Ahmet Kekeç

Ahmet Kekeç

Defter mi? Ne defteri?

Defter mi? Ne defteri?

Eser Karakaş, hayatının değişmez ilkesini şöyle anlatmıştı: “Darbeyi savunan parti, dernek, sendika, aydın, gazeteci, kanaat önderi meşruiyetini tamamen yitirmiştir.”
Meşruiyet çıtası ne kadar düşük, görüyorsunuz değil mi?


Meşru ve makbul sayılmak için yapılacak şey çok basitmiş demek ki: Darbeyi savunmamak... En azından, darbecilere mesafe koymak...

Hem de çok kolaymış...

Kimse senden ağzınla kuş tutmanı, tankın üzerine çıkmanı, darbeye fiili mukavemette bulunmanı, “tatlı hayatından” vazgeçmeni beklemiyor. Ekstra bir performans sergilemen de gerekmiyor...

Sus. Otur. Bekle...

Elinden bir şey gelmiyorsa, arazi ol.

Kısacık “demokrasi” tarihine iki tam, bir yarım, bir postmodern darbe sıkıştırmış; sayısız kere direkten dönmüş; muhtıralarla, andıçlarla, lahikalarla, plan seminerleriyle serseme çevrilmiş bir ülke için olabilecek en düşük çıta...

Çıta düşük ama “dökülenlerin” sayısı o kadar yüksek ki...

Siyasetçisi mi kalmadı bu çıtanın altında?

Sendikacısı mı, aydını mı, gazetecisi mi, yazarı mı, sivil toplum önderi mi kalmadı?

Sıradan yurttaşı mı kalmadı?

Hemen hafızamızı tazeleyelim ve en yakın darbe döneminde atılan bazı gazete manşetlerini hatırlayalım: “Topyekün seferberlik”, “İşi bu defa silahsız kuvvetler halletsin”, “Paşa başkanı hizaya soktu...”

Gazetecisi böyleydi de, sendikacısı farklı mıydı?

Hemen hafızamızı tazeleyelim ve “darbenin tedvirine” memur yazılmış Devrimci İşçi Sendikası Konfederasyonu’nu hatırlayalım... DİSK kısaltmasını kullanan bu devrimci sendika, “beşli çete” tesmiye olunan “psikolojik savaş örgütüne” hem gönüllü yazılmış, hem de yürütülen savaşta öncülük etmişti.

Maksadım, dökülenlerin listesini yapmak değil...

Liste o kadar uzun ki, bu yazının münderecatı
içinde etraflı bir “sayım-döküm” yapamayız. Artık önümüzdeki yazılara bakalım.

Maksadım şu soruya cevap bulmak:

Meşruiyet elde etmenin bu kadar kolay, hem de bu kadar ucuz olduğu bir ülkede, nasıl olur da “askere bakma alışkanlığı” bir siyaset yordamı ya da siyaset etme biçimi sayılır ve “asker gelsin, kurtarsın” söylemi niçin insanlarda küçük çaplı bir sarsıntıya yol açmaz?

Sözü, Süheyl Batum’un “Darbe yapmaktan bile acizler” anlamına gelebilecek “kâğıttan kaplan” açıklamasına getireceğim anlaşılmıştır.

İki gündür yazıyorum...

Ekstra bir saptamam yok...

Sadece bu açıklamanın CHP’de nasıl inikas bulduğunu, Kemal Kılıçdaroğlu’nun bu sofistike darbe çağrısını nasıl karşıladığını merak ediyordum.

Dün, gazeteciler bir punduna getirip sormuş...

Kılıçdaroğlu’nun cevabı tek cümle: “Bu defter kapanmıştır arkadaşlar...”

Haberi okuyunca şaşırdım. “Nasıl yani?” diye sordum...

Nasıl yani?

Israrla açık duran, ısrarla açık tutulan bu defter, “kapanmıştır” talimatıyla kapanacak mıdır? Kapanmalı mıdır?

Daha dün halkı “mahalle mahalle direnişe” çağıran kendileri değil miydi?

Direnişin “tarihsel bir yükümlülük” olduğunu ve İsmet Paşa’nın “Şartlar olgunlaşırsa darbe meşrudur” sözünün aynı zamanda bir “direniş referansı” sayılması gerektiğini söyleyen bizatihi Kılıçdaroğlu değil miydi?

Nasıl kapanırdı bu defter?

Ben Kılıçdaroğlu’nun yerinde olsam, “Bu kez meşruiyet defterini açıyoruz arkadaşlar” derdim ve ilk fırsatta Süheyl’in icabına bakardım...

Süheyl Batum da başka bir partiye mi geçer, Silivri’dekilerle “yeni bir oluşum”a mı gider, Aydın Doğan’ın memurlarıyla yeni bir defter mi açar, kendisi bilir...

Ben “meşru” sayılmanın yollarını arardım...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Kekeç Arşivi