Mustafa Özcan

Mustafa Özcan

Başladığımız gibi bitiriyoruz

Başladığımız gibi bitiriyoruz

Mavi Marmara yolculuğumuzun 4 gününü denizde seyrü sefer halinde geçiyoruz. 3 günümüz ise İsrail’in elinde tutsak olarak geçiyor. Üç günden birincisini, gemide ve karaya tahliye halinde geçiriyoruz. İkinci gününü de hapis ve tahliye halinde geçiriyoruz. Üçüncü gününü ise artık havaalanı ve Türk uçaklarıyla tahliye şeklinde yaşıyoruz. Genelde hapishane saatleri sakin geçiyor. Sadece cemaatle namazı ve benzeri şeyleri engellemek istiyorlar lakin muvaffak olamıyorlar. Gemide su kıtlığından dolayı banyo yapma imkanı bulamamıştık. Lakin çıkmadan önce Antalya öğrenci yurdunda çarşamba akşamı banyo yapmakla ne iyi etmişim. Zira o banyo ile neredeyse bir haftayı idare ettik. Artık derimde toz tabakası oluşmaya başlamıştı. Kahire hayatından sonra ilk defa başıma böyle bir hal geldi. Kahire’de de 32 gün boyunca kaldığımız Lazoğlu Muhaberat binasında hiç banyo yapma imkanı olmamıştı. Yeşil olan gömleğim zift ve asfalt rengine bürünmüştü. Burada da neredeyse aynı kaderi paylaşacağız. Bazı arkadaşlar havlu ve hatta pijama takımı aldıklarını söylüyorlar. Ben de gidiyor ve hapishane idaresinden havlu istiyorum. Sonunda bir havluya kavuşuyoruz. Lakin bir aşamayı aşsak bile başka zorlu bir aşama var. Banyoyu nasıl yapacağız? Tuvaletler hücre içinde ve merkezi sistemle gözetleniyor. Lakin banyolar dışarıda ve banyoların kapısı da yok. Sıralı banyolar var, lakin banyoların kapıları yok. Sadece kapı yerine cephe olarak umumi bir duvar var. Dolayısıyla toplu halde banyo yapmak mümkün değil. Mahremiyet sınırları ihlal ediliyor. Bundan dolayı mahremiyet endişesi mahrumiyete yol açıyor. Aksi halde, nudistler gibi banyo yapmak gerekecek. Neyse, arkadaşlar bunun da yolunu buluyorlar ve tedbir alıyorlar.
¥
Banyo duvarının önünde bazı arkadaşlar haciplik/perdedarlık görevini görecekler ve banyo yapanların dışındakilerin içeriye girmesine mani olacaklar. İçerideki kişi banyo yapıncaya kadar dışarıdan kimse giremeyecek. Bu ahval ve şerait üzerine zar zor bir banyo yapıyoruz. Böylece derimizin üzerinde tabaka tutmuş olan kirleri kısmen de olsa İsrail’e bırakıyoruz. Banyo sonrasında hafiflediğimizi hissediyoruz. O sırada içimde bir his uyanıyor ve nasıl ki Antalya’da çarşamba günü banyo yaptıktan sonra yola çıktıysam burada da banyo yapma vesilesiyle son gecem olduğunu kanaat getiriyor ve yola çıkacağımızı umut ediyorum. Öyle de oluyor. Başladığımız gibi bitiriyoruz. Daha başlamadan -nasıl olacağını bilmesem de- gemi maceramızın 10 günü aşmayacağını düşünüyorum. Gerçekten de salı günü banyodan sonra çarşamba sabahı tahliyelerimiz başlıyor, lakin tahliyemiz de bir günü aşıyor ve ancak perşembe sabahı Türkiye’ye avdet edebiliyoruz. Yani tahliyeler sarktıkça sarkıyor. Banyodan önceki saatlerde hücrelerimizin avlusu doluyor ve 1948 topraklarında yaşayan yani İsrail vatandaşı olan Arap avukatlar geliyorlar ve bize dışarıda olup biteni haber veriyorlar. Bizim de Türkiye’deki telefonlarımızı ve adreslerimizi alıyor ve IHH aracılığıyla iyi hallerimizi aktaracaklarını vaat ediyorlar. Biraz sonra da 22 ülkenin temsilcileri geliyor. Almanya’dan katılan Türk asıllı Almanlar var. Alman temsilci onlarla ilgileniyor. Hemen biraz ötemizde Yunan temsilci ülkesinin uyruğunu taşıyan vekillerle görüşüyor. İspanyol ve İngiliz temsilciler ve diğerleri de var. İlk defa endişelerimiz büyük ölçüde yatışıyor. Orada birçok dostla sohbet etme imkanı buluyoruz. Onlar arasında ‘Sultan Baba’ lakaplı İhsan Tamgüney’in mahdumu Hüseyin Tamgüney de var. Türk Elçiliğinden ikinci katibe de geliyor, az bir eğlendikten sonra diğer koğuşları turlamaya gidiyor.
¥
O gün arkadaşlar ocakta çay pişirmek istiyorlarsa da buna muvaffak olamıyorlar. Yine vaktimiz sohbetle geçiyor ve tabii ki aklımız fikrimiz ne zaman tahliye olacağımızda. Salı akşamı bitiyor ve çarşamba gecesine sarkıyoruz. Sabaha doğru hücreler açılıyor ve tutsaklar avluya çıkartılıyor. Hepimiz merak halinde bekliyoruz. Bazı arkadaşların isimleri okunuyor ve onlar dışarıya sevk ediliyor. Biz bekleme halindeyiz ve o sırada sabah namazı için abdest alıyorum. Tam sünneti kılıyorum, yeniden isimler okunuyor ve okunanlar arasında benim de ismim geçiyor. Girdiğimiz kapıları teker teker geçerek son çıkış kapısına doğru yol alıyoruz. Burada büyük bir nezarethane var ve bizi oraya sokuyorlar. Biraz önce aldığımız abdestlerle birlikte sabah namazını kılmak aklımıza geliyor ve hemen tutsaklar saf oluyor ve beni öne geçiriyorlar ve çarşamba sabahının sabah namazını bekleme salonunda veya nezarethanesinde cemaatle kılıyoruz. Biraz sonra hapishane kapısından çıkartıyorlar ve bizi otobüslere dolduruyorlar. Otobüsler bu defa sivil. Şimdi de otobüslerde bekleme faslı başlıyor. Bi’r Seb’a cezaevinin çıkışında etrafı kolaçan ediyoruz ve uzakta minareli Arap köyleri gözüküyor. Siyonistlerin ilk ele geçirdikleri mekanlar arasında Bi’r Seb’a da var. Meraklı gözlerle etrafa bakarken otobüsün tekerlekleri yavaş yavaş hareket ediyor. Uykum da var ama zorla getirildiğim İsrail’i görmek de istiyorum. Bundan dolayı uyumamak için gözlerimi zorluyorum. Bi’r Seb’a Gazze’ye yakın bir mesafede yer alıyor ve biz kuzeye doğru Ben Gurion Havaalanı’na doğru gidiyoruz. Oradan tahliye olacağız. Bi’r Seb’a İsrail tarafından ilk ele geçirilen Arap toprakları arasında sayılıyor. Arada 100 km kadar bir mesafe var. En azından artık yol haritamızı biliyoruz.



Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mustafa Özcan Arşivi