İrfan Gündüz

İrfan Gündüz

Nükleer krizin perde arkası!..

Nükleer krizin perde arkası!..

Nükleer enerji, atom çekirdeğinden elde edilen bir enerji türüdür. Nükleer santrallerde atom çekirdekleri parçalanarak enerji elde edilir. Atom çekirdeğinin çıkardığı ısı enerjisi oldukça yüksektir; öyle ki 1kg uranyumun vereceği enerji, ancak 25 ton kömürün yanmasıyla elde edilebilir. Uranyum çok daha fazla enerji üretir ama işlem sırasında ancak % 1'i kullanılabilmektedir. Hidroelektrik santrallerinde; suyun potansiyel enerjisinden, termik santrallerde; sıvı ve katı yakıtların yakılmasından ve nükleer santrallerde; atom çekirdeğinin parçalanmasından açığa çıkan enerji kullanılır.
Nükleer enerji konusunda harâretli tartışmalar hâlâ devam etmektedir. Çevreye zarar verdiğini, enerji sorununun çözümü olmadığını söyleyen, doğal enerji kaynaklarını bilimsel ve siyâsî olarak savunan grupların yanı sıra, kömüre oranla çok daha verimli ve çevreye daha az karbondioksit saldığı için çevreci olduğunu iddiâ eden gruplar da var. Bilinmelidir ki Fransa ve İtalya’da reaktörler sebze ve meyve tarlalarının bitişiğinde inşâ edilmiştir. Hiçbir tehlike ile karşılaşılmamıştır. Geçmişte reaktör kazaları olmuştur; bu kazalarda çevreye radyasyon da yayılmıştır. Çernobil faciası hariç diğer kazalarda çevreye ancak bir röntgen çekiminde ortaya çıkan radyasyonun 80 kat fazlası yayılmıştır. Nükleer sanâyinin olduğu yerlerde meydana gelen genetik bozukluklarda, normalin üç binde biri kadar bir artış görülmüştür. Ayrıca hava kirliliği ve kimyasal maddeler de genetik bozukluklara sebep olabilmektedir. Aynı şekilde alınan 28,35 gr alkol, genetik etki bakımından 140 mrem’lik radyasyona eşittir. Kafein de buna benzer etkiler göstermektedir.
Bu yüzden dünyâ ülkeleri nükleer enerjiden vazgeçmiş değildir. Ekonomik durgunluk, Çernobil karşıtları, gelişmiş ülkelerde nükleer enerji santrallerinin ihtiyaçlarını karşılayacak sayı ve kapasiteye ulaşmış olması gibi etkenler vazgeçilmiş algısını ortaya çıkarmıştır. İsveç’in nükleer enerjiyi kullanmaktan vazgeçtiği söylenir. İsveç bu santrallerden vazgeçmemiştir. Hâlen nükleer santralleri çalışmaktadır. Çünkü bu santraller hem ucuz hem de verimli enerji ihtiyâcını karşılamakta, üstelik çevreye zarar vermemektedir. İsveç’te santrallerden saatte 29 kg/h CO2 açığa çıkarken, nükleer santrali olmayan, benzer ekonomik durumda olan Danimarka’da bu miktar saatte 890 kg/h CO2 sınırını zorlamaktadır. Kanada da ihtiyâcından fazla santrali olduğundan yeni nükleer santral yapmamaktadır.
Bugün İngiltere, elektrik enerjisinin % 20'sini nükleer santrallerde kullandığı uranyumdan sağlıyor. Fransa’nın, yaklaşık olarak % 75’lik enerji ihtiyacı nükleer reaktörler vasıtasıyla karşılanır. Yine ABD’nin % 25’lik enerji ihtiyâcı bu enerjiyle karşılanır. Ülkemiz; stratejik açıdan çok önemli bir mevkîdedir. Uluslararası gücümüzün sürekliliği için nükleer enerji santrallerine sâhip olmamız şarttır. Yapılan çok kapsamlı araştırmalarda en uygun bölgeler tespit edilmiş olup bunlardan biri de Akkuyu’dur. Gerek soğutma suyu açısından denize yakınlığı ve gerekse deprem bölgesi olmayışı ile en uygun ve en güvenli yerdir. Nükleer enerji santralleri insanoğlunun inşâ ettiği en güvenli, verimli ve ucuz enerji kaynağıdır. Geçmişte olan nükleer enerji kazaları abartılmaktadır. Çünkü insanların aklına birden atom bombası gelmektedir. İyi bir nükleer enerji santrali atom bombasından bile etkilenmez.
Günümüzde bir de rüzgâr enerji santralleri kurulmaktadır. Bu yeni enerji sistemi ile 4,6 cent/kw’e enerji üretilmektedir. Ancak şu unutulmamalıdır ki hiçbir enerji, nükleer enerjiye alternatif değildir. Nükleer enerji ile 2,5 cent/kw’e enerji üretilmektedir. Ayrıca 1000 MW’lık bir adet reaktör, 1’er MW’lık 8000 adet rüzgâr santraline eşdeğerdir. Çünkü 1 rüzgar paneli, 1 MW’tan fazla enerji üretemez. Ürettiği enerji de % 20 verimlidir. 8000 MW’lık inşâ edilen rüzgâr santralleri ancak 1000 MW enerji üretebilir.
1 Akkuyu Projesi = 64000 adet rüzgar paneli, 8000 adet rüzgar santrali ise 100’lerce hektar arâzinin işgâli demektir. Yine güneş enerji üretimi metodu da buna benzer özellikler taşır. Ülkemiz rüzgar ve güneş ülkesi değildir. Nükleer enerjiye mevcut hiçbir enerji alternatif değildir. Dünyada 400’ün üzerinde nükleer santral vardır. Üstelik bu santrallerin çoğu turistik yerleşim merkezleri ile iç içedir. Burada 8 reaktör vardır. Çevreye hiçbir zarar vermemektedir. Bu enerji türü, doğaya, termik santralden daha az zararlıdır. Türkiye’nin en büyük barajı Atatürk Barajı’dır. Bu barajın gücü 2400 MWh’tir. Verimi ise % 50 ile 1000 MWh’tir. Akkuyu’ya yapılması tasarlanan nükleer enerji santralindeki 8 adet reaktörün gücü ise 8000 MWh civârındadır. Buna göre; 8 adet Atatürk Barajı =1 Akkuyu nükleer santrali demektir. Yine 1kg nükleer yakıt 2 milyon litre benzine eşdeğerdir. Karşı çıkanlar atıkların zararlarını abartarak gündeme getirmektedir. Bilinmelidir ki usulüne göre depolanmış atık maddenin % 98’i 200 yıl içinde kaybolmaktadır. Geriye % 2’lik U238 U235 Protaktinyum, Plütonyum vb. gibi ışınım yapan ve doğada çok fazla bulunan maddeler kalır. Kömürün yanmasıyla oluşan atıkları düşünelim. Her yıl Amerika’da bu kirlilikten dolayı binlerce kişi ölmektedir. Baraj suları altında kalan hektarlarca arazimizi düşünelim.
Sonuç olarak yüksek teknolojiyle, güvenlik kurallarına uygun inşâ edilen bir reaktör, insanlara radyoaktif etki yapmaz. Reaktörlerin atık maddeleri, toprağın altına betonlanarak, çeliklenerek veya kurşunlanarak izole edilir ve zamanla zararsız hâle gelir. Reaktörler, diğer enerji kaynaklarına göre daha tehlikesiz, daha verimli, daha ucuz ve daha çevrecidir. Niçin çevreci ve ekonomik yol varken diğerlerini alternatif kabul edelim? Doğalgaz ve petrole olan bağımlılık ekonomide bizi yere mıhlayıp sıçrama yapmamızı engelleyen en önemli etkenlerden biridir. Belki de birileri bizi kontrol altında tutmak için bu kaynağı kullanmamızı engelleyerek “birilerinin ekmeğine yağ sürülmektedir.”
Bu konunun ABD ve bazı AB ülkelerince uluslararası sorun haline getirilmesi, nükleer enerji teknolojisi ile nükleer silah teknolojilerinin birbirine yakınlığından kaynaklanmaktadır. Enerji üretmek için yola çıkan bir devletin bir anda nükleer silah yapabilecek güce kavuşmasıdır. ABD’yi endişelendiren, kendi kontrolü dışında başka bir ülkenin bu güce kavuşmasıdır. Burada yapılmak istenen nükleer enerji üretiminin bile sıkı sıkıya denetlenmesi ve tüm dünyanın bir grup azınlığın tekeli altına alınmasıdır. Malum devletlerin kontrolünde olan Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu bu anlamda önemli bir denetleme görevi üstlenmiştir. Asıl gâye ise, nükleer enerjide önemli bir eşik olan uranyum zenginleştirilmesinin tek bir elde toplanmasıdır.
Herkesin kendi kafasına göre uranyum zenginleştirmesi yerine, mevcut kapasiteye sahip devletlerce zenginleştirilen uranyumu, enerji üretimine ihtiyaç duyan ülkelerin bu ülkelerden alarak kullanmasıdır. İlk bakışta uygulanmak istenen bu proje, ekonomik gibi görünse de böyle bir organizasyon bütün dünyâyı birkaç ülkeye bağımlı hâle getireceği gerçeğidir. “Neden İran’ın ve Pakistan’ın böyle bir hakkı yoktur da, Fransa veya İsrail’in uranyum zenginleştirme, nükleer silah yapma ve kullanma hakkı vardır?” diye sorulduğunda durumun garâbeti kendiliğinden anlaşılır.
ABD bu yaklaşımını, bazı devletlerin yeterince güven veremediği gerekçesine bağlıyor. Uluslararası ilişkilerde kimin sorumluluk sâhibi olup olmadığına ABD nasıl karar verebilir? Üstelik nükleer silahları bir diğer ülkeye karşı kullanmaktan sâbıkası olan ABD’nin, kendisini sorumluluk sâhibi ve güvenilir ilân etmesi ve bunu başkalarından esirgemesi ne kadar inandırıcı olabilir?
Esas yapılmak istenen İran’ı cezalandırma bahânesiyle dünyâda bir nükleer tekel kurmak gibi gözüküyor. Diğer bir yanlış ise; ABD’nin nükleer teknoloji üzerinden önleyici diplomasi anlayışını uluslararası hukuk hâline getirmek istemesinde yatmaktadır. Şu anda İran’ın bırakınız nükleer silah, nükleer enerji teknolojisine sâhip olduğu dahi şüphelidir. Buna rağmen ABD ve ortakları, İran’ın nükleer silah üretme olasılığına karşı ağır yaptırımlar uygulanmasını istiyor. Bunun için tek dayanakları ise İran’ın güvenilmez bir ülke olduğu algısına dayanıyor. İsrail’in güvenilirliği ise hiç akla bile getirilmiyor.
Bu durum henüz savaş ilân etmemiş bir ülkeyi savaş suçlarından dolayı yargılayıp mahkûm etmeye benziyor ki, bunun insanlık târihinde eşi benzeri görülmemiştir. Şâyet ABD, İran’ı sadece niyet okuyarak cezalandırmayı başarabilirse uluslararası sistemde önü alınamayacak bir bid’at başlayacak, kendileri dışında, çıkarlarına ters düştüğünü düşündükleri pek çok ülkeyi hatta Türkiye’yi dahi niyet okuma yoluyla cezalandırmanın hukûkî kılıfını hazırlamış olacaklardır. Üstelik bu yetki sâdece BMGK’nın 5 dâimî üyesinin elinde olacaktır. İran’a ek yaptırımlarla ilgili yapılan son oylamada görüldüğü gibi güvenlik konseyinin geçici üyelerinin oyu hiçbir anlam ifâde etmemekte ve beş dâimî üyenin kendi çıkarlarına göre aldığı kararlar bağlayıcı olmaktadır. Uluslararası huzur ve güvenin BM’deki maskeli beşlinin insâfına terk edildiği bir dünyâda adâlet ve istikrardan nasıl söz edilebilir? İran ile ABD arasındaki gerilimin asıl kaynağı nükleer enerji değildir. Asıl sorun küresel liderlik ve devletlerin nükleer enerjide kendilerine bağımlılığının sağlanması çabasıdır. Aynı âkibetin gelecekte bizim başımıza gelmeyeceğini kim garanti edebilir?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
İrfan Gündüz Arşivi