ETÖ ile ortaya dökülenler, ne çirkef işler

ETÖ ile ortaya dökülenler, ne çirkef işler

Ortaya dökülen silahlar, cinayetler, haberler, ses bantları... “Sarıkız”lar, “Balyoz”lar... Yargıda, susma hakkı, dışarıda susmama... “O mahkeme bizden” sohbetleri... Ve bunların, fahri, öfke ve heyecan görüntülü avukatları...
Darbenin-zulmün plan ve silahları değil, hikayesi dahi millet için kayıptır, ayıptır. Heyhat ki bu bataklık, her günümüzün baş meselesi oldu. Bunları düşünüp konuşmak zorundayız. Aksi, göz göre göre felakettir. Böyle zamanlarda doğru şahitlerle, millete hıyaneti takip etmek, en hayati sorumluluktur.
Yüksek Yargının, yargı kararını tebrik gösterisi, dünyada olmamıştır. Olmaz, olamaz. Her gün yüzlerce, binlerce doğru karar veriliyor. Doğrunun daha doğrusu yok. Olmaz. O halde? İşleri bırakıp topluca giderek her kararı tebrike imkan mı var? Acayipliği yargıçlar kutsamaz. Bu ne?
28 Şubat Post Modern Darbe döneminde bazı yüksek yargı mensuplarımız topluca bir ilki gerçekleştirmişlerdi, çağrıldıkları askeri brifingde, konuşmacı subayı ayakta alkışlayarak. Bu farklı bir ilk. Konum ve yetkilerine usul ve kanunlar üstü bir güç simgesi katmak için olsa gerek, toplu tebrik gösterisi için mesai saati seçiliyor. HSYK’nın, Erzurum ETÖ savcılarını kanun ve usul dışı alış kararını tebrik, teşvik ve destekmiş.
Daha önce, “Üniversite imtihanında katsayı tayini yetkisi YÖK’e aittir” kararını veren Danıştay, YÖK yönetimi değişince kararını da değiştiriyor. Katsayı tayin yetkisini kendi kullanıyor. Ankara Belediyesi taşıma ücretlerini altı yıl öncesine indirme kararıyla, istediği zaman, istediği şekilde belediye görevlerini de Danıştay yetki, sorumluluk ve hizmet alanı içine alabileceğini gösteriyor. Dolaylı olarak kanunlara, TBMM’ye de gerek önemli ölçüde azalıyor. Nereye gidiyoruz?
Akıl ve vicdanın varlığı ve sağlığı, akla ve vicdana sığmayan olayları ret etmekle mümkündür. Akıl ve vicdan, kabul edilemez olaylar karşısında, haktan yana tavır koymaz, koyamazsa, yok hükmündedir, yok olur. Akıl ve vicdan, insanî yüceliğin, ekmel-i ve eşref-i mahluk oluşun sebep ve ifadesidir. Akıl ve vicdanın sustuğu, susturulduğu yerde insanlıktan, insani yücelikten söz edilemez.
Darbeler eğer depremlere benzetilirse, 1960 darbesinden beri, bütün darbe ve artçı darbelerin (30 küsur sayılır) merkez üssü şiddet bölgesinde bulundum. İyisini görmedim. Post moderninden ve ETÖ’de ortaya çıkan iddia ve silahlar kadar beterini de yaşamak şöyle dursun tahayyül dahi edemedim. Ne gördün ki sorusuna ana çizgilerle kısaca açıklık getirelim: 1960 darbesine karşı tavır zarureti, erken yaşta beni TBMM’ye gönderdi. Talat Aydemir darbe hareketinin muhatabı mecliste ve iktidar partisi yönetiminde idim. 12 Mart darbesi, şapka alıp giden iktidardan bahsettirdi ise de, asıl hedef Milli Nizam Partisi (MNP) ile doğan Anadolu hareketi idi. Ben partinin genel başkan yardımcısı, teşkilat başkanı ve ilk gün nezarete alınan tek siyasi kişiydim. 12 Eylül 1980 darbesinde de. MSP Meclis Gurup Bşk. v. Allah korursa zorluk yok.
Darbelerden millet, çok zarar gördü, zaman ve imkan kaybetti. Allah, milletimize ve hiçbir millete darbe, tahakküm ve sömürü yaşatmasın. Makam ve sorumluluk yüklendikçe, millete yapılan zulüm, daha derinden, kahredici bir şekilde yaşanıyor. Şapkanı alıp gidemezsin.
Darbe devlet, millet gücüyle önlenemez, adaletle kökleri sökülüp tedavi edilemezse, her vesileyle bir artçı darbe tehdidi doğar. Birkaç küçük misal. AP listesinden bağımsız İstanbul senatörü Prof. Dr. Ali Fuat Başgil’in Cumhurbaşkanlığı adaylığı. Hemen arkasından İnönü’nün Başbakan yapılma mecburiyeti, arkasından DP’lilerin affı. Her biri ayrı bir tehdit ve sokağa taşınma depremidir. Celal Bayar Ankara’da karşılanınca, AP Genel Başkanı ve hükümetin en büyük ortağı Orgeneral Ragıp Gümüşpala dahil AP MKYK üyeleri olarak üç gün meclisteki grup odamızda sandalyeler üzerinde sabahladık. Tehdit ve küfürlere ilaveten üç gece aralıklarla Meclis’in Genelkurmay cephesi pencere altından makinalı tüfek ateşine tutuluyordu. Sabahleyin bakıyordum. İri kurşunlar dökülmüş oluyordu yere.
Nümayişçiler, AP’yi taşlarlardı. Birinde Ordinaryüs Prof. Dr. 84 yaşındaki İstanbul senatörü Ethem Menemencioğlu’nu partinin önünde yerlerde sürüklemişlerdi. “Hocam çıkma” demiştik ama, o çıkmıştı. Tekmelerin savrulduğu, bazı subay elbiselilerin yer aldığı o vahşi sahneyi hiç unutamam. Devlete, millete, Hariciye’ye bir ömür vermiş, o baba, o ihtiyar Kızılay’a doğru yerlerde sürünüyor. Atılan taşlar nedeniyle pencerelerden dahi zor bakıyorduk. Eski vali, milletvekili Kadri Erogan “Hocam” diye feryat ediyordu. Bir kısım arkadaşlar partilerinden istifa ediyor, bazıları CHP’ye geçiyorlardı. Genel idare kurulundan şapkasını alıp gidenler olunca da, biz yönetime seçildik.
Şüphesiz en ibretli olay, milleti temsil etmesi gereken bir partinin, CHP’nin, darbeye zemin hazırlayan roller üstlenmesi ve daima darbelerin en güçlü destekçisi olarak sahne almasıdır.
Darbeler, depremlere benzetilirse de daha beterdir. Darbenin doğurduğu fitne zor temizlenir.
CIA, MOSAD diye sıralamaya gerek yok. Bir kere dünyadaki bütün darbelerde dış düşman ve evrensel gizli örgütlerin varlığı sonradan da olsa görülmektedir. Darbeci kalabalık ise, makam-mevki, imkan-şöhret budalalarından, safdil, bilmediğini de bilmeyen, bir iş yapıyorum zanneden, kendini ispatlamak isteyen ve kinini, öfkesini, kıskançlığını frenleyemeyen dengesizlerden oluşur. Ama çoğu darbeci kendini, iktidar olacak, şöhrete erecek zanneder. Çoğunda, millet ve vatan düşmanlığı, niyet ve program olarak yoktur. Netice millet düşmanlığına dönüşür o ayrı.
28 Şubat Post modern darbesi ve ETÖ ile ortaya dökülen plan ve programlar, çok faklı. Milleti, milli değerleri hedefliyor. Düşmanlık doğurup kin eken provokasyonlar. Planlar, yaygın silahlanış. Şaşkın telaşlar. Sıkıştığını hisseden kedinin sertleşme tavırları, hep kötü haber.


Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi