Prof. Dr. Şaban Şimşek

Prof. Dr. Şaban Şimşek

Çin Uyandı mı(2)

Çin Uyandı mı(2)

Hani kulakları çınlasın, şu eski ve meşhur, altı defa gidip yedi defa gelen ve aynı zamanda son gelişinden sonra bir de cumhurbaşkanı olan zatın bir sözü vardı ya “demokrasilerde çare tükenmez” diye. Biz onu, malum zatın daha pek çok şeyinde olduğu gibi orijinal zannetmiştik. Meğer o da çakma imiş. Zira örnekte olduğu gibi “komünizmlerde de çare tükenmiyormuş”!.. Dahası da var; benim akıllı ve meraklı kızım resepsiyondaki görevli bayanlara sormaya devam ediyor çünkü: “İkiz olunca ne yapıyorsunuz?”
Henüz yeterince kapitalist olamadıklarını gösteren başka gözlemlerim de var. Mesela bırakınız komünizmin izlerini hâlâ üstünden atamayan Pekin’i, daha liberal gibi duran Şangay’da bile basit bir döviz bozdurmak işlemi kelimenin tam anlamıyla işkence. Yüz doları Yuan’a çevirmek ancak (içerde ve dışarıda put gibi duran askerlerin beklediği) bankalarda mümkün olabiliyor ve işlemi en az yarım saat sürüyor. Kimliğinizin fotokopisi alınıyor, birtakım kâğıtlar imzalamak zorunda kalıyorsunuz vs.
Çin deyince akla gelen ilk imajlardan birisi de şüphesiz benim “kayık çatı” diye tabir ettiğim yapı tarzı ve bu yapılardaki kendine has renkleriyle özgün süslemeler, yılanvari motifler. Ama bunlar çok az yerde korunabilmiş. Bu bakımdan Anadolu’da, Rumeli’de onlarca medeniyetten kalan binlerce tarihi eseri muhafaza etmede çok da kötü bir örnek teşkil etmediğimizi, hatta mesela yüzlerce camiyi yok eden İspanya’dan veya Balkan ülkelerinden çok daha iyi durumda olduğumuzu söyleyebilirim.
Çin’de her marka araba mevcut. Sokaklar özellikle Alman arabaları ile dolu. Geleneksel Çin-Japonya çekişmesi sanki bu ülkeden olan otomobil ithalatını da olumsuz yönde etkilemiş gibi görünüyor. Bu durum aslında o kadar da ilgimi çekmedi desem yalan olmaz. Benim asıl dikkatimi çeken ve olmayışına üzüldüğüm nesneler; çek-çek arabaları. Hani şu kalkık ince kaşları, uzun (birkaç) tel bıyıkları, klasik hasır huni şapkalı çekicisi ve tahta tekerlekleri ile hayalimizde sakladığımız o imaj. Hepsi motorize olmuş; biraz eski süs verilmişse de çekiciliğini tamamen kaybetmiş maalesef.
Her şeye rağmen Çin, sekiz bin kilometrelik büyük duvarıyla (Çin seddi), bizim Kösem Sultan’ın karşılığı olan Dragon Leydi (lady) ve Son (çocuk) İmparatorun derin izlerini taşıyan yasak Şehriyle, enfes Cennet Tapınağıyla, doğa ve sanat harikası Yazlık Sarayıyla, Yasak Şehrin hemen dibindeki komünizmden kalan eski mahalleleriyle, vücuduyla tankların önünde tek başına aşılmaz bir duvar oluşturan direnişçinin o unutulmaz fotoğrafıyla hatırladığım Tienanmen Meydanıyla, eski ve tabii ki yeni Şangayıyla görülmeye değer bir ülke.
Evet, Çin geçen haftaki yazımda bahsettiğim kitabın başlığındaki gibi gerçekten uyanmış gözüküyor ama bu sakin bir uyanıştan ziyade bir kâbustan kurtuluş gibi bir şey; komünizm kâbusundan... Bir ölçüde zihinsel bulanıklığı, şuursuzluğu, dengesizliği, entropiyi içinde barındırıyor. Hatta bu uyanış sonrası “gördüğümüz, duyduğunuz, yaşadığınız her şey delicesine” bile diyebilirim. Sanırım Çin’i bekleyen asıl tehlike de bu atmosferde acımasız kapitalist düzenin oluşturacağı sınıflar arası uçurumlar ve bunun sonunda gelmesi kaçınılmaz olan büyük sosyal patlamalar.
Çin’den dönüşümde hatırladıklarım arasında elbette Sincan-Uygur Türklerinin esareti, üzerlerine hükümetten gelen siyasi ve ekonomik baskılar (aslında asıl sorun bu bölgedeki zengin petrol yatakları ve diğer yeraltı zenginlikleri) da var. Pekin’de kaldığımız itibarlı otelin resepsiyonuna “Pekin Camii”ni sorduğumuzda profesyonelliklerinin gereği olarak hem Çin alfabesiyle hem de Latin alfabesiyle gayet düzgün yazılmış adres kâğıdını almıştık. Bu normal tabii. Asıl manidar olan görevlinin bize yardımcı olmak, tehlikelerden korumak babında olsa gerek söylediği cümle idi: “Ama orası Müslümanların bölgesi”...
Pekin Cami yaklaşık 1000 yıllık bir camii. Temiz, düzenli bir mahallede ve yeşillikler içinde. Mimarisi biraz Çin, biraz Türkistan, sanki biraz da Selçuklu. Ama renkler tanıdık ve Müslüman... Doğrusu bu duruma hem sevinmiş hem de şaşırmıştım. Çünkü Müslüman mahalleleri, Türkiye’de de olduğu gibi bütün dünyada etrafından daha geri, daha düzensiz, daha, bakımsız ve daha kirli oluyor maalesef.
Dünya’nın tamı tamına öbür yanında, temel taşları tarihe döşenmiş bu yapıdan semaya yükselen muhteşem ezan sesi, çoğu çekik gözlü 2 bin kişilik cemaatle birlikte kılınan Cuma namazı, 15 milyonluk koca şehrin içinde azınlık da olsalar, namaz çıkışında takkesiyle caddede dolaşma özgürlüğüne sahip 200 bin Müslümanın varlığı...
Son cümlem bu minval üzere: “Yarabbi çok şükür.”


Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Prof. Dr. Şaban Şimşek Arşivi