Yılbaşı felan

Yılbaşı felan

Efendim, Edirneli bir Müslüman genç âşık olduğu Mardinli bir Hıristiyan kızı âilesi vermeyince minârenin tepesine fırlayıp “Heheeyyyt! Ben senin bir benin uğruna Ankara’yla Paris’i yakarım, anasını satayım!” diye nâralandıkdan sonra havaya sekiz on el de ateş etmiş. Anlaşılan sâkin ve içine kapanık bir zât. Ben bunu okuyunca gülümsemekden kendimi alamadım, zîrâ, artık bilmem tesâdüfen bilmem kasden, bunun klasik Şark edebiyâtında da bir örneği var:

Hâfız-ı Şîrâzî’nin (14. Yy.) bir gazelinde şu beyit geçer:

“Eger an Türk-i Şîrâzî bedest âred dil-î mârâ,

Behâl-i Hindueş bahşem Semerkand ü Buhârârâ.”

Şîrazlı o güzel gönlümü kazansa Hind tarzı tek bir beni için Semerkand ve Buhârâ’yı bahşederim.

Bunu duyan Aksak Temür (1336-1405) Şâir’i huzûruna çağırtır ve fırçasını çeker:

“Bre Kodoş, ben oraları almak için yıllarca uğraşıp onbinlerce askerimi kaybetdim. Anamdan emdiğim burnum
dan geldi. Sen şimdi bunları sevgilin olacak kaltağın bir benine elden çıkarıyorsun. Nerde bu bolluk, Teres!”

Hâfız bakmış ki işler kötiye gidiyor. O şimşek gibi zekâsıyla boynunu büküp mırıldanmış: “Sultânım, zâten o yüzden iki yakam bir araya gelmiyor ya...”

Okuyucularım dikkat etdilerse “Türk-i Şîrâzî”yi “Şîrazlı güzel” diye çevirdim. Zîrâ eski İran edebiyâtında “Türk” kelimesi “güzel”le eşanlamlıdır.

Ne mutlu Türk’üm diyene!

Neyse, akşama yılbaşı.

Acabâ Taksim Meydanı’na mı gitsem diye düşünüyorum. Bir kadın poposu mıncıklamak için eşsiz bir fırsat. Hattâ şans yâver giderse
iki kadın! O hârikulâde 1987 Yılbaşı Gecesi’ni nasıl unutabilirim?

Ama hava da epeyi soğuk. En iyisi evde kalmak. Geçen Yılbaşı’ndan kalma yarım kutu bira olacak buzdolabında. Onu içer, gramofona da Odeon’dan o sevdiğim şarkıları koyup dinlerim. Önce güftesi Onnik Efebdi’ye, bestesi ise Ûdî Aristidis Ağa’ya âid olan o Zevkâyâb şarkıyı:

“Rencîde eden nefsimi bin türlü huyun var,

Ey gözleri bir göl gibi sâkin ve serin yâr!”

Sonra gramofonun yayını kurup iğnesini değiştirdikden sonra Nûrullah Bey’in güftesini yazıp Abdullah Ebâbil Bey’in bestelediği o nefis Çârnâçâr şarkıyı koyarım:

“Ömrüm oldukça unutmam o mehin gözlerini,

Bezik oynarken atıp kırdığı marközlerini.”

Müteâkıben kutudan okkalı bir yudum bira çekerek geçerim Sermest Hüseyin Kehkeşân Çavuş’un o meşhur Mehâbî-Nigâh semâîsine:

“Gönlümden akan çeşmelerin kayna
ğı sensin!

Sevdim seni isterse ‘Herif maskara!’ densin!”

Arkasından gelsin yine hem söz hem bestesini Dilrubâ Kalfa’nın yazdığı Ciğermahbûb parça:

“Ey sen ki gönül tahtına yıllarca kuruldun.

Gençken köpürüp sonra da eyvâh duruldun!”

Ve hiç arasını soğutmadan Bahriye Kolağası Yusuf Müştak Bey’in o deniz ve engin ufuklar esintili bestesi:

“Hardal gibiydi gözleri Mehpâre’nin yine,

Farzet ki dökdü ummâna bir tekne sintine.”

Son olarak da Rûşenpaşazâde Zendost Bey’in gönüllerimize taht kuran eseri:

“Mestim bu gece sen de bana mest olarak gel!

Sızlansa sınavdan dahi aldırmayarak test olarak gel!

İster odalık ister ezâkâr ya da ensest olarak gel!

Nazlansa da dil yılma ve derdest olarak gel!”

Ooo, saat de 24.00 olmuş! Mutlu bir 2011!

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi