Mustafa Özcan

Mustafa Özcan

Baskınla nasıl kaçırıldık?

Baskınla nasıl kaçırıldık?

Bazıları Barbaros Hayrettin Paşa ve arkadaşları için Kızıl Korsan lakabını kullanırlar. Esasında onlara korsan savar denmelidir. Gerçek korsanlara karşı Endülüs Müslümanlarını ve Kuzey Afrika ahalisini korumuş ve savunmuşlardır. Belki Barbaros ve Turgut Reis gibiler için maksadı aşan bir biçimde kullanılan Türk korsanlarının misyonu, Tapınak Şövalyeleri veya benzeri şövalyelere benzetilebilir. Onlar deniz akıncılarıdırlar. İsrail’e gelecek olursak gerçek manada bir korsan devlet. Karada işgalci denizde korsan. Filistinlilerin topraklarını işgal ederken uluslararası sularda da korsanlık yapmaktadır. Gemide dördüncü günümüze girdiğimizde doğrusu endişelerimiz artmıştı. İsrail’le bir şekille karşılaşacağımızı biliyorduk. Lakin karşılaşma şeklinin ne olacağını kestiremiyorduk. Hatta gemi personelinden Ahmet Çığman Hoca’nın bacanağına İsrail’in kimyasını anlatmıştım ve o kimyadan dolayı bize normal davranmayacağını da söylemiştim. Doğrusu iyimser değildim ve bu halimizle Gazze’ye asla ulaşabileceğimizi düşünmüyordum. Bazı arkadaşlar benim görüşümü paylamıyorlardı. Tabii ki ekseriyet paylaşıyordu. Bununla birlikte, gerçekleşen boyuta ulaşacağını da kimse akıl edemiyordu. Yeniden yola çıktından sonra söylentiler ayyuka çıkmaya başlamıştı. İsrail donanması tarafından gözetlendiğimiz ifade ediliyordu. İnternet sitesinden de gelişmeleri takip ediyorduk. Ailemden acele koduyla bir mesaj almıştım ve Cevdet Kılıçlar’ın denetlediği veya hizmetini sağladığı internet ağı üzerinden iyi olduğumu ve merak edilecek bir halim olmadığını yazmıştım. Bunun üzerine başka bir mesaj gelmemişti. Özgürlük Filosunu boğmak isteyen esaret ve korsanlık filosu peşimize çoktan düşmüştü. Tarassut ve tasallutu altındaydık. Bir Arap bayanının şöyle bağırdığını duydum: Erbaata bevariç. Yani dört savaş gemisinin peşimizde olduğunu ifade etmeye çalışıyordu.
¥
Yavaş yavaş Akdeniz’in serin sularının ısınmaya başladığını anlamıştık. Peşimizde köpekbalıkları vardı ve gözlerine bizi av olarak kestirmişti. Hürriyet gibi gazeteler bize izin verilmeyeceğini ve önümüzü keseceklerini yazmıştı. Doğrusu biz de bunu bekliyorduk. Lakin fazlasını değil. İşin gerçeği Fatih Çekirge’nin yazdığına göre, hariciye de öyle düşünüyormuş ve kadife tarzında bir müdahale bekleniyordu. Türk hariciyesi de o tarz temennilerini dünya ile paylaşmıştı. Peki, nasıl olmuştu da vakıa beklenmedik tarzda gelişmişti? İsrail intikam peşinde miydi ve one minute’un rövanşını mı almak istiyordu? Yoksa onlar açısından da planının dışına mı çıkılmıştı? Belki de kendisine göre caydırıcı olmak istiyordu. Bunu da Türk kanını dökerek ispat etmek istedi. İşin psikolojik kısmında ise ‘her çığlığı aleyhlerinde sayarlar’ ayetinin işaret ettiği doğrultuda ve bir arkadaşın da tespiti ışığında ya korkudan ödleri patlıyor ve ölüyorlar ya da ölüm korkusuyla öldürüyorlardı. Bir kısmı Furkan Doğan’ın genç yaşta kafileye katılmasını, o yaşta ‘bile bile ölüme gönderilmesini ve adeta kurban’ seçilmesini’ eleştirdiler. Bunu eleştirenler kesinlikle ev sahibinden değil hırsızdan yanalar. Onlar keçisi çalınan müftüden yana değiller ve müftünün keçi çaldığını ileri sürenlerdir. Ya da Habil karşısında Kabil zihniyetini temsil edenlerdir. Zira Furkan’ı öldürenler de ondan büyük yaşta değillerdi. Bundan dolayı Furkan’ı veya ailesini eleştirenler aynı yaştaki katilleri ve onları cinayete teşvik edenleri niye eleştirmiyorlar? Kanal 7’de de şehit edilen Furkan Doğan’ın modern bir Habil olduğunu ve Kabil tarzındaki İsrail askerleri tarafından öldürüldüğünü ifade ettim. Olayın birçok çirkin tarafı var ve bu çirkin taraflarından en çirkini de katil ve korsan askerlere ödül vermeleri ve bu ödülü alan askerlerden birisinin de iftihar edilecek bir tabloymuş gibi 6 silahsız Türk yolcusunu şehit ettiğini ikrar ve itiraf etmesi veya söylemesidir. Burada yeniden tarihe not düşmek için şu söylenebilir: İşte korkakça cinayetler İsrail’in sonunu getirecektir. Ve Kabil tarzı korkak İsrail askerleri o günden beri yüzlerini saklıyorlar. İnşaallah yüzleri ebediyen kararır. Bu itibarla, Mavi Marmara ve Özgürlük Filosu tarihe geçtiği gibi belki de İsrail’in sonunu getirecek operasyonun da adı olabilir.
¥
O akşam gemide olağanüstü bir hal vardı ve herkes, güvertede ufuk hattında ve çizgisinde beliren ve bizi hırsızlama takip eden İsrail gemileri üzerine odaklanmıştı. Karşılaşma saatinin geldiği içimize doğmuştu. O gece benim gibi güverte sakinlerinden hiçbirini güvertede bırakmadılar. Aksi takdirde, baskın sırasında güvertede yatanlara zarar gelebilirdi. Ateş altında kalabilirdik. Bundan dolayı akşamdan gözcü olarak güverteye çıkan arkadaşlarla yerlerimizi değiştirdik. Daha doğrusu güvertedekiler olarak iç bölümlere geçtik. İlk defa o gece güverteye çıkan gözcüler nedeniyle aşağıda genişçe yer bulabildim. Mustafa Tuna ağabeyin yakınlarında bir yere yerleştim. Uzandığımda zannederim saat, 02 sularında idi. Endişe taşımamam yüzünden hemen uykuya dalmışım ve sabah ezanıyla uyandım. Bu ezanlar bizim lahuti coşkumuzdu. İsmet Özel’in ifadesiyle mataradaki tuzlu suyla abdest almaya koyulduk ve hemen ikinci katın güvertesine çıkarak namaza iştirak ettik. Biz namaz kılarken zodiyak tabir edilen askeri şilepler çoktan geminin etrafını kuşatma altına almışlardı. A’lel acele cemaate koştuğumdan dolayı İsrail askerlerinin durumundan çok haberdar değildim. Lakin iki rekat sabahın farzının tahiyyat bölümüne gelince yukarıda gürültüler kopmaya başladı. Anladık ki, beklenen saldırı gelip çattı ve saldırıya maruz bulunuyoruz. Lakin imam mı uzattı, bize mi öyle geldi bilmiyorum; sanki o saniyeler hiç bitmeyecek gibi geldi. En azından imam efendi daha hızlı davranabilirdi.


Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mustafa Özcan Arşivi