Ali Eyvaz

Ali Eyvaz

Kimlik bunalımı: Montofon, simental, hoştayn; finike, yafa, late

Kimlik bunalımı: Montofon, simental, hoştayn; finike, yafa, late

Yetkin filologlar bizlere öğretmiştir ki hiçbir kelimenin ait olduğu dilin dışındaki karşılığı tam manasıyla o kelimeyi karşılayamaz. Mesela “elma” kelimesi bile sadece bir meyvenin Türkçe’deki adına karşılık gelen araçsal bir şey değildir.
“Sen ve ben, bir elmanın iki yarısıyız”, “elma dersem çıkma”, “kızıl elma” şeklinde uzayıp giden ifadeler Türkler nezdinde “elma”nın sadece bir meyve olmadığını gösterir.
Endonezya’da insanlar “bir elmanın iki yarısıyız” türünden sözler sarf ederken elmanın yerine “avakado” getiriyordur, dersek, bu ziyadesiyle safdillik olur. Bunun nedeni, Endonezya’da elmanın nadir bulunması da değildir. Çünkü elmayı gayet iyi bilen Avrupalılar için de durum aynıdır.
Mesela Almanlar elmaya “apfel” der, ama bir çift sevgilinin aşkî bütünlüğünü ifade etmek için “bir apfelin iki yarısı oldular” demezler. O bakımdan Türkçe’den Almanca’ya “elma” kelimesi “apfel” olarak çevrildiğinde, Almanlar onu sadece kırmızı ve yeşil renkleri olan, sert ve ekşimsi, mayhoş, tatlı malum meyve olarak anlar. Kelimenin bu topraklarda taşıdığı diğer çağrışımları ise sadece bizde kalır ve başkalarına geçmez.
Tıpkı son dönemlerde iyice artan etni-site söylemlerinde “Türk” kelimesinin kupkuru bir aşiret gibi ifade edilmesi yanlışında olduğu gibi; bize kalanın ve başkasına geçenin bu kelime bağlamında ne olduğu konusunda düşünmek gerekir.
İngilizler, Almanlar, Fransızlar, İtalyanlar ve Türkler midir mevzu; yoksa Çerkesler, Kürtler, Lazlar, Boşnaklar ve Türkler midir?
Şayet son dönem modası gereği ikinci sıralama sütunu esas ise o vakit bin yıllık “Türkler” lafzının sadece bu topraklardaki “Gâvur” ve “Türk” karşıtlığı üzerinden anlamsal temelleri ve halen yaşanan manasıyla çağrıştırdığı bütünlükçü kültür nasıl yok edilecektir?
Hadi en hıyanetâmiz yollarla içeride bu başarıldı, ya peki “gâvurlar” zaviyesinden “Türk” algısı nasıl kurutulacaktır?
Öyle ya Türkiye’den giden bir kişi kendisine “Türk” dışında sözde bir kimlik ihdasında bulunarak konuştuğunda kafası karışan Avrupalının algılarıyla da mı oynayacaksınız?
Ona “dedelerini Kosova’da, Niğbolu’da, Mohaç’ta, Viyana’da kesenler başka etnik gruptandı, biz onlardan değiliz, anamızın dili de zaten Hint-Avupa’dır” mı diyeceksiniz?

* * *
1096’da başlayan ilk Haçlı seferleri sırasında kâfirlerin “Türk” olarak adlandırdığı ve de anlamlandırdığı bu topraklardaki insanlar, 1800’lü yıllara gelindiğinde kendilerini büyük bir bunalımın tam ortasında buldular.
Hatta bir romanda İstanbul’un bezgin bir öğleden sonrasında kahvede oturan yeniçeri eskilerinin şu diyaloğu bu bunalımı çok güzel anlatır: “- Rumlar, Sırplar, Bulgarlar ve hatta Müslüman Arnavutlar kendilerine artık Osmanlı demez oldular. Ya peki biz ne olacağız? Şimdi biz de kendimize tıpkı gâvurların bizim için söylediği gibi ‘Türkler’ mi diyeceğiz?”
Devşirme yeniçeri eskilerine Türk olmaktan başka bir sıfat tabi ki kalmamıştı.
Kâfirlerin karşısında üstlendiğimiz Türklük sıfatı, hiçbir yere gitmeyip istiklalini burada tutan ve varlığını bu topraklarda mukim kılanların her birinin 1096 yılından bu tarafa ellerinde kalan biricik terekeydi.
Burada “Türk” lafzının kullanımının muadillik bakımından kâfire yönelik olduğu, Türkün kâfir dışında bir düşmanının, denginin, muhatabının ve muhalifinin bulunmadığı gayet açıktır.
Bu cümleden olmak üzere bugün sıkça başvurulduğu gibi Çerkesler, Kürtler, Lazlar, Boşnaklar, Türkler… gibi bir söyleyiş biçimi, “Türk”ün, tıpkı “elma” kelimesinin taa Endonezya’ya götürülüp oradan “sadece ve sadece bir meyve” kuruluğunda yeniden Türkçeye ve Türkiye’ye intikal ettirilmesinden başka bir şey değildir.

* * *
Hadi bir masal uyduralım:
Vaktiyle bir orman ülkesinde inekler arasında kimlik bunalımı çıkmış. Ülkenin en baskın ve yerli inek ırkının “kara sığır” olduğu ve “inek” denildiğinde ilk akla gelenin bunlar olduğu iddiası yüzünden montofonlar isyan başlatmış. “Benim aslım zaten Hollanda’dır” diyen montofonları simental ve hoştaynlar izlemiş. Hiçbir grup “inek” olarak anılmak istemiyor, alt özel isimlerini genel sığır ırkı olarak talep ediyorlarmış. Bu arada aslında en çelimsiz ve en az süt veriyor olmalarına rağmen fazlasıyla gaza gelen kara sığırlar bu hengamede “inek” üst kimliğini sanki sadece kendilerine münhasır kılınmış gibi sahiplenmişler. Aslında bir müddet sonra bu kaos ortamından bütün inek grupları gayet memnun kalmış. Hendese ilminin kümeler ünitesini tahsil etmemiş olan ülkenin en bilge inekleri ise anarşiye son verip düzeni yeniden sağlamak pahasına her bir alt inek grubunu genel sığır adı gibi anmaya başlamışlar: “Montofonlar, Hoştaynlar, Simentallar, Kara Sığırlar ve İnekler kardeştir.”
O tarihten sonra hiç kimse “inek” lafz-ı kebirini, bu sıralama dışında yalnız başına kullanamaz olmuş. Bu olup biteni tebessümle seyreden nebatat aleminde de kısa süre sonra, “Amasyalar, Demirler, Starkingler, Goldenler, Jonathanlar, Hüryemezler ve Elmalar kardeştir” ve ardından “Vaşingtonlar, Finikeler, Yafalar, Taraccolar, Lateler, Valanciler ve Portakallar kardeştir” özlü sözleri de türetilmiş. Hendese ilmini ve bilhassa kümeler bahsini çok iyi bilen Aslan ise henüz ortalıkta yokmuş.


Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ali Eyvaz Arşivi