
Son söz olarak, Meclis Başkanı, Başbakan, Adalet Bakanı’na sormak istiyorum: Neden bu sözleşmeyi işletmiyoruz? Sözleşmenin hukuki bağlayıcılığı var. Bu sözleşmeye dayanarak özel istihbarat birimleri bile kurulabilir ve özel sorgu ve takip yöntemleri örgütlenebilir.. Bu maksatla özel tekniklerle donatılmış, eğitimli kadrolar istihdam edilebilir..
Hükümetin BM Yolsuzlukla Savaş Sözleşmesi’nin hükümlerine uyma yükümlülüğü vardır. Bu yükümlülüğünün gereğini yapmazsa, yolsuzluklara göz yummuş olmakla suçlanabilir.. Sözleşmenin hukuki bağlayıcılığı vardır. Meclis ve hükümet çözüm üretmek zorundadır..
Sözleşmenin 19. maddesi yolsuzluğa bulaşmış yargı mensuplarının azledilmesini öngören, uluslararası sözleşmelerle korunan hakları kararlarına esas olarak kullanmamakta direnenlere karşı, insan hakları ihlali gerekçesi ile görevden azledilmesini sağlayan mekanizmalar oluşturma yetkisi vermektedir.. Hatta hükümet bu sözleşme çerçevesinde çeteler ve darbe girişimlerine yönelik özel izleme, değerlendirme, derecelendirme ve operasyon yetkisi veren özel mekanizmalar oluşturabilir..
Peki o zaman ne duruyorsunuz? Sayıştay yasasını düzenlerken sanırım bu konuyu bu çerçevede yeniden değerlendirmek gerek.. Bu konu, terör ya da örgütlü suçlardan çok daha vahim bir konu. Örneklerde görüldüğü gibi içinde birçok terör örgütünü, yolsuzluğu barındırabiliyor.. Terör darbe tehdidi yanında çocuk oyuncağı kalır ve bu darbe planları, yasama, yürütme, yargı, ordu, istihbarat, sivil yapıları da etkisi altına alan media, mafia, sermaye, siyaset, bürokrasi ve oda, vakıf, dernek, sendikaları da kapsayan bir tehdide dönüşebiliyor.. Bunu göz ardı etmemek gerek..
Merak ediyorum, AYM, Yargıtay ve Danıştay başkanları bu konuda ne düşünüyorlar? Onlar bu çevrede başlarına geleceği “hissediyorlar mı” acaba?
Selam ve dua ile..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.