Tunus’tan Mısır’a

Tunus’tan Mısır’a

80’lerin sonunda SSCB’yi ve Doğu Blokundaki komünist rejimleri, 2000’li yıllarda Sovyet döneminin ardından kurulan bir kısım yönetimleri sarsan “halk devrimi” hareketleri şimdi de Arap âlemine mi yöneldi?
Tunus’ta başlayıp Mısır ve Yemen gibi ülkelerde devam eden olayların ABD’nin Irak işgaliyle gündeme gelen BOP’la bir irtibatı var mı?
Tunus’un 23 senelik diktatörünü kaçmak zorunda bırakan “halk tepkisi”ni, Bin Ali ve ailesi hakkındaki yolsuzluk, lüks ve şatafat dosyalarını gündeme taşıyan WikiLeaks belgelerinin tetiklemiş olması, bu bağlamda nasıl yorumlanmalı?
Peki, bu ülkedeki gelişmelerin de, evvelce Ukrayna, Gürcistan, Kırgızistan gibi ülkelerde yaşanan benzer olayları hatırlatacak şekilde isimlendirilip “Yasemin devrimi” diye anılmasının özel bir anlamı olabilir mi? Bu isim, Tunus’ta da Soros destekli bir oluşumun şifresi olabilir mi?
Bin Ali gitti, çünkü ordu verdiği desteği çekti. Bazı haberlerde belirtildiğine göre, Genelkurmay Başkanının ona son sözü “Bittin sen” oldu.
Ardından, 1.5 ton altının transferi ve milyarlarca dolarlık serveti güvence altına alma telâşıyla birlikte apar topar kaçış serüveni başladı.
Aynı ordu şimdi “Devrimin muhafızıyız” mesajları vermeye devam ediyor. Ve fazlasıyla yıprandığı için, sistemin de artık taşıyamaz hale geldiği Bin Ali’nin tasfiye edilmesi, herşeyin “güllük gülistanlık” olduğu anlamına gelmiyor.
Şimdi büyük ihtimalle, eski rejimi yeni aktörlerle sürdürme senaryoları yürürlüğe konulacak.
Senelerdir sürgün hayatı yaşatılan Raşid Gannuşî’nin dönüşü, bu durumu değiştirebilir mi?
Göreceğiz. Ama Cezayir’de aynı konumda olan, hattâ ülkenin Kurtuluş Savaşı önderlerinden biri sıfatını taşıyan “efsanevî lider” Ahmed Bin Bella’nın, sürgünden dönüşünde çok fazla etkili olabildiğine dair bir haber duymuş değiliz.
Gannuşî farklı bir performans ortaya koyabilir mi? Şu aşamada birşey söylemek güç. Dahası, bu liderin özellikle din-siyaset ilişkisinde dengeli bir çizgi tutturamamış olması, işini zorlaştırıyor.
Tunus’tan Mısır’daki gelişmelere geçersek:
Acaba, Mısır’daki olayların bazı öncü isimlerinin ABD tarafından gizlice desteklendiği yönündeki iddianın bir İngiliz gazetesince ortaya atılmış olması ile bu işaretlerin bağlantısı var mı?
Yine WikiLeaks belgelerinde, ABD’nin yeni Ankara Büyükelçisinin, bundan önceki görev yeri olan Kahire’de yazdığı ve Mübarek’in oğlu ile, son olaylar üzerine “ikinci adam” konumuna getirilen istihbarat başkanı arasında kızışan iktidar kavgasını anlattığı raporu nasıl okumalı?
Ortaya çıkan durum, Mübarek devrinin artık sona erdiği, saltanatının oğluyla devamı kapısının kapandığı, ama sonraki yapının da ABD kontrolünde şekillendiği bir süreci mi gösteriyor?
Şu aşamada bu suallerin cevapları da askıda.
Ancak olayların cereyan ediş şekli, aralarında küçücük çocukların da bulunduğu çok sayıda masum insanın can vermesi ve yağmalamalar, “İş kaosa mı gidiyor?” sualini gündeme getiriyor.
Mübarek rejiminin yoğun baskı altında tuttuğu İhvan-ı Müslimîn’in yaptığı “Sakin olun, çatışmalara girmeyin, kamu malına zarar vermeyin” çağrısı ise, Said Nursî’nin “müsbet hareket” prensibine denk düşen bir yaklaşımı yansıtıyor.
Yine İhvan’ın, “kamu kurumlarına zarar veren ve işyerlerini tahrip edenlerin daha önce güvenlik güçlerinin halkı bastırmak ve seçimlere hile karıştırmak için kullandığı kişiler” olduğuna ilişkin açıklaması da çok dikkat çekici ve manidar.
Ülkedeki dikta rejimini farklı aktörlerle devam ettirme planı için bu tür provokasyonları da kullanma hesaplarının yapıldığını düşündürüyor.
Evvelce Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu Başkanı diye bildiğimiz ve şimdinin muhalif lideri Baradey’in “Kişilerin değişmesi yetmez, rejim değişmeli” çağrısı bunu da ifade ediyor olmalı.
Allah, “Barbaros Hayreddin’in diyarı” Tunus’un da, Bediüzzaman’ın “İslâmın zeki veledi” olarak nitelediği Mısır’ın da yardımcısı olsun.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi