Galip Ensarioğlu ve Emin Aktar

Galip Ensarioğlu ve Emin Aktar

Galip Ensarioğlu, Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası başkanı; Emin Aktar ise Diyarbakır Barosu başkanlığını yürütüyor.


Her ikisi de üstlendikleri sivil temsil niteliklerinin çok ötesinde Güneydoğu'nun önde gelen kanaat önderleri sıfatı taşıyorlar. Bu iki önemli STK lideri, sivil-siyasî kimliklerini Kürt sorunu içinde pişerek edinmişler. Cezaevi görmüşlükleri, düşüncelerinden dolayı devletin gadrine uğramışlıkları var. Her ikisiyle de defalarca sohbet imkânım oldu. Bu haysiyet abidesi adamlardan Kürt sorununu ve çözümünü dinlediğiniz zaman barışın ve uzlaşmanın ve tabii demokrasinin diline aşina oluyorsunuz. Ensarioğlu'nun önderlik ettiği Diyarbakır Sosyal Araştırmalar Vakfı'nın yaptığı 'Dil Yarası' başlıklı araştırma, bugün tartışmaların merkezinde yer alan 'anadilde eğitim' sorununun, bütün Kürtleri tatmin edecek çözümünü anlatıyor. Bu iki ismin, BDP'nin Kürtlerin haklarını savunurken gürültüye boğduğu çıtanın çok üzerinde özgürlük ve hak arayışları var.

Her ikisi de siyaseti değil, sadece toplumu, bütün yalınlığı ve dürüstlüğü ile Kürt vicdanını temsil ediyor.

Bu iki sivil toplum önderi, dünkü Milliyet'in ilk sayfasında yer alan fotoğrafta görüldüğü üzere Diyarbakır'da BDP/PKK taraftarlarının kocaman bir pankartı ile protesto ediliyor. Slogan şöyle: 'Kürt halkı Galip Ensarioğlu ve Emin Aktar gibi AKP işbirlikçisi olmaktan yana değil.'

Bu pankart, Kürt sorununun geldiği noktayı özetliyor. Kısa bir süre önce aynı amaç için bu pankart yerine, PKK şehir kadrolarından gelen şifahî tehditler kullanılıyordu. Söz yazıya dökülünce çaresiz biçimde tehdit olmaktan çıkıyor; aynı muhtevayı acziyet içinde ifade ediyor. Ve çok önemli bir şeyi gösteriyor: BDP, Kürt halkının yegâne temsilcisi değil. Olsaydı bu pankarta gerek kalır mıydı?

Türkiye'nin bölünmediğini de bu pankart gösteriyor. BDP, Türkiye'yi bölmek yerine siyaset yapıyor. Altını çizerek söylüyorum: BDP, Kürt sorununu çözmüyor; parti politikası yapıyor. Kürt sorunu dahil olmak üzere elindeki bütün araçları parti politikası için seferber ediyor. Demokratik özerklik projesi, uygulansın diye değil, Kürt halkını sadık seçmenlere dönüştürmek için gündeme getiriliyor. Türkiye'nin bölünmeyeceğinin, bu hararetli tartışmalardan bölünme çıkmayacağının garantisi, demokratik rekabetin kendisi değil mi? BDP, siyasî partiler yelpazesinde yer alan meşru bir parti. Bir bütünün parçası olarak konuştuğuna, rol aldığına ve hareket ettiğine göre, o bütünü de kuvvetlendirmiyor mu?

MGK bildiri yayınlıyor: 'Türkiye Cumhuriyeti'nin resmi dilinin Türkçe olduğu gerçeğini değiştirmeye yönelik hiçbir girişimin kabul edilmeyeceğini...' ilan ediyor. Doğrudan hedef aldığı BDP'nin genel başkanı çıkıp cevap veriyor: 'Türkiye'nin resmi dili Türkçe olmasın diyen mi var?' MGK'nın uyarısında ve Demirtaş'ın cevabında bir tuhaflık yok mu? Sahi memleketi kim bölüyor?

Siyasî hayatı bir kutsallık halesi içinde tartışmak doğru değil. Devletin, vatanın, ülkenin tekliği, kutsallığından değil, tek olmasının hepimiz için en doğru tercih olmasından. Türkiye'de iki bayrak olursa, bundan Türkler gibi Kürtler de zarar görecektir. Fakat bu gerçeği ancak kutsallık halesi dışına çıkarttığınız zaman insanları ikna edebilirsiniz. Tartışmalardan ürkmemek, korkuya kapılmamak bunun için gerekli.

Galip Ensarioğlu ve Emin Aktar, her ikisi de siyasetçi değil. Kendileri için bir siyasî davanın peşinde değiller; bir siyasî misyonu temsil etmiyorlar. Siyasetin derinlerinde akan toplumun gerçek özlem ve beklentilerini önümüze koyuyorlar. Bize Kürt sorununun sakin ve soğukkanlı sivil çözümü ile BDP'nin çıkardığı siyasî gürültü arasındaki farkı gösteriyorlar.

Dün Cumhurbaşkanı'nın ferahlık veren gezisi de, gündelik siyasî endişelerin çok uzağında olduğu için etkili olmadı mı? Ortak bir dil, üstelik hepsi Türkçe.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi