Sivil Kemalizm

Sivil Kemalizm

AKP’nin düzenli olarak kamuoyu anketleri yaptırdığı kuruluşlardan biri olan Pollmark’ın patronlarından Yrd. Doç. Dr. Ertan Aydın, demokratik açılım projesini değerlendirdiği çalışmasında şöyle bir görüş ortaya atmış:
“Atatürk’le başlayan demokrasi projesinin tamamlayıcısı olma misyonunu bugün Erdoğan hareketi üstlenmiş gözüküyor.” (Sabah, 21.1.11)

“Atatürk’ün nihaî hedefi demokrasiydi” iddiası yeni değil. Öteden beri bunu savunup, M. Kemal devrindeki antidemokratik uygulamaları “Şartlar öyle gerektiriyordu” diye tevile çalışanlar var.
Hattâ bu iddianın sahipleri, AB sürecinde atılan demokratikleşme adımlarını da “Atatürk’ün rüyası gerçekleşiyor” şeklinde takdim ediyorlar.
Buna karşılık, yine Atatürkçülük adına AB’yi reddedip, Türkiye’yi birlik üyesi yapmaya yönelik çalışmaları ihanet olarak niteleyenler de var.
Zaman zaman dile getirdiğimiz gibi, “Kim daha Atatürkçü, öz ve hakikî Kemalistliği kim temsil ediyor?” yarışı burada da kendisini gösteriyor.
Ve işin gerçeği, demokrasiye de, AB sürecine de Atatürkçülük adına karşı çıkanlar doğru yapıyor. Çünkü “öz Kemalizm” bunu gerektiriyor.
M. Kemal hayatta iken girişilen Terakkîperver Cumhuriyet Fırkası ile Serbest Fırka denemelerinin akim kalması örnekleri bile, Atatürkçülüğün demokrasiye ancak kendi belirlediği sınırlar içinde kalması kayıt ve şartıyla rıza gösterip, aksi halde izin vermeyeceğinin yaşanmış örnekleri.
Hattâ daha sonra aynı çizgi İnönü ile devam ederken, dış baskıyla çok partili sisteme geçme zorunluluğu ortaya çıktığında kerhen müsaade edilen DP’nin bile başlangıçta bir “muvazaa partisi” olarak tasarlandığı, ancak bilâhare Menderes’le milletin partisine dönüştüğü de bir vâkıa.
Keza, M. Kemal döneminde tepeden inme ve jakoben yöntemlerle gerçekleştirilen devrimlerin hangisini demokrasiyle bağdaştırabiliriz ki?
Kimileri, “Efendim, gerçek bir demokrasinin altyapısı o devrimlerle oluşturuldu” diye kıvranıp duruyorlar, ama mızrak da çuvala sığmıyor.
Çünkü hem devrimler yapılıp uygulanırken izlenen yöntemler, hem de 1950’den sonraki çok partili demokrasinin hep “Devrimler elden gidiyor” gerekçesiyle yapılan ihtilâllerle kesintiye uğratılması, bu iddiayı temelden tekzip ediyor.
Kemalistlerin her fırsatta tekrarladıkları “Karşı devrim 1950’de ve özellikle de ezanın yeniden Arapçaya çevrilmesiyle başladı” söylemleri de...
Şimdi gelinen noktada, artık eski usûl ve klasik darbe yöntemleriyle netice almanın imkânsız olduğu anlaşıldığından, aynı devrimleri demokrasi görüntüsü altında ve sivil kılıkla sürdürme taktiği devreye sokuluyor. AKP de bu yeni taktiğin icracısı olmaya soyunuyor. Erdoğan’ın “Hedefimiz ilke ve devrimleri toplumun ortak paydası yapmak” beyanı, bunun çok açık bir ifadesi.
İcraatları belli olan M. Kemal’in üzerine bina edilen “demokrasi projesi”nin, temelsiz veya çürük temele dayalı bir inşaattan hiçbir farkı yok.
Şimdiye kadar asker dipçiği ve tanklarıyla ve hukukun en temel prensiplerini çiğnemekte beis görmeyen ideolojik yargı kararlarıyla muhafazasına çalışılan Kemalizmi bundan sonra “sivil ve demokratik” zırhların koruması altında yaşatma çabasının, bitkisel hayata girmiş bir bedeni solunum cihazına bağlayarak “ayakta tutma” gayretlerinden bir farkı bulunmadığı gibi...
Dolayısıyla, eğer demokrasiden söz edeceksek, bunu bir kişiyle, hele de henüz hayatta iken “Diktatör olarak anılacağım” kaygısını dillendirmiş olan M. Kemal’le irtibatlandırmak yanlış.
Keza, çerçevesi mâlûm ilke ve devrimlerle çizilip sınırlandırılmış bir demokrasi olmaz. Buna karşılık, gerçek bir demokraside, o ilke ve inkılâpları eleştirenlere de, savunanlara da yer var.
Demokrasimizi “ilke ve inkılâplar” cenderesinden çıkarmanın yolu ise Menderes formülünde:
Cumhuriyet başta olmak üzere halka mal olanları devam ettirip, diğerlerini rafa kaldırmak.
“DP Atatürk’ün partisi” demeyi sürdüren Zeybek’e de düşen, bu formülü sahiplenmek olmalı.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi