Füzedeki İsrail tuzağı

Füzedeki İsrail tuzağı

NATO Genel Sekreteri Rasmussen, balistik füze sahibi 30’u aşkın ülkeden söz etti, ama Sarkozy füze kalkanının özellikle İran’a karşı kurulduğunu ısrarla söyledi. Ve İran’ın adının geçtiği her yerde, insiyakî bir şekilde İsrail de gündeme geldi ve konuşuldu.

Bu cihetiyle kalkan, İsrail’i İran’dan fırlatılacağı varsayılan füzelere karşı NATO şemsiyesi ile koruyacak ek bir güvence olarak niteleniyor.

Ve bu, başından beri de böyle konuşuldu.

Washington’da “Demokrasileri Savunma Vakfı (Foundation for Defence of Democracies)” adı altında faaliyet gösteren kuruluşun Direktörü Mark Dubowitz, NATO zirvesinden üç hafta önce bir Türk gazetesine şöyle diyordu:

“Füze savunma sistemi, elbette İran’a yönelik bir sistem olarak gelişiyor. Bunda bir değişiklik olduğunu düşündürecek hiçbir gelişme yok.”

Şenay Yıldız’ın “Aralarında İsrail’in de bulunduğu diğer nükleer silâh sahibi ülkelere hiç ses çıkarılmazken, İran konusunda bu kadar baskı yapılması çifte standart değil mi?” sualine de hiç eğip bükmeden şu cevabı vermiş Dubowitz:

“Elbette çifte standart. Haklı olabilirsiniz, ama zaten kimse mükemmel bir dünyada yaşamıyor. Kredi geçmişiniz iyiyse, bankadan kredi alabilirsiniz, yoksa alamazsınız. Hayat geçmişte yaptıklarınız ve gelecek niyetleriniz üzerine objektif değerlendirmenin yapıldığı çifte standartlarla dolu. İran, geçmişte yaptıklarıyla dünyaya tehdit olduğunu ispatladı...” (Akşam, 29.10.10)

Dubowitz “Türkiye İran ve İsrail politikaları nedeniyle ABD Kongresinde desteği yitirdi. Çünkü Kongrede İsrail Türkiye’ye tercih edilir” şeklinde “tehdit” yüklü mesajlar da vermiş.

Herhangi bir arama motoruna girip hakkında yapılacak kısa bir araştırma, Dubowitz’in direktörü olduğu vakfın tümüyle İsrail için çalışan ve neocon’larla içli dışlı olan bir kuruluş olduğunu gösteren ayrıntılı bilgileri önümüze koyuyor.

Ve o günlerde, aynı maksat için harekete geçen birbiriyle irtibatlı diğer adreslerden de benzer mesajlar gelmesi, organize ve sistemli bir psikolojik harekâtın yürütüldüğünü gösteriyor.

Cumhurbaşkanı Gül NATO zirvesi dönüşünde yaptığı açıklamalarda “Türkiye üzerinde bilinçli, örgütlü ve kasıtlı olarak bazı merkezler tarafından yürütülen psikolojik bir harekât var” derken bunları da kast etmiş miydi, bilmiyoruz.

Ama neticede zirveden çıkan sonuç, İsrail’in ve ABD’nin arzu ettiği istikamette şekillendi.

Ve Gül’ün Davutoğlu ile beraber seslendirip Türk medyası kanalıyla içeriye yönelik olarak verdiği “Bütün şartlarımız kabul edildi ve NATO’nun prestijini koruduk” mesajları ise, işin aslı ortaya çıktıkça ters tepme ihtimali yükselen manipülasyon çabaları olarak kayıtlara geçti.

Bu mesajların Obama’yı Gül’ün omuzuna dokunur veya sırtını sıvazlarken gösteren fotoğraflarla “desteklenerek” verilmesi ise, yine bizim medyaya has yeni magazin örnekleri oluşturdu.

Sonuçta, gerek dünya kamuoyunu, gerekse ABD başta olmak üzere devletlerin karar verici konumdaki kadrolarını kendi görüşleri ekseninde yönlendirme gücüne sahip lobiler varken ve bunlar İsrail’in elindeki nükleer silâhların hiç gündeme getirilmemesinin ortaya çıkardığı çifte standardı dahi büyük bir pişkinlikle savunurken, İsrail’e karşı “İran tarzı” mücadelenin başarı şansının ne kadar zayıf olduğu yine görüldü.

İran’ın geliştirdiği füzeleri kendisine tehdit olarak gören veya öyle gösteren, bu ülkenin nükleer çalışmalarını da—Tahran her ne kadar “barışçı amaçlar”la açıklamaya çalışsa da—yine aynı mantıkla bir tehlike olarak sunan İsrail, allem etti kallem etti, ABD desteğiyle NATO’yu arkasına alarak Türkiye’yi de bu yoldan dolaylı şekilde yanına çeken bir sonuç üretmeyi başardı.

Ve bu sonuç, “one minute” çıkışını da, Mavi Marmara katliamında Türkiye’nin İsrail’den taleplerini de unutturacak bir süreci başlatabilir.

Bakalım, gelişmeler ne gösterecek?

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi