Doğu Akdeniz

Doğu Akdeniz

Türkiye-İsrâil gerginliğini Mâvi Marmara Hâdisesi’ne bağlamak bence bizleri yanıltıcı hükümlere sevkedebilir, zîrâ sebeblerle sonuçları karıştırmak anlamına gelir.

Hattâ Başbakan Erdoğan’ın şu meşhur “One minute!” çıkışı da gerginliğin kaynağı değil sâdece bir yerde “patlak” vermesidir. Bu gerginliğin gerçek kaynaklarına inebilmek için çok daha yeni bir başka hâdise muhtemelen daha elverişli bir tutamak oluşturur: 10 Aralık 2010 günü Kıbrıs Rum Kesimi’nin İsrâil ile Doğu Akdeniz’de “münhasır ekonomik bölge”ye ilişkin olarak anlaşmaya varmış bulunması. Münhasır ekonomik bölge, “BM Deniz Hukûku Sözleşmesi”nin 55.’den 75. maddesine kadar ayrıntılı tanımı yapılmış özel statülü deniz havzalarıdır. Karasularının ötesinde ve onlara bitişik olarak devâm eden ve üzerlerinde o devlete egemenlik hakları sağlayan mıntıkalardır. Doğu Akdeniz’de münhasır ekonomik bölgelerin en büyük iki parçası, kuzeyde Türkiye ile güneyde Mısır’a âiddir. Bunun hâricinde İsrâil’in, Lübnan’ın, Sûriye’nin ve Kıbrıs’ın da münhasır ekonomik bölgeleri vardır. Ama meselenin, kibar saray üslûbuyla “orostopolluk” tarafı da işte burada başlamakda ve sonra Gazze üzerinden Tel Aviv’e uzanmaktadır! Çünki Rumlar, bölünmüş Kıbrıs’da henüz bu münhasır ekonomik bölgenin nereye kadarı kendilerinin nereden îtibâren Türklerin olduğu henüz resmen tesbît edilmemiş bulunması durumundan yararlanarak bölgenin tamâmını kapsayan birtakım oldu-bittiler peşindedirler. Bununsa “sembolik” olmanın ötesinde elle tutulur maddî anlamı vardır. Çünki gerek Kıbrıs’ın batısında ve gerekse Kıbrıs-İsrâil-Mısır üçgeni içinde son derece zengin doğalgaz ve petrol yatakları saptanmış bulunuyor. İşte burada ilâveten Gazze de devreye giriyor. Sebebine gelince Gazze’nin münhasır ekonomik bölgesi henüz resmen tesbît edilmiş değil. O bölge hâlâ Mısır münhasır ekonomik bölgesi içinde gözüküyor. Eğer Filistin gerçekden bağımsızlık kazanırsa o zaman buradaki kendi münhasır ekonomik bölgesi sâyesinde, o bölge nisbeten ufak dahî olsa, ansızın olağanüstü bir zenginliğe kavuşacak. Bu zâviyeden bakdığınız vakit İsrâil’in yıllardır niçin, büyük zulüm ve vahşetden de çekinmeyerek Gazze Halkını canından bezdirip göçe zorlamak istediği belki daha iyi anlaşılır.

Yine bu zâviyeden bakılınca Türkiye’nin neden bu gelişmelerden tedirgin olduğu da vuzuh kazanır.

Ben şahsen TSK’nın son derece güçlü, ama Genelkurmay’daki çağdışı kafalar doğrultusunda değil hakıykaten güçlü ve modern bir “caydırıcı muhârib unsur” hâline gelmesine senelerdir önem veren bir yurddaş olarak, 8.500 kilometre sâhiline rağmen donanmanın kara kuvvetleri yanında üvey evlâd muâmelesi görmesine hep hayıflanırım.

Öte yandan Bahriyemizin son zamanlarda Hind Okyanusu’nda sandala taarruz ederken fırkateyn karaya oturtmak ve darbe planlarına zula hazırlamakdan gayrı bir “mahâreti”ni gördüğümüzü de hatırlamıyorum.

İnşallah o yakalanan on çuval suç delîlinden başka muhtemel bir Doğu Akdeniz Harekâtı’na dâir belgeler de bulunuyordur kasalarında.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi