Kısır döngü

Kısır döngü

Zaten bir türlü rayına oturmayan gündem yine dağılma işaretleri verirken, hemen hiçbiri sonuca ulaştırılmayan konuları takipten yorgun düşen Türkiye yerinde saymaya devam ediyor. Ve temel ve kronik sorunlardaki çözümsüzlük, yeni tıkanmaları getiriyor.

Yaşadığımız son örneklerde görüldüğü gibi.

Bunlardan biri, Ermeni meselesindeki gelişmeler. Önce ABD Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesinde, ardından İsveç Parlamentosunda Ermeni tasarılarının birer oy farkla kabulü üzerine Türkiye yine eski reflekslerine döndü.

Hamaset yüklü tepki açıklamaları yapıldı, büyükelçiler çağrıldı, yanlış düzeltilmediği müddetçe geri gönderilmeyecekleri ilân edildi, v.s...

ABD’deki oylamada sonucun böyle çıkmasında, komitenin Yahudi Başkanı ile Yahudi üyelerinin tavırları belirleyici rol oynarken, Türkiye beklenen tepkiyi vermek suretiyle tuzağa düştü.

Ve dış politika açılımları, başından beri izlenen yanlış politikalarla “yumuşak karnımız” haline getirilen Ermeni meselesinde duvara çarptı.

Temeldeki esaslı yanlışları düzeltmeden imzalanan protokoller ise, yol açtıkları itibar zedelenmesini geride bırakarak, rafa kalkmak üzere.

Böyle bir tabloda, soykırım tasarısının farklı mahfillerde kabul gördüğü her ülkeye aynı tepkileri verip büyükelçilerimizi geri çağıracak olursak, yine “dünyanın en yalnız ülkesi” konumuna döner ve Ankara’daki Dışişleri binasında “merkez diplomatları”na yer bulamaz hale geliriz.

Onun için, stratejiler temelden değişmeli.

Özellikle de, kendi tezimizi sağlam vesikalara bağlayarak dünya kamuoyunda mâkes bulacak şekilde her platformda seslendirmeli; bilhassa akademik zeminleri ve medyayı çok iyi kullanmalı; lobi çalışmaları için, bizi her an “satabilecek” mahfillere düdnyanın parasını akıtıp bel bağlamak yerine kendi lobimizi oluşturabilmeliyiz.

Az gidip uz gidip, geriye baktığımızda bir arpa boyu bile yol alamadığımızı gördüğümüz alanlardan biri de askerî cenah. Ve orada, çok küçük ve sıradan bir alt başlık muamelesi görmesi gerekirken, aylarca gündemin ilk sırasını işgal eden ve daha da edecek gibi görünen ıslak imza.

Genelkurmay Başkanı Org. Başbuğ’un, İkinci Başkanıyla Adlî Müşavirini yanına alarak Milliyet’e yaptığı detaylı açıklamalar bunun işareti.

Hatırlanacağı gibi, Albay Çiçek imzalı belgede ortaya çıkan son durum, Jandarma Kriminal Dairesi tarafından verilen ve ıslak imzanın Çiçek’e ait olduğunu teyid eden rapor sonrasında, “Asker de nihayet kabul etti” kanaati uyandıracak şekilde, Askerî Savcılığın Çiçek hakkında suç duyurusu yaparak tutuklama talebinde bulunması, ama mahkemenin bu talebi reddetmesi idi.

Başbuğ’la müşavirinin sözleri, işi bu raporla bitirmeyip, parmak izi, tarih tesbiti, ıslak imza makinası, mürekkebin Genelkurmay’da kullanılana uyup uymadığı gibi detayları da kapsayan etraflı incelemelere koyulduklarını gösteriyor.

Bu demektir ki, ıslak imza tartışması bitmedi.

Yakın zamanda bitecek gibi de görünmüyor.

Peki, Başbuğ’un, hakkında soruşturma veya dâvâ açılan komutanların açığa alınması bahsinde topu Millî Savunma ve İçişleri Bakanlarına atarken, ertesi gün Jandarma Genel Komutanıyla birlikte Hürriyet’e yaptığı açıklamada “Saldıray Berk’in arkasındayız” demesinin anlamı ne?

Hükümete, kaba tabirle “Sıkıysa alın,” yargıya da “Sıkıysa mahkûm edin” mesajı mı veriliyor?

Bunlar olup biterken, geçen hafta iki askerimiz daha “mayın şehidi” oldu. Ve bir türlü çözemediğimiz mayın bilmecesi, bir kez daha varlığını hatırlattı. (Yeri gelmişken soralım: Geçen yıl hararetli tartışmalardan sonra Meclisten geçip bazı maddelerinin yürürlüğü AYM tarafından durdurulan mayın temizleme kanunu ne oldu?)

Şemdinli’deki o iki mayın şehidinden sonra Yüksekova’dan da “Teröristlerin açtığı ateş sonucu bir uzman onbaşı şehit oldu” haberi geldi.

Yani, aynı fâsit daire dönmeye devam ediyor.


A+ | A-

Zaten bir türlü rayına oturmayan gündem yine dağılma işaretleri verirken, hemen hiçbiri sonuca ulaştırılmayan konuları takipten yorgun düşen Türkiye yerinde saymaya devam ediyor. Ve temel ve kronik sorunlardaki çözümsüzlük, yeni tıkanmaları getiriyor.

Yaşadığımız son örneklerde görüldüğü gibi.

Bunlardan biri, Ermeni meselesindeki gelişmeler. Önce ABD Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesinde, ardından İsveç Parlamentosunda Ermeni tasarılarının birer oy farkla kabulü üzerine Türkiye yine eski reflekslerine döndü.

Hamaset yüklü tepki açıklamaları yapıldı, büyükelçiler çağrıldı, yanlış düzeltilmediği müddetçe geri gönderilmeyecekleri ilân edildi, v.s...

ABD’deki oylamada sonucun böyle çıkmasında, komitenin Yahudi Başkanı ile Yahudi üyelerinin tavırları belirleyici rol oynarken, Türkiye beklenen tepkiyi vermek suretiyle tuzağa düştü.

Ve dış politika açılımları, başından beri izlenen yanlış politikalarla “yumuşak karnımız” haline getirilen Ermeni meselesinde duvara çarptı.

Temeldeki esaslı yanlışları düzeltmeden imzalanan protokoller ise, yol açtıkları itibar zedelenmesini geride bırakarak, rafa kalkmak üzere.

Böyle bir tabloda, soykırım tasarısının farklı mahfillerde kabul gördüğü her ülkeye aynı tepkileri verip büyükelçilerimizi geri çağıracak olursak, yine “dünyanın en yalnız ülkesi” konumuna döner ve Ankara’daki Dışişleri binasında “merkez diplomatları”na yer bulamaz hale geliriz.

Onun için, stratejiler temelden değişmeli.

Özellikle de, kendi tezimizi sağlam vesikalara bağlayarak dünya kamuoyunda mâkes bulacak şekilde her platformda seslendirmeli; bilhassa akademik zeminleri ve medyayı çok iyi kullanmalı; lobi çalışmaları için, bizi her an “satabilecek” mahfillere düdnyanın parasını akıtıp bel bağlamak yerine kendi lobimizi oluşturabilmeliyiz.

Az gidip uz gidip, geriye baktığımızda bir arpa boyu bile yol alamadığımızı gördüğümüz alanlardan biri de askerî cenah. Ve orada, çok küçük ve sıradan bir alt başlık muamelesi görmesi gerekirken, aylarca gündemin ilk sırasını işgal eden ve daha da edecek gibi görünen ıslak imza.

Genelkurmay Başkanı Org. Başbuğ’un, İkinci Başkanıyla Adlî Müşavirini yanına alarak Milliyet’e yaptığı detaylı açıklamalar bunun işareti.

Hatırlanacağı gibi, Albay Çiçek imzalı belgede ortaya çıkan son durum, Jandarma Kriminal Dairesi tarafından verilen ve ıslak imzanın Çiçek’e ait olduğunu teyid eden rapor sonrasında, “Asker de nihayet kabul etti” kanaati uyandıracak şekilde, Askerî Savcılığın Çiçek hakkında suç duyurusu yaparak tutuklama talebinde bulunması, ama mahkemenin bu talebi reddetmesi idi.

Başbuğ’la müşavirinin sözleri, işi bu raporla bitirmeyip, parmak izi, tarih tesbiti, ıslak imza makinası, mürekkebin Genelkurmay’da kullanılana uyup uymadığı gibi detayları da kapsayan etraflı incelemelere koyulduklarını gösteriyor.

Bu demektir ki, ıslak imza tartışması bitmedi.

Yakın zamanda bitecek gibi de görünmüyor.

Peki, Başbuğ’un, hakkında soruşturma veya dâvâ açılan komutanların açığa alınması bahsinde topu Millî Savunma ve İçişleri Bakanlarına atarken, ertesi gün Jandarma Genel Komutanıyla birlikte Hürriyet’e yaptığı açıklamada “Saldıray Berk’in arkasındayız” demesinin anlamı ne?

Hükümete, kaba tabirle “Sıkıysa alın,” yargıya da “Sıkıysa mahkûm edin” mesajı mı veriliyor?

Bunlar olup biterken, geçen hafta iki askerimiz daha “mayın şehidi” oldu. Ve bir türlü çözemediğimiz mayın bilmecesi, bir kez daha varlığını hatırlattı. (Yeri gelmişken soralım: Geçen yıl hararetli tartışmalardan sonra Meclisten geçip bazı maddelerinin yürürlüğü AYM tarafından durdurulan mayın temizleme kanunu ne oldu?)

Şemdinli’deki o iki mayın şehidinden sonra Yüksekova’dan da “Teröristlerin açtığı ateş sonucu bir uzman onbaşı şehit oldu” haberi geldi.

Yani, aynı fâsit daire dönmeye devam ediyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi