Meclis Başkanı Şahin'e düşen görev

Meclis Başkanı Şahin'e düşen görev

İstiklâl Mahkemeleri'nin adı en çok duyulanı, Ankara İstiklâl Mahkemesi'dir. Bu mahkeme, üç üyesinin adı da Ali olduğu için "Üç Aliler Divanı" olarak nam salmıştır.
Mahkeme Başkanı Kel Ali'nin (Ali Çetinkaya) şu sözleri, Cumhuriyet'in kurulmasından sonra faaliyette bulunan İstiklâl Mahkemeleri hakkında esaslı bir fikir veriyor: "İnkılap, yalnız suçluların ve hainlerin değil, suça istidadı olanların, hıyanet edebileceklerin, hatta şu veya bu sebeple vücudu zararlı olanların kısacık mahkemelerden sonra öldürüldükleri zaman oluyor."

TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin binlerce belgeden meydana gelen Meclis arşivlerini araştırmacıların incelemesine açtı. Ancak izin vermediği 962 dosya, Üç Aliler Divanı'nın da içinde yer aldığı İstiklâl Mahkemeleri'ne ait. Acaba neden izin vermedi? Aradan çok uzun bir zaman geçti. Gerçeğin bilgisine sahip olmaktan kime ne zarar gelir? "Tarihimizde yüzleşemeyeceğimiz gerçekler olduğu" fikri, bu gerçeklerle yüzleşmekten daha kötü değil mi?

ÜÇ ALİLER DİVANI

Kurtuluş Savaşı döneminde Harp Divanı gibi çalışan, Cumhuriyet kurulduktan sonra Devrim Mahkemesi gibi, rejim muhaliflerini ortadan kaldırmak üzere faaliyette bulunan İstiklâl Mahkemeleri, tarihimizin hâlâ karanlıkta kalan bir kısmı. Bu mahkemelerin özelliği Meclis Hükümeti sistemine dayanması. Meclis Hükümeti sistemi, kuvvetler ayrılığı yerine kuvvetler birliği prensibini benimsiyor; böylece yargı yetkisi de Meclis'e ait bulunuyor. İşte bu mahkemeler de doğrudan Meclis'e ait olan bu yargı yetkisini kullandıkları için verdikleri kararlar tartışılamıyor, iptal edilemiyor ve anında uygulanıyor. Gözünüzün önünde şöyle canlandırın. Bir odada mahkeme sanığı yargılıyor, kararını veriyor. Arka tarafta cellat kurduğu darağacında hükmü infaz ediyor. Üstelik verilen kararlar delillerden ziyade mahkeme üyelerinin vicdani kanaatlerine dayanıyor.

Bu mahkemelere ait çok önemli belgelerden bir kısmı yayımlandı. Ama geride hâlâ mantık yürütmelere ve spekülasyonlara konu olan epeyce dava var. 1993'te yayımlanan Ankara İstiklâl Mahkemesi Zabıtları, bu konuda önemli kaynaklardan biri. İş Bankası'nın 1985'te dört cilt halinde yayımladığı 1924-30 arasına ait Meclis'in "Gizli Celse Zabıtları" da bu mahkemelerle ilgili çok önemli bilgiler içeriyor. Yine Şapka Devrimi'ni konu alan "İskilipli Atıf Hoca Davası" da, Meclis arşivlerinden alınıp yayımlandı. Bu dava, İstiklâl Mahkemeleri'nin aslî işlevi hakkında açık fikir veren bir zulmü temsil ediyor. Saygıdeğer bir alim olan İskilipli Atıf Hoca, Şapka Devrimi'nden çok önce "Frenk Mukallitliği ve Şapka" serlevhası ile bir risale kaleme alıyor. Şapka Kanunu'ndan sonra, kanunların geriye işlemeyeceğine dair hukuk kuralına rağmen yargılanıyor. Savcının üç yıl hapis cezası talebine karşı idama mahkûm ediliyor ve cezası infaz ediliyor.

İzmir Suikastı davasında, Kurtuluş Savaşı'nın önderlerinden ve o tarihte Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nın genel başkanı olan Kazım Karabekir'e mahkeme sorgusunda sorulan sorulardan biri şöyle: "Zatıâlîniz inkılabın büyük bir şahsiyetisiniz. Tarih bunu böyle kaydediyor. Memleketin savunulmasında nasıl dağılmadan bir arada kaldı isek vatanın yükselmesi emrinde de öyle olması gerektiğini elbette takdir buyurursunuz. Bu sebeple zatıâlîniz nasıl olur da muhalefete geçersiniz? İzah buyurur musunuz?" Evet suç "muhalefet etmek"ten ibaret. Kazım Karabekir bu muhalefet suçlamasına, Kurtuluş Savaşı'nı kastederek, ülkenin en zor şartlarında "tek dayanak bendim, hatta Mustafa Kemal'i reis seçtiren de yine bendim" diye cevap veriyor. Malûm 1919 yılında, Erzurum'da Mustafa Kemal'in üniformasını çıkarttığı gün karşısında hazırola geçip selam duran Kazım Karabekir'in rütbesi daha yüksektir.

İstiklâl Mahkemeleri ilk dönemi olan Kurtuluş Savaşı'nda, özellikle asker kaçakları ile baş edebilmek için uğraşıyor. Toplam sekiz mahkeme kuruluyor. Daha sonra yetki alanı genişliyor. Sonradan 29 Nisan 1920'de BMM'nin çıkarttığı ikinci kanun olan Hıyanet-i Vataniye Kanunu'nu uygulamaya başlıyor. Bu döneme ait dosyalar, Kurtuluş Savaşı'nın gerçekte kaç cephede verildiğini gösteriyor. Dağlarda, bir rivayete göre 60 bin kadar asker kaçağı var. Bu kaçaklar sırtlarında üniforma, ellerinde orduya ait silahlarla, cephe gerisinde, cepheden daha önemli bir soruna dönüşüyor. İstiklâl Mahkemeleri çok ağır cezalarla -bu cezalar arasında asker kaçaklarının yakınlarını, hatta köylerini cezalandırmak da var- bu sorunu çözmeye çalışıyor.

20 Temmuz 1922'de bu dönem sona eriyor. İkinci dönem, Hilafet yanlısı yayınları susturmak için İstanbul'da kurulan mahkeme ile 8 Aralık 1923'te başlıyor. 1925'te Şeyh Sait İsyanı'nı müteakip Ankara ve Doğu Anadolu'da iki mahkeme kuruluyor. İsyan bahane edilerek muhalefeti ezmek için çıkartılan Takrir-i Sükûn Kanunu bu mahkemeler eliyle uygulanıyor. Gazeteciler, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası mensupları, İttihat Terakki Cemiyeti mensupları üzerinde bu mahkeme eliyle terör estiriliyor. Bu mahkemelerden Doğu'da olanı, bir günde verdiği ve infaz ettiği 47 idam kararı ile hatırlanır. İlk dönemin, yani Kurtuluş Savaşı döneminde faaliyette bulunan İstiklâl Mahkemeleri'nin dosyaları kayıp. İkinci dönemin, yani asıl tartışılan devrim mahkemesi gibi hüküm veren İstiklâl Mahkemeleri'nin serencamı ise, Meclis Başkanı'nın rezerv koyduğu bu 962 dosyanın içinde yer alıyor.

Bu dosyalar açıklansa ne olur? Kim ne zarar görür?

II. Dönem İstiklâl Mahkemeleri'ni, Fransız İhtilali sonrası kurulan ve on binlerce idam cezası veren devrim mahkemeleri ve Sovyet Devrimi'nden sonra milyonlarca insanın hayatına son veren Halk Mahkemeleri ile karşılaştıranlar, aradaki dağlar kadar farka işaret ediyor. İstiklâl Mahkemeleri'nde idam edilenlerin sayısı bu iki örnekle karşılaştırılmayacak kadar az; ancak hukuksuzluk hiç de az değil. Bu ülkede ne tür hukuksuzlukların vuku bulduğunu bilmek hepimizin hakkı değil mi? Bu hukuksuzlukları bilmeden, bu hukuksuzluklarla yüzleşmeden hukuk tesis edilebilir mi?

Doğru, kanlı bir tarihimiz yok. Rejim muhaliflerini, hatta padişaha karşı çıkanları sağa sola sürgün etmek gibi yumuşak yöntemlerin, kanlı yöntemlerden daha yaygın olduğu hatırlanırsa Batı kadar sorunlu bir geçmişimiz olmadığı anlaşılıyor. Sorun nedense yakın tarihte büyüyor. Sebebini araştırmadan öğrenebilir miyiz? İstiklâl Mahkemeleri'nin İzmir Suikastı davasından Yassıada'ya, oradan 12 Eylül'ün idamlarına uzanan hukuksuzluk zincirini başka türlü kırmak mümkün değil. Hele önümüzde Üç Aliler Divanı dururken. Meclis Başkanı'nın hiç olmazsa kararının nedeni konusunda bir açıklama yapması gerekmez mi?


Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi