Ona kadar sayacağım ve kendinden geçeceksin

Ona kadar sayacağım ve kendinden geçeceksin

Bir defile salonu. Kimileri hemen arka tarafta yere serilmiş seccadeler üzerinde namaz kılıyor. Hemen arkadaki odada mankenler son hazırlıklarını yapıyor olmalılar.

Yazmayayım diyorum şu tesettür defilesi denilen ucubeyi. Yok sayalım, görmezden gelelim. Yeteri kadar karmaşık duran hayatımızın bahçesini bir de bunlar talan etmesinler. Mankenler bütün kadınlıklarını üzerlerine almışlar ve giydikleri hiçbir şey bunu örtmüyor.

Bir defilede, Müslümanlık dediğimiz duygu ve inanış bütünlüğüne uymayan ne varsa yan yana konmuş ve bir sürü dini kavram, ritüel eşliğinde izleyiciye sunuluyor. Mesele, kapitalizm denilen insanlık öğütücüsünün artık din sosunu da lezzetin bir parçası olarak keşfetmesidir. Mesele son dönemdeki muhafazakar iktidarların ve ekonomik yükselişin doğurduğu zenginler sınıfının tutumları meselesidir. Bu yeni zenginler sınıfı ya yüksek kültürün üretimine katkı sağlayacak bir zemine yatırım yapacak yada tüketim kültürünü İslamileştirerek ortaya yeni bir ucube doğurtacak.

Ne yazık ki taşra kökenli bu yeni zengin sınıf, kimilerinin korktuğu gibi Türkiye'de dinin de temsil alanı bulduğu yeni ve yüksek bir kültür oluşturma çabasına girmedi. Yaptıkları şey, mevcut tüketim alışkanlıklarını bir çeşit dini formlara sıkıştırarak mevcut işleyişte kaba bir yer edinmek. Defile olayı kötü duruyor biliyorum. Ama emin olun çok daha kötüsüyle karşılaşabiliriz.

Deniz Baykal yaptırdığı afişlerde Mevlana'nın sözünü kullanmış. Tuncay özkan cuma namazı sonrasında Marmara İlahiyat hocalarıyla sohbete gidiyormuş. Sorun yok. Bu ülkede "din" gözetilmeksizin hiçbir konuda cümle kuramazsınız. Kurmaya kalkışırsanız ölü cümleler olarak gömülür giderler. Son yüzyılın aydınları bu sosyolojik vakaya "ayıp" gözüyle baktılar.

Hafız, hacı babalarını ancak sohbetin son anlarında sıkıştıklarında hatırlama refleksi de bundan mütevellit. Din meselesini doğru oturtabilirsek, kurduğumuz cümleler hiç şüphesiz daha anlaşılır olacak. Bu ülkede yaşayan istisnasız herkesin dünyasında dini bir duygulanım dolaşıp duruyor. Bu duyguyu hor kullanmak, ticarete, siyasete alet etmek, boğmaya çalışmak, biçimiyle oynamak, görmezden gelmek... İşte sorun buralarda başlıyor bana kalırsa.

Televizyon açık kalmış. İlk anlarda dikkat etmiyordum ama art arda gelen kavramlar arasındaki müthiş uyumsuzluk, kötü bir müziğin bünyede yarattığı bulantı misali rahatsız etti. Bir üniversite öğrencisi büyük laflar eden adamlara özgü bir edayla kavramları sıralayıp duruyor. Ezberlenmiş olduğu çok açık bir hamaset akıp gidiyor. Ezberlenmiş olduğunu şuradan biliyorum; genç arkadaş kimi cümlelerde takılıyor ve fakat devam ederken biraz geriden alıp aynı kalıbı devam ettiriyor. Bir dil sürçmesi gibi değil bu. Daha farklı bir şeyden söz ediyorum anlıyorsunuz değil mi?

Durduğu yerden kalıp kaybolmasın diye geri dönüyor. Kalıplar var. Ancak bu kalıplarda öyle şeyler saklanmış ki; tarihi, sosyolojik, felsefi birikimi lise müfredatı düzeyinde olan herkes bu türlüsünün mümkün olamayacağını hemen anlar. Kanal değiştiriyorum. Lars Von Trier'in "Europa"sı var. Filmin başında hipnotize edici bir sayma var. Adam on diyor, ben kendimi bırakıyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi