Mustafa Özcan

Mustafa Özcan

Akıl tutulması

Akıl tutulması

Son dönemlerin en ilginç alanlarından birisini, değişim dinamiklerinin tarassut edildiği ve keşfedildiği alan oluşturmaktadır.

Bu kuralları tanıyarak değişime katkıda bulunuruz. Değişimin de çeşitli dinamikleri var. Dolayısıyla değişimi anlamanız, ancak ayak seslerini ve dinamiklerini hissetmenizle mümkündür. Değişimin vakti geldiğinde bunu hissedersiniz. Bu anlamda, değişimden önce değişimin zemini hazır ve mümehhed olur. Bu bağlamda eskiler: “Cenab-ı Hak bir şeyi murat ederse esbabını halk eder” demişlerdir. Veya başka bir ifadeyle ‘doktor iyi olacak hastanın ayağına gelir’ demişlerdir. Bu değişim dinamiklerinden birisi de aslında akıl tutulmasıdır. Son dönemlerde gerçekten de en sık kullanılan tabirlerden birisi de akıl tutulmasıdır. Sosyal değişimler akıl tutulması sayesinde gerçekleşir. Zulümler vicdan ve iz’an tutulması sayesinde işlenir. Akıl tutulmasını biraz daha açacak olursak; aslında sağduyu tutulmasının bir sonucudur. Sağduyu ve basiret olduğu müddetçe insanlar kolay kolay hata üzerine hata işlemezler. Dolayısıyla hataların büyümesi ve bunun bir değişim dinamiği ve yumağı haline gelmesi, ancak sağduyunun sakatlanması ve akıl tutulmasıyla mümkündür. Bundan dolayı da son sıralarda sıkça akıl tutulmasından bahsedilmesi ve bu duruma atıf yapılması değişimin kıyısında olduğumuzun işareti ve habercisidir. Yoksa kolay kolay hatalar sağanağı yaşanmaz. Son sıralarda, Türkiye’de Tabakatü’l Kübra gibi kitaplarıyla tanınan Abdulvehhab Şarani ile alakalı olarak yapılan bir çalışmayı okuyorum. Gerçekten de mükemmel bir çalışma. Şarani bizdeki İsmail Hakkı Bursevi’nin kalıbında, ayarında veya kademinde bir sofidir. Kendisi iki dönemi birden görmüş ve yaşamış muhadram bir şeyh. Hem Memlüklü (Kölemenler dönemi) hem de Osmanlı dönemine erişmiş. Bu onuncu hicri yüzyıl sofisi değişimin akıl tutulmasıyla birlikte geldiğine şahitlik ediyor. Onun için hicri 923 veya miladi 1517 tarihi bir dönüm noktasıdır. Ve akıl tutulmasıyla birlikte Mısır’la birlikte bu dönüm noktasını yaşayanlardan birisi de Şarani olmuştur.
¥
Değişimin akıl tutulmasıyla ilişkisini, bir hadis-i şerifi şerh ve açıklama bağlamında ifade ediyor. Muhammed Sabri ed Dali, üzerinde çalışma yaptığı Şarani’yi kaderci olarak yaftalıyor. Lakin değişim dinamikleri noktasında Şarani’nin kitaplarında bir hadis-i şerife dayandığını belirtiyor. Bu hadis-i şerif şudur: “Allah kader ve kazasını yürütmek ve gerçekleştirmek istediğinde akıl sahiplerinin akıllarını başlarından alır. Kaza ve kaderini gerçekleştirdikten sonra da akıllarını tekrar başlarına iade eder... (El Hitab es siyasi es sufi fi Mısr: Kırae fi hitab-ı Abdulvehhab el Şarani lilsultati ve’l müctemaa, s 129, Daru’l Kütüp Ve’l Vesaik el Kavmiyye)” Dolayısıyla değişimin arazı veya semptomu akıl tutulmasıdır. Öyleyse şöyle söyleyebiliriz; bir yerde akıl tutulması varsa; değişimi bekleyin. Değişim bu durumda kaçınılmazdır. Bu bize başka bir hadis-i şerifi de hatırlatıyor: İşler na ehillere yani ehliyetsizlere verildiğinde karmaşa ve kıyameti bekleyin… Bu durumda ayaklar baş olmuştur. Bu ahvalde de değişimin dinamikleri veya esbabı tahakkuk etmiş demektir. Gerçekten de, Türkiye’de son dönemlerde en fazla sözü edilen hususların başında akıl tutulması gelmektedir. Normal dönemlerde yıllara sığabilecek olaylar, haftalara ve hatta günlere sığabiliyor.
¥
Meselenin kader boyutuna gelince. Abdulvehhab eş-Şarani burada da önemli çözümlemelerde bulunuyor. Sözgelimi, Eş’ari kelamcıları ve özellikle müteehhirinden olanlar, irade-i bari ile rıza-i bari arasında ayırım gözetmişler ve yapmışlardır. Allah mürid ismiyle irade edebilir ama er rıza ismiyle razı olmayabilir. Dolayısıyla şeytanı yaratma noktasındaki iradesiyle, amellerinden razı olmama hususunda adem-i rızası farklı tecelli etmiştir. Kader meselesi de böyledir. Biz kaderin; hayrın ve şerrin Allah’dan geldiğine inanırız. Bu noktada kadere iman eder ama makdurdan da razı olmayabiliriz. Bu noktada rızamız, Allah’ın rızasına tabidir. Şarani, bunu şöyle formüle eder: El insanu en yarda bilkadai la bilmakdiyyi… Yani insan kaza ve kadere razı olur ama bu makdurdan (kaderin muhtevasından veya şerre taallük etmesinden) da yani irade edilen şeyden de razı olduğu veya olacağı anlamına gelmez. Bu manada şerri irtikap etmek ve işlemek şer, lakin şerrin yaratılması şer değildir. Kısaca, kadere razı olmak makdura razı olmak değildir. Bu anlamda günlük lisanda kullandığımız ‘Allah’ın iradesine teslim olmak’ deyimi aslında rızasını istemek ve rızasına uygun amel işlemek ve istemek anlamına gelmektedir. Bu bağlamdaki irade, rıza makamında kullanılmıştır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mustafa Özcan Arşivi