Bazen parmak da acır, vicdan da

Bazen parmak da acır, vicdan da

AK Parti’nin kapatılmasını ve Recep Tayyip Erdoğan’ın siyaseten yasaklı hale gelmesini, kendileri açısından “son çare” olarak gören çevreler, bugünlerde göz yaşartıcı bir hukuk savunucusu pozuna bürünmüş haldeler:
-Ne yapalım; yargının kestiği parmak acımaz.
-Hukuka hepimiz güvenmeliyiz.
-Yargı bağımsızdır, kimse yargıya etki yapmaya çalışmasın vs.
Elbette bir ülkede yargı kararlarına uyulur ancak vatandaşın “güven, itminan ve huzur” hissetmesi meselesine gelince, o başka bir şey tabii.
çünkü “kararların hukuki sonuçlarına uymak” fiziki bir hale işaret ederken, “kararlara güven ve itminan duymak” ise kalpleri ve gönülleri ilgilendiren bir husus.
İnsanların kalplerini yasal müdahalelerle değiştiremez, insanlara yasa zoruyla güven ve huzur hissi veremezsiniz.
Bu açıdan adaletin kestiği parmağın acımaması da ancak insanların, o ülkede yargının bağımsız, tarafsız ve adil şekilde işlediğinden emin oldukları durumlar için geçerlidir.
Aksi takdirde, bazen yargının kestiği parmak öyle acır ki, toplumun vicdanı da o parmakla birlikte kanar.
Bu bağlamda Sir John Macdonell’in şu sözü, hukukun konuşulduğu her yerde ilk hatırladığım sözlerdendir:
“Mahkemelerin varlığı bir ülkede adaletin olduğu anlamına gelmez. Sadece adaletin var olabilmesi için bir şans yaratır.”
Türkiye’de yargının işleyişinde maalesef çok ciddi sorunlar vardır ve bunlar çoğu zaman adli yılın başlangıcı vs vesilesiyle yapılan törenlerde, bizzat yargının en tepesindeki yöneticiler tarafından dile getirilir.
Türkiye’de gerçek anlamda bir yargı bağımsızlığından kimse söz edemiyor.
Yargının tarafsızlığı ise yargı bağımsızlığından bile önemli ve hayati bir gereklilik hukuk açısından…
Ve maalesef, o konuda da çok büyük sorunlar yaşanıyor.
Türkiye’de yargının siyasallaştığı, ideolojikleştiği, yargı süreçlerinde duruma, kişilere, yere ve konjonktüre göre farklılıklar sergilendiğine dair hiç de küçümsenmeyecek düzeyde bir kanaat var kamuoyunda.
Kendimizi kandırmaya gerek yok;
Bizde davaların durumuna göre Anayasa Mahkemesi’nde hemen “8’e 3 olur, 7’ye 4 olur, 9’a 2 olur” türünden yorumlar yapılıyor.
Dünyanın hangi ülkesinde yargıya intikal etmiş bir dava hakkında yurdun her köşesinde “kaça-kaç” muhabbeti yapılır?
Bir de “Filanca üyeyi kim atamıştı? Falanca atadıysa böyle olur, filanca atadıysa şöyle olur” gibisinden, atayanın kimliğine bakarak tahmin yürütmeler var.
Gerçek bir hukuk devletinde böyle tartışmalar olur mu?
Ama bizde siyasi görüşü ne olursa olsun herkes böyle tartışmalar yapıyorsa, orada hukuk adına şöyle bir durup düşünmek gerekir gerçekten de.
Acaba halk durduk yerde mi böylesi tartışmalara sürükleniyor, yoksa halkı hukuk adına böyle düşünmeye iten nedenler ve tecrübeler mi var?
Maalesef bizim demokrasi hayatımız, hukuk adına talihsiz örneklerle doludur.
Şu anda gündemimizde olan AK Parti’nin kapatılma davası da, daha iddianamenin verildiği günden başlayarak kamuoyunu birçok tartışmanın içine çekti.
Düşünün; Başbakanın “3 çocuk yapın” önerisinden, “Bu ülkede başı açıkla başı kapalı el ele yürümeli” demesine kadar her şeyin, bir suçlama olarak yer aldığı bir iddianame…
Tanımında bile çoğu kişinin anlaşamayacağı, “Ilımlı İslâm, küreselleşme, Karşı Devrim” gibi siyasi ve ideolojik kavramlarla hazırlanmış bir iddianame…
Dahası, 178 delilli iddianameyi hazırlayan zat bir gazeteciye “Eğer AKP türban düzenlemesini yapmasaydı, bu dava açılmayabilirdi” diyebiliyor.
Peki madem esas mesele Meclis’teki türban düzenlemesiyse, o zaman “delil” diye öne sürülen diğer 177 “şey” ne?
Belli ki o delillerin 177’sinin bir kapatma nedeni olacağı hususunda, değerli savcımız, kendisi bile yeterince ikna olmamış.
Evet.
Bu ahval ve şerait içinde, içeride ve dışarıda yığınla hassas dengenin bir anda ters yüz edildiği Türkiye’de halen iktidarda bulunan ve halktan iki kişiden birinin teveccühüne mazhar olmuş bir partinin kapatma davası görülecek.
Bizden beklenen, adalete güvenmek.
Olur.
Güvenelim.
Zaten vatandaş dediğin, “güvenilmek” değil “güvenmek” için var bu ülkede!..
---------
münaşaka
CHP Genel Başkan Yardımcısı Mustafa özyürek, “Bağırıp çağırarak, tehditle Anayasa Mahkemesi korkutulamaz” demiş.
Peki Baykal gibi “Anayasa Mahkemesi aksi bir karar verirse, ülkede büyük çatışmalar meydana gelir” denilse…
Korkutulur mu acaba?
---------
sözünözü
Haksızlık edip herkesle beraber olmaktansa, adaletli olup tek başına kalmak yeğdir. (Mahatma Gandhi)


Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi